12 Eylül: Kadınların mayası bozulmaz bir mücadeleyle direndiğini hatırla!
Tescilli işkencecilerden Raci Tetik’in, ‘Kadınları ölü balık gözüne çevirmeyi başaramadık’ itirafında ifade edildiği üzere baş eğmeyen kadınların mücadelesi bugün her yerde!

12 Eylül askeri faşist darbesi, üstünden 41 yıl geçmesine ve üzerine çok şey söylenip, tartışılmasına rağmen güncelliğini kaybetmedi. Çünkü 12 Eylül darbesi bir dönem için askerlerin yönetime el koyduğu ve süreç tamamlanınca yönetimi “sivil siyasete” devrettiği sıradan dönemsel hareket olarak değerlendirilemez. 12 Eylül darbesi salt toplumsal muhalefeti ezme, yükselen sınıf mücadelesinin, emek mücadelesinin önünü kesme, örgütlülüğü dağıtma ve muhalif siyaseti yani sol, sosyalist ve komünistleri susturma hedefli değildi. Elbette bu sıralanan hedefler söz konusuydu ancak darbenin esas yönelimi bir rejim inşa etmekti. Tarihe 24 Ocak kararları olarak geçen, özelleştirmeleri, neoliberal politikaları esas alan, işçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin sendikal ya da siyasal tüm örgütlülüğünün dağıtıldığı, emekçilerin tüm kazanımlarını yok edecek politikaların uygulanmasının siyasal zemininin oluşturulduğu bir rejim hedefinden bahsediyoruz.

AKP iktidarının, öncelleri olan sermaye hükümetlerinden devraldığı ve tekellerin çıkarlarını esas alma, neoliberal politikaları kesintisiz uygulama, toplumsal muhalefeti susturma, işçi sınıfının ve emekçi halk kesimlerinin örgütlülüklerini dağıtma görevini büyük bir ustalıkla yerine getirdiğini görmekteyiz. Bu görev aynı zamanda emperyalist yeşil kuşak projesi ile de uyumlu olarak, Türk-İslam sentezli dini kuralların her alanda uygulandığı politikalarla sürdürülmektedir. AKP hükümetinin bugün uyguladığı ekonomi politikaları, iç ve dış siyaset 12 Eylül darbesinin hedefleri, felsefesi ve ideolojisi ile gayet uyumlu olarak ve büyük bir ustalıkla uygulanmaktadır. 12 Eylül’ün 41 yıl sonra güncelliği devam ediyorsa işte bu, ruhunun bugün AKP iktidarının politikalarında vücut bulmasındandır.

12 Eylül’ün ilk uygulamaları elbette yığınsal tutuklama, gözaltı, cezaevlerini doldurma, cezaevlerinde işkencenin sistematik olarak sürdürülmesi, idamlar, yaşam hakkı dahil hak ihlalleri ve kazanılmış hakların gasbedilmesi, demokratik haklar ve siyasal özgürlüklerin yok edilmesi, burjuvazinin siyasal kürsüsü olmasına rağmen parlamentonun lağvedilmesi olarak gerçekleşmiştir. 12 Eylül denince akla ilk gelenler aslında bu politikalar olmuştur. Bugün 12 Eylül’e ve devamcısı AKP iktidarına dair çok fazla söylenecek söz var ancak bu yazı biraz darbe ve kadınlar ilişkisi üzerine kurgulandığı için ekonomik, toplumsal ve siyasal etkileri üzerine bu kadar özetle yetineceğim.

TACİZ, TECAVÜZ, İŞKENCE GÖLGESİNDE MÜCADELE

12 Eylül süreci güçlü bir sınıf mücadelesinin, köylü direnişlerinin, halk hareketlerinin, gençlik mücadelesinin olduğu ve tüm bu hareketlerin aynı zamanda politikleştiği bir döneme denk getirilmiştir. Bu gelişkin mücadelenin, toplumsal olarak ilerleyen politikleşme hareketinin içinde, önemli bir işleve sahip olmakla birlikte önde pek görünmeyen kadınlar, 12 Eylül rejimince göz ardı edilmemişler ve onlar da yığınsal olarak ağır işkencelerden geçirilerek cezaevlerine doldurulmuşlardır. Elbette her baskı rejiminde, diktatörlüklerde olduğu gibi 12 Eylül uygulamalarında da kadınlar hem işkencehanelerde, hem cezaevlerinde özel olarak taciz, tecavüz gibi cinsiyetçi saldırılarla karşı karşıya kalmışlar, bu saldırıların travmasıyla baş etmeye çalışmışlardır.

Burada kadınlar açısından ayırt edici bir yanı ortaya koymakta yarar var. Cezaevlerinde sistematik olarak süren işkencelerin, ideolojik olarak yok etme, diz çöktürmenin bir parçası olarak uygulanan askeri eğitim, dua, nazari eğitim gibi uygulamalara itiraz etme ve bu uygulamalara karşı mücadele etme eğilimleri kadınlar tarafında daha çabuk mayalanmıştır. En azından Mamak Askeri Cezaevinde kaldığım dönemin ortaya koyduğu pratik böyledir, kadın koğuşlarında komünler arası iletişim, ortak direnişi konuşma, dayanışma ve tepki gösterme tutumu hızlı gelişmiştir. Cezaevlerinde, yeniden işkenceye götürülmek istenen kadın tutukluların verilmemesi için direnç gösterme mesela bunlardan birisidir. Bir taburun ortasında 50-60 kadının, alınmak istenen kadın etrafında kurduğu koruma zincirinin kırılmaması düşünülemez, ancak mesele fiziki gücün yetip yetmemesi değildi, bir tutum göstermek gerekiyordu ve o tutum da gösterilmişti. Aslında atılan her direniş adımının bir yaptırımı söz konusuydu ve onurunu korumak adına bu bedel göze alınmıştı. Diyarbakır’da, Metris’te benzer deneyimlerin yaşandığını biliyoruz. Kadınlar direnişte ilk adımı atmış ve sonra devamı gelmişti.


CEZAEVİ DIŞINDA 12 EYLÜL’DE KADINLARA DÜŞEN: İŞSİZLİK, YOKSULLUK, EŞİTSİZLİK, BASKI

Tabii 12 Eylül’ü cezaevinde yaşayan kadınların yanı sıra bir de cezaevi dışında yaşayan kadınlar vardı. Çocukları, eşleri, babaları, anneleri, kardeşleri için her birisi işkencehaneye dönüşmüş sorgu merkezlerinin ve sonrasında gönderildikleri cezaevlerinin önünü mesken tutarken, oraları aynı zamanda aileler arası dayanışma ve içerdeki yakınlarına destek için örgütlenme alanı olarak değerlendirdiklerine tanıklık ettik ve bu ağın kurulmasında kadınların önemli bir etkisi olduğunu biliyoruz. Ayrıca cezaevi sürecinde ve sonrasında işsiz kalan tutsakların yakınları 12 Eylül sonuçlarının aylarca süren işsizlik, yoksulluk yüzünü de yaşamış oldular.

Burada belki başka bir değişime de işaret etmek gerek. Özellikle sosyalist hareketin, siyasal mücadelenin içerisinde yer alan kadınların, tüm bu gelişmelerle birlikte, teorik olarak dillendirdikleri, kadının toplumsal yaşamda ve çalışma hayatında cinsiyetinden kaynaklı yaşadığı eşitsizlik ve ezilmişliği dahil yaşadığı özgün sorunlar üzerine pratikte de daha çok kafa yorduğunu söyleyebiliriz. 12 Eylül sonrasında yeniden örgütlenen sol, sosyalist partiler de dahil siyasi oluşumlarda, emek ve meslek örgütlerinde kadın meselesinin dün olduğu gibi ele alınmadığını gözlemleyebiliyoruz mesela. Sosyalist kadınların kendisi açısından da, kadın olmaktan kaynaklı karşılaştığı eşitsizliğin ve ayrımcılığın daha görünür olduğu bir süreç diyebiliriz. Elbette bunda 12 Eylül döneminde yaşananların etkisinin yanı sıra tüm dünyada yükselen kadın hareketinin Türkiye’de toplumsal hareketlere etkisini de eklemek gerekir.

12 Eylül koşullarında baş eğmeyen ve 12 Eylül’ün tescilli işkencecilerinden Raci Tetik’in bizzat Mamak’ta tutuklu olarak kalan Meral Bekar’a, “Tüm tutukluları ölü balık gözüne çevirdik ama kadınlarda bunu başaramadık” itirafında ifade edildiği üzere; boyun eğdiremedikleri kadınların direniş hareketi bugün AKP iktidarının siyasal gericiliğine ve sömürü, baskı ve yağma politikalarına karşı baş eğmeyen kadınların mücadelesinde sürüyor. Tek adam yönetimini durduracak olan, siyasal gericiliğe geri adım attıracak olan, yağma ve sömürü politikalarını uygulanmaz kılacak olan Baldur’da, İkizdere’de, Loç Vadisi’nde, kısaca her yerde mücadelenin içinde ve ön saflarında yer alan kadınların mücadele kararlılığıdır. Bugün AKP iktidarıyla vücut bulan 12 Eylül’ün izlerini silecek olan gücün bir parçası da budur esasında.

İran’da, Sudan’da, Suudi Arabistan’da kadınlar hakları için her bedeli göze alırken, Afganistan’da Taliban rejimine karşı hayatı pahasına özgürlüklerine sahip çıkma cüretini gösteren kadınların cesareti ve kararlılığı demokrasi ve özgürlükleri kazanmanın güvencesi olacaktır.

DÖNEME IŞIK TUTAN BİR KİTAP: KAKTÜSLER SUSSUZ DA YAŞAR
12 Eylül’de Mamak Cezaevinde kalan kadınlar tarafından kaleme alınan ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’ kitabı, direnirken birbiriyle dayanışan ve her acıdan bir kahkaha çıkaran kadınları anlatıyor. 12 Eylül’ü unutmamak, en çok da hikayesi bilinmeyen kadınların 12 Eylül koşullarındaki cezaevi yaşamlarına yakından bakmak için bir tarih sahnesi sunuyor, ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’. Bir başkaldırı hikayesi. Gülerek, şarkı söyleyerek, hayır diyerek, birbiriyle dayanışarak, paylaşarak yaşanan bir hikayenin panoraması.
Kitabı yazan kadınlar şöyle diyor ve sönmeyen bir direnişin ateşini harlıyor yeniden mücadele aktarımlarıyla: “Onlar kişiliklerimizi elimizden almaya, gözlerimizdeki ışığı söndürmeye, bizi biz olmaktan çıkarmaya çalıştıkça, zulmün karanlığında, ufacık da olsa bir ışık yaktık birlikte...”

ADRESİNİ 26 YIL SONRA BULAN MEKTUPLAR

12 Eylül darbesi günlerinde Mamak Cezaevinde yolları kesişen 46 kadın’ın cezaevinde yaşadıklarını anlattığı “Kaktüsler Susuz da Yaşar” kitabının ardından 41 kadın “UnutaMAMAK: 12 Eylül Kadınları” adlı kitap ile Mamak Cezaevinde yaşananları tarihe not etmişti.

Kitabın çok da ilginç bir hikayesi var. Mamak Askeri Cezaevine 12 Eylül darbesinin ardından gönderilen kadınların dışarıya gönderdiği, dışarıdan onlara gelen ama adresini bulmayan mektuplar tam 26 yıl sonra, 2008’de, o dönem Mamak’ta çalışan bir görevli tarafından ortaya çıkarılıyor. İsmini vermek istemeyen bu görevli Devrimci 78’liler Vakfına bir paket bırakıyor. ‘Bu sizin tarihiniz, ben 26 yıl sakladım, buyurun tarihinizi size iade ediyorum’ diyerek mektupları teslim ediyor. Kitap, bu mektuplar için bir araya gelen 41 kadının ortak fikriyle hazırlanıyor. Kitap, 12 Eylül’de kadınların direnme, dostluk ve umut biriktirme hikayelerini ortaya sererken, aynı zamanda cezaevi dışında dayanışmayla geçen hayatlara da ışık tutuyor.

Fotoğraflar: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
UnutaMAMAK

Mamak Cezaevinde yolları buluşmuş kadınlar anlatıyor. ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’dan sonra UnutaMAMAK...

12 Eylül’den bugüne kadınlar: Hayatımızı karartama...

12 Eylül’de Mamak Cezaevinde kalan kadınlar tarafından kaleme alınan ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’ kita...

Direncimiz direnenlere bir ışık olsun

Bir darbenin eşiğinden geçtik, darbe günlerini aratmayan zamanlar yaşadık. 12 Eylül darbesinde Mamak...