Kendisinden ayrılmak isteyen kadının arabasını su kanalına atan, kadının evinde dinamit patlatan, kadını bıçaklayıp öldürmekle yetinmeyip evi ateşe vererek iki küçük kız çocuğunun da ölmesine neden olan, levyeyle dövüp kerpetenle dişini söken, döner bıçağıyla saldıran, hapishaneden kaçıp kadını sokak ortasında kurşunlayan...
Ülkede kadınlar için ölümün “olağan” biçimi neredeyse lüks haline geldi. Sadece kadınlara değil, çocuklara yönelik suçlarda da artış görüyoruz. Üstelik çocuklara yönelik cinsel saldırı ve istismar olayları sistematik ve çok sayıda kişinin fail olduğu olaylar olarak yaşanıyor. Kimisinde mahallenin/ kentin önde gidenleri, aile eşrafı ve hatta çocukların akrabaları da iştirakçi. Ve bu tecavüz çetesi haline gelmiş istismarcıların “kulaktan kulağa oyunu” ile aklandığını, paranın, korkutmanın, kafa-kol ilişkilerinin, istismarın “kefaleti” olarak karşımıza çıkarıldığını görüyoruz.
Kadınlara ve çocuklara yönelik işlenen suçlarda, her biri bir öncekini aratan korkunç yargı kararları ile karşı karşıya kalıyor, çoğu zaman hukukun tamamen ortadan kalktığı, keyfiyetin esas belirleyen haline geldiği “ben yaptım oldu”larla yaşar hale geliyoruz.
Türkiye tarihinde, daha önce görülmemiş nitelikte sorunlar gündemde iken, kadın cinayetleri, aşırılaşmış şiddet olayları, çocuklara dönük her türden istismar da artıyor. Üstelik bu öyle bir artış ki öne çıkan devasa gündemler bile üstünün örtülmesine yetmiyor. Bunda elbette olayların vahameti kadar, mücadeleye her koşulda devam eden kadınların rolü de var.
EN KIRILGAN HALKA
Ülkenin “tek adam yönetimi” altına sokulup evrensel değer namına ne varsa -demokrasi, kadın hakları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, laiklik, barış- tanınmaz hale getirildiği bu dönemeçte, kadın hakları için de bir başka aksa geçildi. Kadınların büyük mücadeleler ve emeklerle elde ettiği yasal düzenlemelerin büyük bir keyfiyet ve iradecilikle askıya alındığı bir dönemi yaşıyoruz. Ve bu “askıya alma”, toplum olarak bütün toplumsal ve siyasal haklarımızın askıya alındığı dönemin en kırılgan halkası olarak karşımıza çıkıyor. Bir tarafta her gün hiçbir hukuksal zemine dayanmayan kararlar ve uygulamalarla insanların hayatı, ihraçlarla ve işsiz bırakmalarla ekmekleri, tutuklamalarla özgürlükleri, “milli güvenlik” söylemiyle örgütlenme ve ifade hakları ellerinden alınırken, kadınların her daim ilk gözden çıkarılanlar olarak yaşadıkları daha da görünmezleşiyor. En temel yaşamsal hakları “bu büyük meselelerin” bir parçası ve önemli bir halkası değilmişçesine önemsiz kılınıyor.DİZGİNSİZ ŞİDDETİN TARİHİ
“Kadına yönelik şiddet” olgusunun tarihi kadınlarla erkekler arasında eşitsizliğin ortaya çıktığı ilk tarihi kırılma anına, yani özel mülkiyetin ortaya çıkışına uzanıyor. Ancak, kitlesel kadın katliamlarının kapitalizmin ortaya çıktığı dönemle, yani ilksel sermaye birikiminin oluşmaya başladığı zamanlarla bir bağı var. Ve bu bağ, bugün sistematik bir şekilde gerçekleştirilen her türden kadına yönelik şiddet vakasını anlamaya da olanak tanıyor. Bu bağın izini 16. ve 17. yüzyıllarda gerçekleşen ve 200 binle 5 milyon arasında kadının öldürüldüğü cadı avlarında buluyoruz örneğin. Silvia Federici, ‘Caliban ve Cadı’ adlı kitabında “cadı avcılarının belli ihlalleri cezalandırmaktan ziyade, artık hoş görmedikleri ve toplumda nefret uyandırmasını sağlamak zorunda oldukları genel kadın davranışlarını ortadan kaldırmakla ilgilendiklerini” söylüyor. Cadı avının kadınlar ile erkekler arasındaki ayrımı ve eşitsizliği derinleştirdiğini; ama bunun da ötesinde kadınları ötekileştirerek aslında kapitalist iş disipliniyle uyumsuz tüm yaşam biçimlerini, inançları ve toplumsal özneleri yok etmeyi; toplumsallığın kurallarını bu yolla yeniden tanımlamayı hedeflediğini ileri sürüyor. Yani kadına yönelik şiddet, belli bir toplum biçimini yerleştirmenin ve sürekli kılmanın aracı olarak kullanılagelmiş.‘ŞİDDET YALNIZCA KADINLARIN SORUNU DEĞİL’ NE DEMEK?
Böylesi bir tarihselliğe bakınca görüyoruz ki kadına yönelik şiddet yalnızca kadınların sorunu değil. Bunu söylemek sadece, kadına yönelik şiddetin, “erkeklerin de sorunu” olduğunu söylemek anlamına gelmez. İktidarın ve sermayenin “normal” ve “makbul” insan inşasında her kesimden insana ama özellikle “norm dışı” kabul edilene bir “ayar çekme” amacı taşıdığı anlamına da gelir.Kadının ev içi ve ev dışı emeğinin, aile dışındaki toplumsal ve siyasal etkinliklerinin değersizleştirildiği, kadının doğurganlığı ve bedeni üzerindeki kontrolünün zayıflatılmaya çalışıldığı dönemlerde, kadının toplumsal yaşamını cinselleştirmeye dayalı söylemin etkisinin de artmasında bu “ayar çekme”nin rolü var. Artan taciz ve tecavüz olaylarının nedeninin, kadınların çalışması, aile değerlerine aykırı davranması, açık giymesi ve dışarıda dolaşması olduğu kanısı yaygınlaştırılmaya çalışılırken, asıl amacın kadını baskı altında tutmak, iktidarın “makbul” gördüğü hale rızayla ya da zorla bürünmesini sağlamak olduğu açık şekilde görülüyor. Yaşama koşulu olarak, iktidarın kadınlara biçtiği rollerini kusursuz şekilde sürdürmeleri bekleniyor. Kadınların iktidar normlarını içselleştirmeleri ve itaat etmeleri beklentisi eksiksiz bir şekilde karşılanmadığında, şiddet bu iktidarı kurmanın bir aracı oluyor. Kadına boyun eğdirmenin, iktidarı kabul ettirmenin en güçlü aracı olan şiddet, kadını cezalandırarak iktidarın kimin elinde olduğunu göstermeye yarıyor.
Kadının koşulsuz itaatine dayalı, iktidara hizmet görevi odaklı toplumsal yeniden yapılanma, kadınların haklarında ve özgürlüklerinde ısrarcı olmalarıyla sekteye uğruyor. Böylece kadınlar, siyasal gücü elinde bulunduran iktidarların sosyal ve kültürel alanda arzu ettikleri toplumsal yeniden yapılanmayı gerçekleştirmelerinin önüne de bir engel olarak dikiliyor. Bu “engel”in ortadan kaldırılması için her türden saldırının dizginlerinden boşandırılması, kadınlara yönelik şiddetin vahşetinin dozunun artmasına neden oluyor.
Görüyoruz ki iktidarların ekonomik, toplumsal ve siyasal hedefleriyle kadınların yaşamsal haklarının kullanılabilir olması, hak ettikleri hayatın gereklerinin yerine getirilmesi arasında çok doğrudan bir ilişki var. Bu ilişki, bir yandan ülkenin demokratikleşmesi mücadelesine de, bu mücadelenin bir parçası olmakla birlikte özgün talepleri için mücadele eden kadınlara da bir sorumluluk yüklüyor. Kadınların sorunları ve yaşadıklarını gündem etmeden ve görünür kılmadan demokrasi mücadelesi verilemeyeceğini bilerek, kadınların özgün talepleri ve mücadeleleriyle ülkenin toplam gündemi arasındaki bağın küçümsenmesine izin vermeyerek bu ilişkiyi kurabiliriz.
ZORUNLULUK, SORUMLULUK, BİLİNÇ
Evet, bugün karşımızda olumsuz bir tablo var ama kadın cinayetlerinin artmasına ve vahşileşmesine neden olan koşullar aynı zamanda kadınların sabırlarının da patlama noktasına gelmesine neden olan, kadınları ses çıkarmaya, birlikte mücadele etmeye, kendi yaşamsal sorunlarıyla toplam sorunlar arasında daha açık bağlar kurmaya zorlayan koşullar. Görüyoruz ki bugün kadınlar hayatta kalabilmek için kişisel bir mücadele yürütmek zorunda kalırken, bu zorunluluğu sorumluluğa dönüştürüp bilince çıkararak hem kendi yaşamını hem de bütün bir toplumsal yaşamı değiştirme mücadelesine katılmaya daha açıklar. Ancak bu, kadınların bunu yapabilecekleri araçlara erişmelerini kolaylaştırmakla mümkün. Yani geniş bir örgütlenme ağı ve kadınların kendilerini içinde hissedebilecekleri bir mücadele ekseniyle.İşte derdimiz bunu yapmak...
NE YAPMALI?
Giderek vahşileşirken bir yandan da giderek gündelikleşen, sıradanlaşan, meşrulaşan kadına yönelik şiddet sorununu mücadelemizin en temel gündem maddelerinden biri haline getirmek zorundayız.
1- Kadınların işyerlerinde, mahallelerinde, sokaklarda yaşanan şiddeti tartışmaları için olanaklar yaratmak birincil iş. Her bir tekil olayın farklı bağlantılarını ortaya koyup bunların biz kadınlara ne söylediğini birlikte değerlendirerek, bilgilendirici materyallerle kadınların yaşananlardan haberdar olmalarını sağlayarak, ama en önemlisi kendi bulundukları yerlerde birlikte hareket etmelerinin olanaklarını oluşturarak ilerlemeliyiz. En yereldeki en küçük bir aradalık, kadınların güç bulabilmesinin, güvenle hareket edebilmesinin en büyük dayanağı olmuştur çoğu zaman. Yaşananlar karşısında sadece konuşan ve dertleşen değil, “Ne yapabiliriz” sorusuna da harekete geçerek cevap verebilen bir birliktelik. İhtiyacımız olan bu...
2- Bunun için broşürler, el ilanları, bildiriler, gazete kupürlerinden, yazılardan, bilgilerden oluşan duvar gazeteleri hazırlayarak, kadınların kendi yaşadıklarını anlatacakları yerel mecralar yaratarak ve dergimiz, sitemiz gibi var olan araçlarımızı güçlendirerek kadınların bilgi ve deneyim paylaşımlarını artırmaya ihtiyacımız var.
3- Bugün OHAL koşullarında, kadın hareketinin ortak sözlerini söyleyebildikleri yerel kadın platformların hareket koşulları zorlaştı. Ancak bu zorluğu aşmanın da, olanakların ve katılımın daraldığı yerleri genişletmenin de koşullarından biri şiddet sorununu daha çok gündem etmek, daha çok kadınla buluşmak ve güçlü bir ses çıkarabilmek için neler yapabileceğimizi daha çok tartışmak. Her gün pek çok kentten, ilçeden, mahalleden bir kadın cinayeti, çocuk istismarı, şiddet haberi gelirken, o kentin, ilçenin, mahallenin kadınları olarak takipte olmak, tepki göstermek esas meselelerimizden biri olmalı. Çünkü bu, hem bir arada hareket edebilmemizin, hem de henüz bu birliğin içinde yer almayan kadınlarla genişlememizin yollarından biri.
KADINLARIN ŞİDDETE KARŞI MÜCADELESİNİN ZEMİNİ
Yalnızca Türkiye’de değil, bütün dünyada kadınlar, şiddetin giderek vahşileşen ve kanıksatılmaya çalışan boyutlarıyla mücadele için birlikte hareket etmenin yol ve yöntemlerini bulmaya çalışıyor. Hatta kimi zaman, büyük toplumsal hareketlerin ve geniş katılımlı, gündem değiştirici eylemlerin sürükleyicileri oluyorlar. Bu eylemlerde ve örgütlenmelerde en dikkat çekici olgu, şiddete karşı mücadelenin çalışma yaşamının güvencesizleştirilmesi, ağırlaşan yaşam koşulları ve ücret eşitsizliğine karşı mücadeleyle birleştirilmesi. Aynı zamanda homofobi, transfobi ve ırkçı göç politikasının reddedilmesi, ırkçılığa, emperyalizme, heteroseksizme ve neoliberalizme karşı çıkan bir eksende yürütülmesi.
Bu bize, kadına yönelik her türden şiddeti, kadınları yaşamın her alanında bağımlı ve “kullanışlı” hale getirmeye çalışan kapitalist düzenle birlikte tartışma gereğini gösteriyor. Şiddeti kapitalizmin geldiği aşamada kadınların hayatına nasıl kast ettiğiyle birlikte almak, basitçe “kadına yönelik şiddetin sorumlusu kapitalizm” demek değildir. Yükselen ve emekçi karakteri daha belirginleşen kadın hareketi, şiddet karşıtı mücadelenin eksenini ve taleplerini neoliberal dünyanın yarattığı yıkımın içinden süzerek belirliyor artık. Gücünü kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin, adaletsizliğin, sömürünün, şiddetin ağır sonuçlarına artık daha fazla katlanmak istemeyen geniş kadın kitlelerinin başka bir yaşam hayali ve talebinden alıyor. Bugün kadınların şiddetsiz bir yaşam talebinin insanca bir yaşam, eşitlik, özgürlük, hayatlarına ve bedenlerine ilişkin kararları bağımsız bir biçimde alma, güvenceli iş ve gelecek talepleriyle kopmaz bağları olan talepler olduğu daha açık hale geldi. İşte tam da bu nedenle, bu talepler, bugün kadınların şiddete karşı ortak mücadelesinin zeminini oluşturuyor.
İlgili haberler
Şiddete uğradığınızda neler yapabilirsiniz?
Şiddete uğrama ihtimaliniz varsa ya da şiddet dolu hayatınızı değiştirmek istersiniz ihtiyacınız ola...
Kadına şiddet vahşete dönüştü sorumlular korunuyor...
Kadına şiddet haberlerine her gün yenisi ekleniyor ve gittikçe vahşileşen yöntemler görüyoruz. Peki...
Vahşileşen şiddetin arkasında ne var, önüne nasıl...
Ülkede kadınlar için ölümün “olağan” biçimi neredeyse lüks. Giderek vahşileşirken bir yandan da sıra...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.