Düzeniniz ölüm saçıyor
Tek adam düzeninin bir parçası olan adamlar, bin çeşit kızgın sesle bulandırmaya çalışıyor bizim gerçekliğimizi. Oysa biz bin çeşit kadın olarak tek bir ses veriyoruz.

Güvensiz, tedirgin, öfkeli, tepkili, kırgın, değersiz hisseden milyonlarca kadın 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nü karşılayacak. Üst üste gelmiş vahşi cinayetler, tartışmaya açılmış anayasa değişiklikleri, Meclisin bütçe görüşmeleri, asgari ücretin belirlenme zamanı, toplu sözleşmeler için hazırlıklar, okulların sorunları derken bu yıl kafalarda bin bir soru, yüreklerde bin bir kaygıyla güne başlıyor; mesaiye, okula gidiyor kadınlar. Tek adam iktidarının temsilcileri, farklı siyasi partilerin başkanları kürsülerde, TV programlarında gerine gerine konuşuyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar çeşitli konularda.

yalandan bir zafer şenliği, yüzüme söyle noluyo böyle?
Bin çeşit kızgın adam sesi, gerine gerine dayılanıyo öyle!(*)

Tek adam düzeninin bir parçası olan adamlar, bin çeşit kızgın sesle bulandırmaya çalışıyor bizim gerçekliğimizi. Oysa biz bin çeşit kadın olarak tek bir ses veriyoruz. Sesimiz “Canımızın değeri mi var?” sorusunda çınlıyor. Üstelik bu soru her geçen gün daha ağır bir şekilde çöküyor kadınların hayatlarına. Komşu sohbetleri, çay molaları, ders araları, yurt kantinlerinde kaç kadın kuruyor bu cümleyi bir dizi hayıflanmanın ardından? Çok kadın! Geçtiğimiz birkaç ay içinde sendikasının mitinginde, kadın cinayetlerine karşı bir yürüyüşte, bebeğini kaybettiği özel hastanenin kapısında, velisi olduğu ilkokulun önünde bu soruyu sordu yüz binlerce kadın.

ŞİDDETİ GÖRÜNMEZ KILMANIN PEŞİNDELER

Vahşice işlenen kadın ve çocuk cinayetlerinin yarattığı infial pek çok kadını harekete geçirdi. Bu cinayetlerin vahşilik dozunun yarattığı infiali fırsat bilip gündelik hale gelen çoğu şiddet biçimini de aynı oranda görünmez kılmanın peşinde sermaye iktidarı. Kendi ölüm ve şiddet düzenlerini kadınlara zorla kanıksatmak istiyorlar.

Günlük hayat içinde kabul etmeye zorlandığı, yaşamın bir parçası haline getirilmiş şiddet biçimlerine, ölüm düzenine karşı yükseliyor kadınların “Yaşamak istiyoruz” çığlığı. Kendi sorumluluklarının lafını ağzına almayanlara diyeceğimiz çok şey var. Kadınların korkusunu, tedirginliklerini, tepkilerini konuşacaksak lafı bütün bir yaşamdan açacağız!

SERMAYENİN ŞİDDETİ

Yıllık iznini kullanmak istedi diye tazminatını alamayacak şekilde işten atılabilir ve kıdem tazminatını alabilmek için yıllarca mahkeme kapılarında bekleyebilir; yöneticisi hakaret ettiğinde, iş yerinde tacize uğradığında gözyaşını boğazında bir yumruyla tutup çalışmaya devam etmek zorunda kalabilir; asgari ücretin “bir tık” üzeri ücretinden “gelir vergisi” keserek çalıştırabilir, sendikaya üye olduğunda vergi ödemeyen patronu birden kapının önüne koyup jandarmaya kolunu bacağını kırdırabilir bir kadının bu memlekette.  

İş kazası geçirdiğinde sigortaya bildirimde bulunamayabilir, yaptırımı da denetimi de olmaz verilen canların, kesilen parmakların; kaçak çalıştırıldığı iş yerinin arka kapısından kışkışlanabilir müfettişler geldiğinde; sağlığı için alınmayan önlemler 10 dakikalık denetimde alınıyormuş gibi davranmaya zorlanabilir mesaisinin bilmem kaçıncı saatinde; gece mesaisi çıkışında servisi onu karanlık, ücra bir noktada bırakabilir;  eve varabilmiş olmasına şükretmesi istenebilir bir kadından bu memlekette!

Doğum yaptığında bebeği özel hastane köşelerinde daha fazla para için alıkonulabilir, yoğun bakımda tedavi gören eşi dostu para için ölüme terk edilebilir, kendi hastalığı da ailesindeki hasta bakımı da öylece omuzlarına yüklenebilir bir kadının bu memlekette!

Yoksul mahallelerin ilkokul önlerinde çocuğunun güvenliğinden duyduğu endişe ile ödeneksizlikten pislik götüren okul sıralarında olan çocuğunu bekleyebilir bir kadın bu memlekette!

Yurt asansörüne sıkışarak can verebilir, okuyabilmek için üç kuruşa çalışabilir, kampüsünün güvensizliğine bir de iş yerini ekleyerek mezuniyetinden sonra kendini bekleyen geleceksizliğin ağırlığı altında ezilip bin bir çeşit bunalıma mahkum edilebilir bir kadın bu memlekette.

HAYATLARIMIZI SERMAYEYE FEDA EDİYORLAR.

“Canımızın değeri mi var?” sorusu işte bu sarmalın içinden yükseliyor. Tek adam rejimi, sermaye düzeninin parçası, sözcüsü, temsilcisi her şeyi olarak kadınların bu sorusuna bir cevap veriyor: “Canınızın değeri yok.” Onlar bu cevabı kadınlara sömürü politikalarıyla, cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren gerici adımlarıyla hayatının her anını yeniden sermayenin bekası için örgütlerken hayatımızın ta orta yerinde veriyorlar.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan da 6284 Sayılı Kanun’un gerekli kıldığı mekanizmaları bile isteye işletmeyen de aynı iktidar, kadın katillerine daha ağır cezalar getireceğiz diyen de aynı iktidar. Sağlığı hak olmaktan çıkaran, gözünü açmamış bebeği can pazarının malı haline getiren de aynı iktidar, doğum oranlarının yükselmesi için propaganda yürüten de aynı iktidar. Okullara temizlik malzemesi alacak parayı vermeyen, özel okulları ihya eden de aynı iktidar, eğitim yüzyılı diye gerine gerine dayılanan da. Bu bir çelişki değil, sermaye iktidarına özgün olan bir işleyiş biçimi.

Kapitalist sistemde kök salan, cinsiyet eşitsizliğinden beslenen şiddet hayatımızın her anını kabusa çevirirken tek adam rejimi cezasız bıraktığı, engellemediği faillerin caniliği ile bu kabusun kapitalizm ile değil bir kaç ucubeyle sınırlı olduğu aldatmacasını yaratmak istiyor. Bin çeşit kızgın adamın dayılanan sesine kulak verin; hepsinin sesinde toplumsal, siyasal, kültürel olarak inşa ettikleri kadın düşmanlığı, hak gaspları var, kadınların, çocukların hayatlarının değersizleştirilmesi var.

HASTALARI ÇETELERE MAHKUM ETME BÜTÇESİ

En çok da bugünlerde yapılan bütçe görüşmelerinde bağırıp çağırıyorlar. Kadının güçlendirilmesi için ayrılan bütçeden her bir kadın yurttaşın payına 38 kuruş düşüyor! 2025 yılında genel kamu hizmetleri için yatırım harcamalarını kısıyorlar. Okulları pisliğe, hastaları özel sağlık çetelerine, kadınları şiddete ve sefalete mahkum etmenin bütçesini hazırlıyorlar.

Kadınların korkusunun, tedirginliğinin, öfkesinin temeli ölüm ve sömürü düzeninde. Bunu görmeden; bu düzenin her gün, hayatın her anında, alanında bir bütünlük içinde yeniden ürettiği şiddete karşı mücadele vermeden ne bugün aldığımız ne de yarın almayı umut ettiğimiz nefesin garantisi var. Ölüm düzeninde tek bir şeyin garantisi var; kadınların hakları ve hayatlarının sermayenin çıkarı için gasbedilmesi. İşte her birimizin “güçlendirilmesi” için yeterli gördükleri 38 kuruşla, patrona sömürü garantisi veriyorlar.

Tek adam rejiminin garanti belgesini yırtıp atmak zorundayız. Bu yıl 25 Kasım, eşit ve güvenli yaşam talebimizi örgütlü hale getirmemizin vesilesi olsun. Mücadele edelim, mücadelemizin ve kazanımlarımızın garantisi bizim örgütlü gücümüz olsun. Bu örgütlü güç; şiddeti yeniden örgütleyen kapitalist sistemi hedefine koyacak şekilde gelişmek zorunda ki biz bütün bir hayatı kazanabilelim. Bin bir zorlukla, mücadele ile kazandığımız haklarımızı korumamızı, dahasını kazanmamızı sağlayacak olan böyle bir örgütlü güç olabilir ancak.

KYK yurtlarında her odanın bir temsilcisinden, her katın bir sorumlusundan oluşan mekanizmaların işlediği, CİTÖK’lerin her üniversitede kurulduğu, öğrencilerin, akademisyenlerin, emekçilerin tam temsiliyetinin sağlandığı, iş yerlerinde sendikal örgütlenmenin güçlendiği, işçilerin kendi güçlerine dayanan komiteleri ile hareket edebildiği günleri birlikte getirebiliriz. Gündelik hayatımızı sarmalamış şiddetin her türlüsüne gündelik hayatımızda bin türlü şekilde karşı çıkalım. Gündelik yaşamlarımızda vücut bulan/bulacak olan pratiklerimiz, sömürüsüz, eşit ve özgür bir hayatı kazanma amacında birleştiği, ideolojik bir perspektif kazandığı ölçüde güçlenir. İşte ancak o zaman “Canımızın değeri mi var?” sorusunu ve bu soruyu kadınlara sorduran şiddet sarmalını, “Bizim canımız sizin ölüm düzeninize feda olmayacak!” çıkışı ile yok edebiliriz.


KELEBEKLERİ HATIRLAYALIM...

Dünyanın dört bir yanında her yıl her ülkeden kadının sokakları doldurduğu 25 Kasım’ın tarihini hatırlayalım. Ölüm saçan düzene karşı mücadele eden kız kardeşleri... Latin Amerika’da küçük bir ada ülkesi olan Dominik, 1930-1961 yıllarında, tam 31 yıl boyunca Rafael Trujillo diktatörlüğü tarafından yönetildi. Ancak bu 31 yıl boyunca halk, altında ezildiği baskıya, zulme karşı direnişi ve mücadeleyi sürdürdü. Zaten tarih sadece halklara zulmeden despotların değil, aslında zulme karşı direnenlerin tarihi.
25 Kasım 1960 tarihinde diktatörlük güçleri tarafından tecavüz edilerek öldürülen 3 kadın, Mirabel Kardeşler, diğer adıyla Kelebekler tüm dünyada kadınların şiddete, eşitsizliğe, baskıya karşı hep bir ağızdan ses çıkardığı, sokağa çıktığı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün sembolü oldu.
Minerva, Maria-Teresa ve Patria Mirabal, diktatör Rafael Trujillo tarafından yönetilen Dominik’te baskılara rağmen mücadeleden asla vazgeçmedi. 25 Kasım 1960’ta cezaevindeki eşlerini ziyaretten dönerken diktatörün askerleri tarafından yolları kesilen 3 kız kardeş tecavüze uğrayıp vahşice katledildikten sonra bir uçurumdan atıldı. Ölümlerine ise trafik kazası süsü verildi. Kelebeklerin ölümü ülkede diktatörlüğe karşı bir isyanın fitilini de ateşledi. Tam bir yıl sonra Trujillo diktatörlüğü yıkıldı. 1981 yılında Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma
Günü olarak kabul edildi.

*Mor ve Ötesi’nin Adamın Dibi şarkısından

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Üzerimize çullanan bulutları birlikte dağıtacağız!

Kasım sayımız yan yana gelişlerimizi artırmanın; talep ettiğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz eşit, özgür,...

Ekmek ve Gül dergisi Kasım 2024 sayısı

Birinden sıyrılsan öbürü yolunu kesiyor. "Bir yolunu buluruz" düşüncesiyle bundan kaçış yok. Tek kaç...