Nitelikli eğitim her çocuğun hakkı
Çocuklarımız yeteneklerini, kendilerini, dünyayı keşfetme bilimsel bilgileri edinme, değişme, değiştirme hakkından yani eğitim hakkından vaz mı geçsin, bu hayallerimizi unutalım mı yani?

Televizyonlarda sık sık bir kamu spotu dönüyor, sizin de dikkatinizi çekmiştir belki. Ben her defasında çok odaklanarak izliyorum. Muhtemelen merdiven altı atölyelerde çekilmiş. Yaşları 12-15 arasında değişen çocuklar, daha doğrusu çocuk işçiler konuş(turul)uyor... Esmer bir erkek çocuk: “Eğitimini alsaydım robot yapardım robot” diyor; hemen sonraki sahnede uzun saçlarını atkuyruğu yapmış, iri kara gözlü bir kız çocuğu hayal kurarak camdan dışarıyı seyrediyor ve ardından bir tekstil atölyesinde, masalardan topladığı kumaşlar kucağındayken “Eğitimini alsaydım ortacı değil, tasarımcı olurdum” diyor... Sonra, işte adı geçen vakfın “sizlerin” katkısıyla desteklenen çocuk sayısının 2 milyona ulaştığı belirtiliyor. “Nitelikli eğitim bazı çocukların değil, her çocuğun hakkı! Bir çocuk değişir, Türkiye değişir!” sloganıyla sonlanıyor spot.
Bu kamu spotundaki en önemli cümle, “Nitelikli eğitim bazı çocukların değil, her çocuğun hakkı”dır. Evet, kesinlikle öyledir ve bu hakkın güvenceye alınması devletin sorumluluğundadır. Dolayısıyla böyle temel bir hakkın kullanımı vakıfların, kişilerin insafına, vicdanına havale edilemez, edilmemelidir.
Nitelikli eğitim, veliler, öğretmenler, öğrenciler ve siyasi iktidarlar için aynı anlama mı geliyor? Yoksul açısından nitelikli eğitim, çocuklarının iyi bir meslek sahibi olması, toplumda kendisinden daha ‘iyi yerlere’ gelmesi, anne babasının yazgısını devralmayıp biraz daha “rahata” kavuşmasıyken, zenginler için var olan ayrıcalıklı konumun sürdürülmesidir; sermaye, dolayısıyla da iktidar içinse, varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün sağlanmasıdır.

İSTİSNALAR UMUDU BESLER
Bu farklı beklentiler arasındaki sessiz ama yaman çelişki böyle sürüp gider. Yoksul, bugünkü eşitsiz yarışta çocuklarına daha iyi bir gelecek yolunu kolaylaştırmak için elinden geleni ardına koymaz. Bütün gücüyle, şartlarını alabildiğine zorlayarak fırsat eşitsizliğini en aza indirmeye çabalar. Ama işler hep daha da zorlaşır. Her defasında yeni engeller çıkar ve çoğunlukla yoksulun hayali imkânsızlaşır. İstisnalar yok mudur, vardır. Dikkat ederseniz, –çobanların Robert Koleji’ni, üniversiteyi dereceyle kazanması gibi– o istisnalar, o büyük başarı hikâyeleri hem şaşkınlık yaratır, hem de ‘biraz fedakârlık yapsanız sizin çocuğunuz da yapabilir’, ‘mesele çalışmakta, çaba göstermekte’ mesajını yayar. Her siyasi parti, iktidara geldiği andan itibaren ‘nitelikli eğitim’ için reformlar yapacağı vaadiyle bu “umutları” besler. Yeni sistem en bilimsel, en modern sitem olacaktır... Bu defa haksızlıklar son bulacak, güzel günler gelecektir!

İHL VE ÖZEL OKUL SAYISINDA PATLAMA
Aynı vaatlerle gerçekleştirilen 4+4+4’e bir daha bakalım: 2012’de dönemin başbakanı Mecliste yaptığı konuşmada 1997’de getirilen 8 yıllık kesintisiz eğitimi eleştirirken “Geçmişte bürokratik makamlar, zenginlik babadan oğula geçiyor, dar ve seçkinci bir çevre içinde pay ediliyordu. İşte Anadolu bu çarkı bozdu. Yoksul ailelerin, köylülerin, çiftçilerin, kapıcıların, marangozların, terzilerin çocukları okudu. Vali, kaymakam, avukat, savcı, bürokrat olmaya başladı. 28 Şubat, hiç kimse kusura bakmasın, işte Anadolu’nun bu şahlanışına karşı da yapılmış bir uygulamadır” demişti.
Tam da hayal ettiğimiz gibi çiftçi, köylü, kapıcı, terzi, marangoz çocukları da vali, savcı, kaymakam, bürokrat olabilecek... Ayrıca 4+4+4 ile meslek liseleri öğrencilerinin sınavlarda uğradığı katsayı haksızlığı ortadan kalkacaktı. Çünkü başta imam hatip liseleri (İHL) olmak üzere meslek lisesi öğrencileri katsayı engellemesi yüzünden üniversite sınavında başarısız oluyordu. Katsayı uygulaması kaldırıldı, veliler çocuklarını meslek liselerine, ama özellikle, daha çok desteklenen imam hatip liselerine göndermeye razı oldular. Başbakanın deyimiyle “Anadolu’nun yoksul evlatlarına” kaymakamlık, savcılık yolu açıldı; büyük bir şahlanış başladı! 2002’de 71 bin olan İHL öğrencisi sayısı 2017’de 1 milyon 291 bin 426’ya yükseldi. Gelgelelim son LYS’de her 5 İHL mezunundan sadece 1’i üniversiteyi kazanabildi.
Bu sistemde sadece İHL sayısı mı arttı? Hayır, başka çarpıcı artışlar da oldu. Devlet okullarının sayısı azalırken özel okulların sayısında da patlama oldu. Her mahalleye hatta sokağa özel liseler açıldı. 2012’de özel meslek lisesine giden öğrenci sayısı 4 bin 348 iken tam 25 kat arttı ve 2017’de 111 bin 198 oldu. Velilere, sayısı bir avuca indirilen anadolu lisesine gidemeyen çocuklarını gönderecek bir meslek lisesi de bulamayınca –eğer İHL’ye de göndermek istemiyorsa– tek seçenek olarak, özel okullar kaldı. Şu işe bakın ki, ‘bütçe yetersizliği’ nedeniyle ihtiyaç duyulan okulları yap(a)mayan devlet, özel okullara gelince, bu okullara, tercih eden öğrenci başına 3 bin 60 TL ile 4 bin 280 TL arasında teşvik vereceğini açıkladı.

DEVLET OKULUNA VERİLSE NELER OLUR NELER
Devlet bu kadar parayı devlet okuluna ayda bir kez gönderse, bu okullarda neler olabilir dersiniz? Örneğin ulaşım, öğle yemekleri ücretsiz olabilir. Okullara kütüphaneler ve spor salonları yapılabilir. Eğitim araç ve gereçleri çeşitlenebilir, ücretsiz etütlerle öğrencilerin eğitimlerine zaman ayrılabilir. Ama gelin görün ki, bunlar için kaynak yok! Çünkü büyük oranda yoksulun ödediği vergilerden sağlanan bu kaynak, emekçilerin çocuklarına değil, sermayeye aktarılıyor.
Özel liseye gönderemiyorsanız, çocuğunuz için başka bir adres daha var: Açık Lise... 2016-17 öğretim yılında 1 milyon 287 bin 240 öğrenci açık liseye gitti ve bu yıl açıklanan TEOG sonuçlarına göre,150 bin öğrencinin, gidecek bir okul bulamadığı için açık liseye kayıt yaptırması bekleniyor.

PEKİ, BUNA RAZI MI OLACAĞIZ?
Çocuklarımız yeteneklerini, kendilerini, dünyayı keşfetme bilimsel bilgileri edinme, değişme, değiştirme hakkından yani eğitim hakkından vaz mı geçsin, bu hayallerimizi unutalım mı yani? Bu soruya verilecek en adil, en vicdanlı ve doğru yanıt “Hayır”dır. Vazgeçmek yerine çocuklarımızın geleceği için mücadele edersek; dert yanarak, komşunun çocuğunu gözetleyerek, çocukları birbiriyle yarıştırarak değil, mücadeleyi ortaklaştırarak yürürsek, sadece kendi çocuğumuzun kaderini değil, evet, Türkiye’nin kaderini değiştirebiliriz.
Bu sistemin fıtratında eşitsizlik var. Okullarda yeniden üretilen bu eşitsizlik merdiven altı atölyelerde, tersanelerde, fabrikalarda çalışma koşullarımızı oluşturur. Bu eşitsizliğe karşı hakkımız olana sahip çıkarsak; sistemin çarkına okullarda da çomak sokabilirsek güzel günlere yürümüş oluruz.

İlgili haberler
Bu yasalar kimin ihtiyacı?

Yasaların oluşturduğu düzen her zaman toplumsal ihtiyaçla şekillenmez. Kimi zaman bu ihtiyaç, toplum...

Cinsiyetçilik: AKP’nin olağan hali

Yeni eğitim öğretim yılı başlamasına çok az bir zaman kala hafızalarımızda henüz taze olan bazı olay...