ÇEDES’ten tarikatlara çocuklar karanlığa teslim ediliyor
ÇEDES ismi din görevlilerinin toplu ataması ile yeniden gündeme girse de aslında eğitimde ‘manevi danışman’ olarak din görevlilerinin okullarda bulunması sadece geçtiğimiz aya mahsus değil.

Okulların kapanmasına bir hafta kala İzmir ve Eskişehir’de neredeyse tüm okullara ÇEDES projesi kapsamında din görevlilerinin atandığını öğrendik. Liselerine din görevlisi atanan lise öğrencilerinin bir kısmının bu uygulamadan haberi bile yoktu. Peki bu ÇEDES ne? “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” açılımı. Bu proje Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalandı.
Her ne kadar ÇEDES ismi din görevlilerinin toplu ataması ile yeniden gündeme girse de aslında eğitimde “manevi danışman” olarak din görevlilerinin okullarda bulunması sadece geçtiğimiz aya mahsus değil. Bakanlıklar ile protokoller imzalamasının önünün açıldığı yıl, 2012’de “manevi danışmanlık” ibaresini “Kadın Konuk Evi” dedikleri kadın sığınma evlerinde gördük. 2015’te imzalanan protokol ile Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı KYK yurtlarına da Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı vaiz, Kur’an kursu öğreticisi, imam-hatip, müezzin-kayyım ve öğretmen unvanlarında çalışan bütün personelin müracaat edebileceği manevi danışmanlık pozisyonları açılmıştı.
Diyanet İşleri Başkanlığına hep mi eğitim alanında bu kadar alan açılıyordu? Hayır. Bugün topluca 842 okula öğretmen ataması yerine imam, müezzin, vaiz ataması yapılmasına gelen yolların taşları 2010’dan döşenmeye başlandı.

DİYANET’İN ÖNÜNÜ AÇAN DİNDAR NESİL PROJESİ
2010 yılında Diyanet, genel müdürlük seviyesinden müsteşarlık seviyesine çıkarıldı, birçok dini hizmetin önündeki engeller kalktı. Başkanlığın hizmet birimleri, görevleri ve yetkileri 6002 sayılı Kanun ile genişletildi, Diyanet kendi medya kuruluşlarını kurmaya başladı.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik öngören Kanun Hükmünde Kararname ile 2011’de Diyanet’in Kuran kurslarına katılım için var olan kış dönemi için 15, yaz dönemi için ise 12 olan yaş sınırı ortadan kaldırıldı. Kuran kurslarında yaş kısıtlamasının kalkmasından sonra kuran kursu sayısı büyük bir ivmeyle artış gösterdi. 31 Aralık 2020 tarihi itibarıyla 19 bin 503 Kuran kursu bulunuyor. Bu süreçte Diyanet İşleri Başkanlığının 4-6 yaş grubu çocuklara yönelik Kuran kurslarının “zorunlu eğitimden sayılmasına” yönelik plan yaptığı ortaya çıkmıştı. Böylece 6 Şubat depremlerinin ardından çocukların gelişimini ve eğitimini güvenceye almayan devletin, çadırkentlerde eğitim ve bakım alanlarından önce 4-6 yaş Kuran kurslarının açılmasına öncelik verdiğini gördük.
2012 yılında “dindar gençlik” yetiştirme hayallerini açıkça ifade eden dönemin başbakanı Erdoğan, Diyanet’e verdiği yetkiler ile “dindar nesil” yetiştirme hayalinin somut adımlarını atmış oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı eğitim, kadına şiddetle mücadele, hizmet içi eğitimler, dini eğitimler, “değerler” eğitimleri gibi konularda birçok Bakanlık ile protokoller imzaladı ve bugün de imzalanan ve sayıları sürekli artan protokoller ile eğitim alanında söz sahibi bir aktör haline geldi.

ÇOCUKLARIN GELECEĞİ TARİKATLARA EMANET
Diyanet’in eğitim alanındaki yetkileri imzaladığı protokollerle artarken eğitimi dinselleştirme ve piyasalaştırma çalışmaları da bunun yanında ilerledi. Okullarda mescit açılması, evrimin müfredattan kaldırılması, değerler eğitimi… “Ne var değerlerimizi öğretiyoruz” savunması ise tek bir dini temel üzerinden oluşturulmuş “değerler” örtüsü altına gizlenmiş laiklikten uzak bir eğitim.
4+4+4 ile çocukların eğitime katılımı düştü, takiplerinin yapılmasını iyice zorlaştı, çocuk yaşlarda evliliklerin ve çocuk işçiliğin önü açıldı. Bu sistem çocukların geleceklerinin tarikatlara bağlanmasının da önünü açtı.
Nasıl mı? Bir örnek verelim. Cinsiyet eşitliğine açıktan karşı olduğunu ilan eden, 6284 sayılı Yasa’nın iptalini talep eden Aileyi Koruma Federasyonunun yılın başlarında yaptığı bir çalıştaya “Üniversitelerin çevresindeki yapılar fuhuş yapılarına dönüyor” söylemiyle gündeme gelen Sakarya Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Ebubekir Sofuoğlu katılmıştı. Sofuoğlu’nun kendi oğlunun eğitime katılımına dair anlattıkları tam da nasıl çocukların gelişimleri, eğitimleri ailelerin ve tarikatların insafına terk edildiğinin çarpıcı bir ifadesi. Eğitim müfredatında cinsiyet eşitliğine, insan haklarına dair çocukların öğrendiklerini “zehirli bilgi” olarak adlandıran Sofuoğlu şunları söylüyor: “Her gün adeta evin girişinde kültürel bir x-ray cihazı olacak. Her gün gelen çocuklarımızla sohbet edeceğiz, ‘Bugün okul dahil hangi zehirli fikirlerle geldin?’ Bana devlet o imkânı sundu; çocuğumu eğitim sisteminden aldım. Benim oğlum açık lisede. Göndermem. Devletten de bir şey beklemiyorum. Ben yapacağım.”
Böylece Kendi kaderine terk edilmiş bir neslin yetiştiği de bariz.

KADINLARIN, KIZ ÇOCUKLARININ ÜZERİNE ÇÖKEN KARANLIK
Çocukların, gençlerin gelişimlerinin, eğitimlerinin tarikatların eline terk edilmesi ise bunlarla kalmadı tabii ki… Devlet yurtlarının yetersizliği, çocukların takiplerinin yapılmaması, eğitimin artık sadece parası olanın erişebileceği şekilde piyasalaşması, kamu hizmetinin her alanına tarikat bağlantılarının yerleştirilmesi, dini vakıfların devlet tarafından desteklenmesi, artan yoksullukla ailelerin çocuklarını çocuk yurtlarına kelimenin tam anlamıyla teslim etmesi…
Çocukların teslim edildiği tarikat vakıflarının yurtlarında, kurslarında çocukların istismara uğradığı, intihara sürüklendikleri, ağır baskı ve korku altında oldukları ise her geçen gün yeni bir haber ile yeniden karşımıza çıkıyor. Devletin ise buralara dönük ne bir denetim ne bir yaptırım uyguladığını, ENSAR Vakfının, Hiranur Vakfının hâlâ varlıklarını hiçbir istismar vakası yaşanmamış gibi sürdürmelerinden, ilgili Meclis komisyonlarında Bakanların sunumlarında bu olayların münferitleştirilmesinden biliyoruz. Bu vakıflar genel siyaseti etkileme konusunda da birer aktör olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını istiyorlar, kadınlar “fıtratlarına göre çalışsın” istiyorlar, karma eğitim kaldırılsın istiyorlar… Kısacası kadınların ve kız çocuklarının eve bağlı olmasını istiyorlar.
Eğitim, tarikat ve Diyanet iş birliğinin kıskacında demek yanlış olmaz bu tabloda. Ama bahsettiğimiz gibi ne bu karanlık çok yeni ve bir anda çöktü ne de özgür, eşit bir yaşam; çocuklar için laik, bilimsel, demokratik bir eğitim isteyen kadınların eli kolu bağlı.

İSTİSMAR AFFI MÜCADELEYLE ENGELLENENDİ
Bugün Meclise giren Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan da “Anadolu’da yıllardan beri ebelerimiz 14, 15, 16 yaşında evlenmiş, mutlu yuva kurmuşlardır. 14 yaşında biri cinsel olgunluğa eriştiğine göre rızası geçerlidir, yüzyıllarca Anadolu’da böyle olmuş” demişti. Çocuk istismarının evlilikle affedilmesi için neler yapmadılar ki… Ve bu neredeyse her yıl gündemimize giren bir tehlike oldu. Her seferinde de kadınların kitlesel eylemleri ile yasalaşamadan gündemden düşürüldü. Her seferinde önerge Türkiye’nin dört bir yanındaki “Çocuk istismarının affı olmaz” diyen kadınların mücadelesi ile geri çekildi.
Eğitim alanındaki sendikalar ÇEDES Projesi ile okullara imam atanmasına karşı Anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile dava açtı. MEB çeşitli dini vakıflarla ve Diyanet ile imzaladığı protokoller daha tekil örnekler yarattığı zamanlarda da eğitim sendikaları dava açıyordu, kimi zaman mahkemeler eğitim sendikaları lehine kararlar veriyorlardı. Yolları on yılı aşkın süredir döşenen, çok bütünlüklü bir şekilde yaşamın her alanını saran bir “dindar ve kindar nesil” yaratma amacının karşısına elbette ki sadece dava açmakla çıkılamaz.

BİR MÜCADELE ÖRNEĞİ: 1 ÖĞÜN ÜCRETSİZ SAĞLIKLI YEMEK KAMPANYASI
Yaratılmaya çalışılan bu kıskaca, karanlığa karşı velisiyle, öğretmeniyle, sendikalarıyla, öğrencisiyle ancak yan yana ısrarlı, istikrarlı ve örgütlü bir mücadele karanlığı dağıtma ihtimalini taşıyan bir mücadele hattını oluşturabilir. Yakın geçmişten hatırlayalım. Eğitimin tüm masrafları, okulun tüm masrafları ailelerin üzerine yıkılmışken geçtiğimiz dönem bir anda MEB, okul öncesi eğitimin tamamında bir öğün ücretsiz yemek vereceğini duyurdu. Bu kararı havadan almadı tabii ki. Ekmek ve Gül olarak başlattığımız kampanya tüm Türkiye’ye yayılmış; sendikaların, meslek odalarının, kadın örgütlerinin sahiplendiği, çeşitli illerde birlikte çalışmasını yürüttükleri, belediyeleri çözümler konusunda sorumluluk almaya iten, MEB’i sıkıştıran bir güce ulaştı.
Her tarihin ve her coğrafyanın ortak bir şeyi varsa o da bu olmalı; yaşamımızı, özgürlüğümüzü, hakkımızı ancak birlikteyken garanti altına alabilmenin olanaklarını yaratabiliyoruz. Bunu unutmayarak ÇEDES’e, eğitimin Diyanet’in ve tarikatların eline bırakılmasına karşı ne yapacağımızı, sendikalarımızın ne yapması gerektiğini, okul aile birliklerimizin, öğrenci temsilciliklerimizin, okul kulüplerimizin, sınıftaki arkadaş gruplarımızın, mahalledeki gün grubumuzun ne yapması gerektiğini konuştuğumuzda bulduğumuz yöntemlerle, mücadele araçlarımızla güçleniriz.

Fotoğraf: Pixabay

İlgili haberler
Eğitimi dini kuşatma altına alan proje: ÇEDES

Hiçbir şekilde formasyon eğitimi olmayan, olsa bile görevi okullardaki öğrencileri eğitmek olmayan,...

Kimin maneviyatı?

Tek adam rejiminin laikliğe karşı attığı ilk adım okullara imam atamak değil.

Çocuklarımız için bir öğün ücretsiz, sağlıklı yeme...

Ekmekten bile alınan vergilerin çocukların beslenmesi için harcanmaması kadınların kabul ettiği bir...


Önceki haber
Kimin maneviyatı?