Tarihimiz mücadele, mücadelemiz umut dolu!
Kazandıklarımız, kazanacaklarımızın ‘nasıl’ını da gösterdiğinden; tarih boyunca biriktirdiklerimize, verdiğimiz mücadelelere ve bu yolun kazandırdıklarına belleğimize dönüp bir bakalım…

19. yüzyılda kadının erkeğe itaati doğanın bir gereği olarak görülüyor, kadınlar evlerden iş yerlerine pek çok alanda ikinci sınıf muamele görüyordu. Kadınların meslek sahibi olabilme hakkı, boşanabilme hakkı, seçme ve seçilme hakkı yoktu. Kadınlar daima düşük ücret alır, hamile olduğu anlaşılan işçi kadınlar kolayca işten atılabilirdi. Kadınlar genellikle niteliksiz işçi, yardımcı işçi olarak görülürdü, bir erkeğin uzantısından farklı algılanmazdı. Ancak bu yolun kat kat ilerisindeyiz artık. Bugüne dek kazanımlarımız da kadınların ısrarı, inadı ve mücadelesiyle mümkün oldu! Kazandıklarımız, kazanacaklarımızın ‘nasıl’ını da gösterdiğinden; tarih boyunca biriktirdiklerimize, ödediğimiz bedellere, verdiğimiz mücadelelere ve bu yolun kazandırdıklarına, neler biriktirdiklerimize belleğimize dönüp bir bakalım… Çünkü kadınların tarihi, en zorlu koşullara karşın yola gedik açanın mücadele olduğunu gösteriyor hala…

8 MARTI 8 MART YAPAN TARİH
1830, Lowell Kadın Hareketi

18. yy ve 19. yy’ın başlarında Amerika’nın kapitalist çocukluk döneminde, dokuma ve tekstil en temel üretim alanlarındandı. O dönemler sadece liflerden iplik yapma işi fabrika içerisinde yapılıyor, patronlar aileleri köylerden kentlere göç ettiriyordu bu iş için. Amerikan kapitalizminin ve işçi sınıfı tarihinin literatüründe ilk defa “mill girls” diye bir terim belirdi bu dönem, yani “fabrika kızları”.

Tamamen tekstil üretimine ayrılmış Lowell adlı kasabada yirmi yıl içerisinde 10 ayrı şirketin inşa ettiği 32 adet tekstil fabrikası bulunuyor ve çoğunluğunu 16-35 yaşları arasında kadınların oluşturduğu yaklaşık 8 bin işçi yerleştiriliyordu.

İşçi kadınlar; 14-16 saatlik çalışma, başlarına dikilen erkek yönetici, 10 yaşından 35 yaşına kadar yazın cehennem sıcağında üretimi en yüksek seviyede tutarak kilitlenen bu odalarda havada uçuşan pamuk ve iplik tozlarını çekiyorlardı ciğerlerine.

Bu ve benzeri koşulları dayanamayarak bir de 1834’te ücretlerinin yüzde 15 düşürülmesine karşı greve çıktılar, ama örgütsüz olduklarından başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ancak koşulların giderek ağırlaşmasıyla kadınlar yenilgilerden dersler çıkararak değişim için örgütlenmenin ilk adımlarını atmaya başladı. 1840’larda çalışma gününün 10 saate indirilmesi kampanyası için imza toplamaya başladılar. Böylelikle Amerika’da işçi kadınların ilk örgütü, Lowell Kadın İşçileri Reform Derneği (Lowell Female Labor Reform Association-LFLRA) 1845’te kuruldu. Lowell, kadınların hem üretimin hem de değiştirme isteğinin parçası olduğunu gösteren ilk örneklerdendi. Ardından irili ufaklı birçok ayaklanma ve grevde kadın işçileri görmek mümkündü artık. Ve kadınlar binler, on binler halinde hak mücadelelerine atıldı.


Fotoğraf: Wikimedia commons

8 Mart 1857, New York, Tekstil İşçilerinin Grevi

Amerika’da işçi hareketinin yükseldiği, fabrikalarda ise zorlu koşulların kat be kat arttığı bu dönemde, New York’ta kurulu Cotton Tekstil Fabrikası’nda greve çıkan binlerce kadın işçinin talepleri şöyleydi: Çalışma koşulların iyileştirilmesi, iş gününün 10 saate indirilmesi, eşit işe eşit ücret.

Kadın işçilerin öncü olduğu bu kitle yoksul semtlerden başlayarak yürüyüşleri kenti boydan boya geçerek zenginlerin oturduğu mahallere doğru yöneldi.

Grevin ardından tekstil ve tütün sanayiinde birbiri ardı sıra başka grevler patlak verdi.


Fotoğraf: Wikimedia commons

26-27 Ağustos 1910, Kopenhag, İkinci Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı

Kadınların ama özellikle işçi kadınların tüm dünya çapında taleplerini ve mücadelelerini ortaklaştıracağı, kadınların sosyalist bir anlayışla mücadeleye kazanılmasının olanaklarının artırılacağı uluslararası bir gün belirlenmesi tartışması ilk kez 17 ülkeden 100 delegenin katıldığı, 1910 Kopenhag İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda yapılmıştı. Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden (SPD) Luise Zietz’in verdiği önerge, sosyalist kadın önder Clara Zetkin’in bu önergenin kabul edilmesi için gösterdiği büyük çaba ile kabul edildi.

1910 yılında Kopenhag’ta, uluslararası sosyalist kadın konferansının ikincisi gerçekleşti. Konferansta alınan bu kararın sonucu olarak sadece Almanya, Avusturya, Danimarka ve İsviçre’de 1911 yılının 19 Mart'ında "Uluslararası Kadın Günü" olarak 1 milyondan fazla kadının katılımıyla kitlesel kutlamalar yapıldı.


23 Kasım 1909, 20 binlerin ayaklanması

Bu dalga dalga gelen eylemlerin biri de tarihte “20 Binlerin Ayaklanması” adıyla anılacak olan, çoğunluğu Yahudi, Rus ve İtalyan göçmeni New Yorklu tekstil işçilerinin greviydi. 23 Kasım 1909’da başlatılan on bir haftalık bu grev, Amerikan tarihinde kadınların başını çektiği en büyük grev olarak biliniyor.

Binlerce işçi ‘shirtwaist’ denilen bluz üretiminde çalışıyor, patronlar milyon dolarlar kazanıyordu. Ne var ki üretimin bu bolluğuna karşılık işçiler sadece karın tokluğuna çalışıyordu. Özellikle vasıfsız yeni işçiler, çok düşük ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalıyordu. Bu vasıfsız işçilerse genellikle evlenene kadar çalışan, genç, Yahudi kadınlardı.

Ücretlerin düşük, koşulların ağır, saatlerin uzun, sömürünün bol olduğu ama güvenliğin ve güvencenin olmadığı işler için İngilizcedeki tabir ‘sweatshop’; yapılan işin ağırlığı kadar pisliğini de anlatacak en iyi ifadeyle ‘ter dökülen işyeri’ anlamını taşıyordu.

Kalabalık, havasız odalarda, sağlıksız koşullarda saatlerce çalışıyorlardı. Verilen araların dışında tuvalete gitmeleri bile yasak olduğundan, işçiler idrarlarını oldukları yere yapmak zorunda bırakılıyordu. Bu da çalıştıkları yerin daha da pis ve sağlıksız olmasına yol açıyordu. Zaten havada uçuşan kumaş artıklarından nefes almak zordu. Ayrıca aldıkları üç kuruşluk ücretle kendi dikiş malzemelerini temin etmek zorundalardı. Bir de işçileri aşağılarcasına, çalışma saatlerinde kapılar üzerlerine kilitleniyor ve çıkışta bir şey çalıp çalmadıkları kontrol ediliyordu.

Fotoğraf: Wikimedia commons

25 Mart, 1911, Triangle yangınının ateşi

20 binler grevinde sendikayı tanımamakta ve sözleşmeyi imzalamakta direten işyerlerinden Triangle Shirtwaist Factory’de korkunç bir facia yaşandı. Eğer diğer işyerlerinde olduğu gibi Triangle patronu sözleşmeyi imzalanmış olsaydı, işçilerin can güvenliği için gerekenleri yapsaydı işçilerin üzerine kapılar kilitlenmeyecek, asansörlerin ve yangın çıkışlarının güvenliği sağlanabilecek ve Triangle’nin adı, 25 Mart 1911’de 146 tekstil işçisinin –123’ü kadın, 23’ü erkek– yanarak can verdiği fabrika olarak tarihe geçmeyecekti…

Bu yangın, insanca çalışma koşulları için mücadele halindeki işçi hareketini daha da harladı. Başta Uluslararası Kadın Giyim İşçileri Sendikası olmak üzere sendikalar, işçi sağlığı ve güvenliğini temel mücadele taleplerinden biri haline getirdi. Amerika’daki çalışma yasalarının değişmesini, işçi güvenliği ve sağlığı ile ilgili ilk yasal düzenlemelerin getirilmesini sağladı.


1 Ocak 1912, Massachusetts, Lawrence Tekstil İşçileri Grevi

40 farklı ulustan işçilerin çalıştığı Lawrence, dünyanın en büyük tekstil fabrikasıydı. ABD’de, 1 Ocak 1912’de çıkan yeni iş yasasıyla kadın ve çocuk işçilerin haftalık çalışma saati 56’dan 54’e düşürüldü. Ancak ne var ki, işçiler iki hafta sonra, haftalık çalışma saatlerinin düşürülmesi karşılığında, ücretlerinde de düşüş olduğunu fark etti. İşçiler arasında büyük bir öfke dalgası yayıldı. Derken grev bütün Lawrance Fabrikalarına yayıldı. İşçiler hızla komiteler kurdu. 14 ulusun işçilerinden oluşan 56 kişilik bir ana komite grevin bütün sorumluluğunu üstlendi. Talepleri, 54 saatlik haftalık çalışma saati, yüzde 15 ücret artışı, fazla mesai karşılığında çift ödeme, eşit işe eşit ücretti. Grevin öncüleri büyük oranda kadın işçilerdi. Grevci kadın işçilerin seçtikleri slogan ise, “Bread & Rose”; yani “Ekmek ve Gül” dü. Ekmek, kadınların ekonomik taleplerinin, gül ise daha iyi bir yaşamın ifadesiydi. Grev, önemli kazanımlarla sonuçlanırken kadın işçilerinin örgütlenme, mücadele ve direnişi tarihinde önemli izler bıraktı.


Fotoğraf: SSCB Arşivi

8 Mart 1917, Petrograd Tekstil İşçilerinin Domino Taşı Etkisi

I. Dünya Savaşı’nın getirdiği kriz, yoksul Rusya halkını daha da yoksullaştırmış, açlıkla sınamaya başlamıştı. Ekmek, gazyağı gibi günlük ihtiyaçlara ulaşmak bile büyük bir sorun haline gelmişti. Birbiri ardı sıra grevlerin ve ekmek isyanlarının yaşandığı başkentte Bolşeviklerin kadınları Uluslararası Emekçi Kadın Günü’nde talepleri için sokağa çağırmasıyla on binlerce kadın 8 Mart 1917’de (eski takvime göre 23 Şubat’ta) Petrograd meydanını doldurdu. Talepleri yine aynıydı: “Kahrolsun açlık! Ekmek istiyoruz!” Her geçen gün daha da fazla işçi iş bıraktı, talepler daha da politikleşmeye başladı; Kahrolsun Çar! Savaşa Hayır! Kadınların çaktığı bu kıvılcım, inanılmaz bir yeraltı örgütlenmesi ile iktidarı devirmeyi planlayan devrimcilerin önderliğinde emekçiler arasında bir yangına dönüştü ve çar tahttan indirilip geçici hükümet kuruldu. Bu geçici hükümet de çare olmayınca, 1917’de Ekim’inde Bolşevik Parti’nin önderliğinde Sosyalist Sovyetler Birliği kuruldu.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra kurulan Sovyetler Birliği, o güne kadar kazanılmış bütün kadın haklarını koruyup ilerletmeye çalıştı. 1922 yılından itibaren, Petrogradlı kadın işçilerinin direnişine atıfta bulunarak 8 Mart, Emekçi Kadınlar Günü olarak resmileşti. Tam 56 yıl sonra, 16 Aralık 1977’de ise Birleşmiş Milletler 8 Martı “emekçi” sıfatından özenle ayırdı ve "Dünya Kadınlar Günü" olarak ilan etti. Ancak tarihi işçi kadınların mücadelesi ile dolu olan bu günü, gerçek tarihsel anlamıyla yorumlayarak kadınların uluslararası dayanışma ve mücadele günü olarak kutlamaya devam ediyor.



Görsel: Freepik

100 YIL SONRA ELİMİZDE KALAN…

Türkiye’deki kadınların büyük bir kısmı belki de bu 8 Mart’ı ödeyemediği faturayı, alamadığı ekmeği kara kara düşünerek, alacağı gıdanın en ucuzunu bulmak için market market dolaşarak geçirecek. İşte, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Rusya sokaklarında gösteriler yapan emekçi kadınların kıvılcımıyla yaşanan sosyalizm deneyimi bu çaresizlikten çıkış yolunu gösteriyor bize, dizi dizi anlattığımız işçi direnişleri, birlik ve mücadele ile bu çaresizlikten nasıl kurtulacağımızın yöntemlerini anlatıyor. Kadın emekçilerin iş yerlerinde, sendikalarda, yerellerinde verdikleri mücadeleyle kendi haklarını, özlemlerini ortaya koyabilmelerinin adı; örgütlülük. Bu örgütlülüğü yaşamamızın her alanında sahiplenmek, geleceğimize de sahip çıkmak anlamına geliyor bugün.

2022 yılının henüz başında Türkiye’nin dört yanında en ön cephesinde kadınların yer aldığı sayısız işçi direnişleri; bugün yüz yıl öncesinde var olan, düşük ücret, mobbing, hakaret, sendika düşmanlığı, bize reva görülen korkunç düzenin hala korunduğunu gösterirken, bu düzenin ortadan kalkması için kadınların yüz yıllık ve bugünkü direnişlerine bakmak ilham verici olsun hepimiz için.

Mücadele tarihimiz bize çıkış yolunun örneklerini sunan birçok direnişle dolu; ve geleceğimiz bu direnişlerin kazanımlarına gebe. Bu tarihsel misyon içerisinde kadınlar, işte bu yüzdendir ki, yüz yıl önce olduğu gibi hala, ekmek de istemeye devam etmektedir, gül de…

Sömürenlere karşı öfkesini biriktiren kadınların isyanını mayalayacağı bir vesileye dönsün bu 8 Mart…

Manşet fotoğrafı: pixabay

İlgili haberler
Gelecek bizimle değişecek!

Kapitalist barbarlığa, aile, devlet, tarikat iş birliğiyle hayatlarımızı karartan ittifaka karşı eme...

Mamak Belediyesi emekçileri ile görüşmeler: Ne çok...

Henüz gerçekleşmemiş taleplerimiz, hayata dair kaygılarımız hatta hayal kırıklıklarımız olsa da ilk...

Erkekler oyunla ‘kafa dağıtırken’ kafayı yiyen kad...

Sorumlulukların kadınlara yıkılıp, iletişimin sıfıra düştüğü evliliklerde ‘oyun bağımlısı’ kocaların...