Şantiyeden kahvaltı kalırsa, nevresim yeterse...
“Ben kocama ‘evde bir şey yok’ diyemiyorum. O kadar canına kıyan oluyor. Korkuyorum ben de. Sesimi çıkarmıyorum, içime atıyorum, sabrediyorum...”

Havanın kışa döndüğü, güneşin yerini gri bulutların aldığı bir eylül akşamı ‘yağmur ha geldi ha gelecek’ telaşıyla yola koyuluyoruz. Güzergah Esenyurt’ta bir işçi mahallesi. Önce “Yaşamın tüm renkleri Kozapark’ta” sloganıyla varlığını büyüten Garanti Koza’nın ‘yaşam alanı’nın yanından geçiyoruz. Dev gibi binaların arasında boydan boya yüzülebilir yapay göl olduğunu söylüyor yanımda Esenyurt’u avucunun içi gibi bilen arkadaş. Beni, bu binaların yapımında hala çalışan ama sefalet içinde yaşayan bir işçinin evine götürüyor. Eve yaklaştıkça yol üstündeki kocaman lüks binalar, önce küçük-büyük fabrikalara, sonra birkaç katlı derme çatma binalara dönüşüyor.

O binalardan birine giriyoruz; kapısını çaldığımız dairede bizi Garanti Koza şantiyesinde çalışan inşaat işçisi Ökkeş Karayılan, eşi Mehbare Hüseyinova ve iki yaşındaki çocukları bekliyor.
Geçtiğimiz haftalarda Evrensel gazetesinde yayınlanan “Müşteriye dört mevsim tatil, işçiye dört mevsim sefalet” başlıklı haberden, müşterilerine dört dörtlük yaşamlar vaat eden Garanti Koza’nın, o vaadi elleriyle yaratan işçilere aylardır ücret ödemediğini biliyoruz. İşçiler aylardır ücret alamadığı gibi, her ay daha da büyüyen borçlarıyla cebelleşiyor. Ökkeş Karayılan da sohbetimiz başladıktan bir süre sonra, bu durumu, “Eve gelmeye utanıyorum, eşimin çocuklarımın yüzüne bakamıyorum” diye ifade ediyor.

Böyle zamanlarda olanı yetirme, olmayanı oldurma çabası en çok kadınların omzuna yükleniyor. Mehbare Hüseyinova da her kadın gibi az da olsa eldekini yetirmek için kendi çözümlerini üretmeye çalışıyor.

EV SATILIK, EŞYALAR EV SAHİBİNİN
Mehbare, 42 yaşında. Beş yıl önce Azerbeycan’dan Türkiye’ye gelmiş, çalışmak için. Oradaki yoksulluktan kurtulmak isterken burası da çözüm olmamış derdine. Ama eşi Ökkeş ile tanışmış, bir çocukları olmuş. Oturdukları ev kira. Ancak ödeyemedikleri için ev sahibi evden çıkarıyor onları; cama kocaman ‘SATILIK’ ilanı yapıştırılmış bile... Ama her gün karın doyurma peşindeyken, ev sorunu öncelik olamıyor. Yürüme mesafesindeki şantiyeye her gün parasını alma umuduyla giden Ökkeş, evde kahvaltılık malzeme ve yemek olmadığı için işe başlamadan önce şantiyenin verdiği yemeklerden artırıp eşine ve çocuğuna getiriyor. Diğer işçi arkadaşları da -durumları her ne kadar farklı olmasa da- “Senin küçük çocuğun var” diyerek yumurtalarını Ökkeş’le paylaşıyormuş. Bir kuş gibi kaptığını yavrusuna getiriyor Ökkeş, her gün.

Mehbare, “Herkes ister güzel bir ailesi olsun. Ben yetim büyüdüm. Güzel bir ailem oldu. Ama zor yaşıyoruz. Arkadaşlar yardım ediyor Allah’tan. Allah razı olsun, bu yardımlar olmasa hiç yaşayamayız...” diyor.

Daha önce defalarca muhtarlığa gitmiş. Önceden bebek bezi yardımı geldiğini ama artık onun da kesildiğini söylüyor. Şimdi evdeki bezlerden, çarşaflardan yırtıp biçip çocuğuna bez yapıyor. Ürettiği çözümlerden biri bu... Öğreniyoruz ki bebeğin poposu bu sebeple yara bere, pişik içinde...

Mehpare devam ediyor; “Gördüğünüz eşyaların hepsi ev sahibinin. Hiçbir şey bize ait değil. Halımız bile yok, hepsi ev sahibinin. Arkadaşlarımız çocuğumuza beşik aldı. Biz istiyoruz ki işimiz iyi olsun, geçinebilelim. Çocuğum küçük olmasa çalışırım. Ama nereye bırakacağım?”

İŞTE SİZE İKİ SINIF!
Okuması yazması yok Mehbare’nin, vatandaşlık da alamamış bir türlü... Vatandaşlık alması için Azerbeycan’a gidip evraklarını halletmesi lazım ama “Azerbeycan’a gidecek param yok” diyor. Yardımlarla dönen evde kendi ihtiyaçlarını unutmuş bile. Mehbare, çocuğuna bez almak istiyor, sağlıkla büyüyeceği yemekler yedirmek istiyor... “Çocuğumun karnı doysun yeter” diyor.
Tüm bu sohbet esnasında yanımızda olan eşi bir an mutfağa gidiyor. O gidince gözleri dolmaya başlıyor Mehbare’nin, “Ben kocama ‘evde bir şey yok’ diyemiyorum. O kadar canına kıyan oluyor. Korkuyorum ben de. Mutlu görünmeye, sıkıntı yaratmamaya çalışıyorum. Sesimi çıkarmıyorum, içime atıyorum, sabrediyorum. Kocam her gün akşam karanlığında geliyor, utandığından. Diyor, ona borç, buna borç, nasıl görüneyim insanlara...”

En son ne zaman pazara çıktığını hatırlamıyor Mehbare. Yoksulluğun tüm izlerini görebileceğimiz bu evde, çocuklarının koşuşturmaları her ne kadar yüzlerini gülümsetse de tasaları büyük. Makarna yediriyor o gün Mehbare, iki yaşındaki oğluna. Birazdan bir nevresim daha feda edecek bez yerine. Sabah şantiyedeki kahvaltıdan kalan olursa kahvaltı edebilecekler.

Garanti Koza patronları mı? Onlar mükellef kahvaltı sofralarından sonra müşterilerine 3 bin 500 konutu, 40 bin kilometre karelik yüzülebilir yapay gölü, 4 kilometre yürüyüş parkurunu, ağaçlarla donatılmış 70 bin metre karelik yeşil alanı, 63 kortlu dünyanın en büyük tenis akademisini, en üst düzey teknoloji ile donatılmış fitness merkeziyle dört mevsim tatil sunan yaşam alanlarını tanıtacak...

İlgili haberler
Mevzu bozuk psikoloji değil, bozuk çark

Kaybedecek sarayımız da yok, ejder suyumuz da. İster dış güç desinler, ister başka bir şey; Yoksullu...

Aynı sınıftan olmayan aynı gemide olamaz!

Ben açık bir kadınım, yan masamda çarşaflı bir kadın arkadaşım çalışıyor. Birlikte yiyor, birlikte i...

Bunlar mı psikolojik!

O kadar kâr ediyorlar ki biz bir yıl depoda yatsak, sade maaş alsak bunlara bir şey olmaz! Hükümet b...