İsviçre’deki 14 Haziran Kadın Grevi’nin ardında bıraktığı sorular...
Bu grev, eşitsizliğin diz boyu olduğu iş yerlerine nasıl yansıdı? İsviçre sendikaları grevi nasıl ele aldı? Müslime Karabatak ve Erkan Ersoy'dan İsviçre Grevi izlenimleri...

Dünyanın en zengin ekonomisine sahip İsviçre’de eşitsizlik hala diz boyu. Yıllarca oy hakkı için mücadele edip sonunda ancak 1971’de federal olarak (Appenzell Innerrhoden kantonu, ancak 1990’da bu hakkı kantonal olarak tanımıştı!) hak kazanan kadınlar, kürtaj hakkını 2002’de, ücretli doğum izni hakkını ise ancak 2005’te sadece 14 hafta olarak alabildiler. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), BM gibi uluslararası kurumlara ev sahipliği yapan, doğrudan demokrasi denilince akla ilk gelen bu ülkede kadın hakları sanki o heybetli dağların altında kalmış.

1970’lerdeki kadın hareketi dalgasının etkisiyle 1981’de geçen bir İsviçre yasası, kadın ve erkeklerin özellikle aile, eğitim ve çalışma alanında eşit oldukları ve eşit değerdeki işe eşit ücret hakkı olduğunu sonunda açıkça belirtmişti. Buna rağmen, aradan 10 yıl geçse de eşitsizlikte bir adım ileri gidilmediğinden, sendikalı saat işçisi kadınların kararıyla 14 Haziran 1991 günü yarım milyon kadın evini, işini bırakıp eşitsizliğe son verilmesi için grev ve eylem yaptı. Beş sene sonra, 1996’da iş yerinde her türlü ayrımcılık yasaklandı.


YASA HÂLÂ EŞİTLİK OLMALI DİYOR, YAPTIRIM HÂLÂ YOK!
Şimdi o grevin üzerinden neredeyse 30 yıl geçti ama kadınlar hâlâ erkeklere oranla yüzde 20 daha az kazanıyor. Kadınların çalışma yaşamını sınırlayan diğer bir konu da çocuk bakımı. 14 hafta gibi kısa süreli doğum izni yetmediğinden, özellikle ailede bakacak kimse de yoksa, kadınlar işe veda etmek zorunda kalıyor. Çocuklar büyüdükçe de durum değişmiyor. Kreşler, yurtlar yetersiz ve çok pahalı olduğu için aile içinde daha “az kazananın” evde kalıp çocuk bakması yoluna gidiyorlar. Bazıları ise yarı zamanlı çalışmak zorunda kalıyor. Aynı durum, yaşlı bakımı için de geçerli. Bu yüzden, evdeki bakım işi kadınların daha az kazanmasına, iş hayatından kopmasına ve doğal olarak da emekli maaşlarının düşük olmasına neden oluyor ve kadınları yaşlılıkta daha güvencesiz bir yaşama itiyor. Kadınların emekli maaşlarının az olmasının diğer nedeni de patronların özellikle taşeronda çalışan kadın işçilerin emekli kasasına az prim yatırmaları.

Bu arada, bazı Avrupa ülkelerinde uygulanan babalık izni İsviçre’de yok ve bu da grevci kadınların ve ailelerinin acil taleplerinden biri. Kadınlar çocuk bakımını paylaşmak, erkekler ise çocuklarıyla daha fazla vakit geçirmek istiyor. Sağcı partiler ve patronlar televizyon ekranlarından, bunun İsviçre ekonomisine zarar vereceğini savunuyor, tıpkı ücretli doğum izni için yıllar önce söyledikleri gibi. Kadınlar ücretli doğum iznini 2005’te diğer ülkelere oranla daha kısa (14 hafta) olsa da almıştı ve bunun ekonomiyi çökertmediği çoktan görüldü.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi kadına yönelik şiddet oranı bu demokrasi ülkesinde de az değil! Af Örgütü’nün yaptığı ankete göre, her 5 kadından 1’i cinsel saldırıya uğruyor ve bunların sadece yüzde 8’i polise iletiliyor. Cinsel taciz olayları iş yerlerinde daha yaygın, her 3 kadından 1’i iş yerinde zorla elleme, sarılma, öpme gibi durumları yaşamış. Cinsiyetçi yorum ve “şakalar”, istenmeyen mesajların da oldukça yaygın olduğunu gösteriyor bu anket.


GREVE NASIL HAZIRLANILDI?
İsviçre’de kadın örgütleri, UNIA, Sit, Syna, Syndicom gibi işçi sendikaları ve ilerici siyasi parti ve örgütler kadınlara yönelik çözüm getirilmeyen tüm bu haksızlıklara karşı son birkaç yıldır tekrar ses yükseltmeye başlamıştı. 2018 Haziranı’nda ise ülke çapındaki bu tür örgütlerden gelen yüzden fazla kadın, 14 Haziran 1991’deki grevi, 14 Haziran 2019’da tekrar yapma ve bu sefer haklarını alma kararı aldılar. Kendi aralarında kantonlara, komünlere özgü komiteler ile o komitelere bağlı çalışma yaşamı, kültür, eylem, 8 Mart, iletişim, göçmen kadınlar, LGBTİ, hukuk gibi çeşitli çalışma grupları kurdular. İlk büyük eylemlerini de 22 Eylül 2018’de başkent Bern’de 20 bin katılımcıyla büyük bir yürüyüş yaparak gerçekleştirdiler. Tarihte kitlesel eylem sayısı oldukça az olan bu ülkede, kadınlar için oldukça iyi bir başlangıçtı. Yıl boyunca, her bir kanton grev komitesinin irili ufaklı eylemlilikleri, düzenli toplantıları, buluşmaları ve ulusal toplantıları oldu. Özellikle feministler ve diğer kadın örgütleri, yaptıkları her çalışmada ve her fırsatta kadınların çalışma yaşamı, toplum ve aile içinde ikinci planda kalması, maddi anlamda kötü koşullara itilmesi, şiddet, farklı cinsel yönelimleri olan bireylerin ve göçmenlerin yaşadığı zorluklar üzerine oldukça ısrarcı söylemleri oldu. Yaşadıkları bu sorunları en derinden hisseden kadınlar da elbette bunlara kulak açtı. Medya ve sosyal medya özellikle kullanıldı. Çeşitli gazeteci ve sanatçı kadınların emeğiyle yıl boyunca grev talepleri duyuruldu, kadınlara defalarca çağrı yapıldı. Devlet, sendikalar ve diğer örgütlerin sağladığı, ücret eşitsizliği, kadına yönelik şiddet başta olmak üzere kadınlara yönelik adaletsizlikleri sunan veriler haberleştirildi, yaygınlaşması sağlandı.

Grev öncesindeki bu hareketlilik bile politikacıları harekete geçirmeye başladı aslında. Sağcı partilerin karşı çıkmasına rağmen, 3 Aralık 2018’de 88 oya karşı 99 oyla kabul edilen yasaya göre 100 ve üzeri işçi çalıştıran şirketler, düzenli olarak eşit ücret denetlemesi yapmak ve çalışanları ve hissedarları da bilgilendirmek zorunda. Bu küçük ama önemli yaptırım, cinsiyetçi ücret eşitsizliğiyle mücadelede bir araç olacaktır elbette. Fakat, önemli bir nokta var: 100 ve üzeri işçi çalıştıran iş yeri sayısı, sadece yüzde 1! Daha önce Federal Konsey 50 ve üzeri işçi çalıştıran şirketler için bu yasayı önermişti fakat sağcı partiler “Küçük işletmeler üzerinde ağır bir yük olacak” iddiasıyla buna karşı çıkmıştı. Aynı şekilde, Federal Konsey, bu şirketlerin çıkardığı eşitlik denetlemesi sonuçları ne olursa olsun, her 4 yılda bir eşitlik analizi yapılması önerisini sunmuştu. Fakat, sağcıların etkisiyle alınan son karara göre, şirketin yaptığı denetleme dışında başka bir rapora gerek kalmayacak.


ASLOLAN YASALAR ÇIKARTMAK DEĞİL, YASALARI UYGULATMAK!
Fakat aslolanın yasaları değiştirtmek ya da yeni yasa getirtmek değil, onları uygulatmak olduğu fark ediliyor. Özellikle eşit ücret ve kadınların çalışma yaşamındaki hakları söz konusu olunca, sendikaların ve işçi örgütlerinin ne yaptığı, ne söylediği, en önemlisi de nasıl örgütlenme yaptığı da önemliydi tabii. Ulusal çapta iş gücünü etkileyen bu sorunu ele alıp iyi bir örgütlenme kampanyasıyla tüm ülkedeki patronları titretebilecekler miydi? Sonuçta işçi kadınların en doğal örgütleri olarak onlarla doğrudan ilişki içinde olan ve güçlü olduklarında patronları dize getirme aracına dönüşmesi gereken aslen sendikalar.

Tüm ülkede yaşanan bu sorun bu kadar yakıcı ve herkesin dikkatini çekmişken, bunu bir fırsat olarak kullanıp örgütlenmelerini sayı, güç ve bilinç olarak geliştirebilirlerdi. Örneğin, kadınların eşitsizliği en yoğun yaşadığı sektörler ve en büyük 10 şirketi belirleyip ifşa edebilirdi. Belki kamuoyu baskısına en hassas, en zarar görecek olandan başlayarak, hem içerden işçilerin örgütlenip mücadele ettiği hem de dışardan kadın örgütleri ve kamuoyunun baskısının olduğu bir sınıf savaşı alanına çevirebilir ve yasayı beklemeden fiilen kazanmaya başlarlardı eşitliği. Sanki domino etkisi gibi birindeki bir kazanım, başka bir iş yerini daha kolay almaya yeter artardı belki. Çünkü hem işçilerin kendilerine olan güveni çok daha artacak, kazanacaklarına daha da inanacak ve deneyim birikecek, hem de patronlar karşılarında örgütlü, bilinçli hareket eden bir sınıf göreceklerdi.

Bu belirlenen iş yerlerinin içinde ise, adım adım uygulanan bir örgütlenme kampanyası yürütülebilirdi. Genel sendika bildirileri, komitenin hazırladığı grev metni gibi işçiye henüz uzak olan  bildirileri dağıtmak yerine, işçilerin kendileriyle yapılan anketlerin sonuçlarıyla birlikte 14 Haziran çağrı bildirileri yine onlarla paylaşılabilir, işçilerin iş yerinde yapabileceği küçük eylemler örgütlenebilirdi. “14 Haziran günü çıkılacak grevi destekleyeceğim” şeklinde imzalar toplanabilir ve buna benzer her adımda baskı etkisi artan eylem biçimleriyle bir yandan işçinin kendine güveni artırılıp sendikal örgütlülük sağlanır, diğer yandan da patronlar karar almaya itilebilirdi. En önemlisi de işçiyle her bir karşılaşmada, işçi sendikada örgütlenmeye çağrılırdı. Böylece, herkesin yarını yokmuş gibi odaklandığı 14 Haziran günü yapılacak eylem, aslında tüm yıla yayılmış bir örgütlenme aracına dönüşebilirdi. Zaten taktiksel olarak da yıl boyunca güç biriktiren ve bilinç geliştiren işçiler 14 Haziran günü gerçek anlamda iş bırakırdı. Böylece grev grev için değil, grev işçi kadınların kazanımı için yapılmış olurdu…

PEKİ SENDİKALAR NE YAPTI?
Bir yıllık bu süre içindeki toplantı, buluşma ve eğitimlerde sendikacı kadınlar ve sendikalar asıl düzenleyiciler arasındaydı. Kadınların çalışma yaşamındaki haklarını, haksızlık durumunda yasal olarak neler yapabileceklerini aktarıyor ya da yıllar içinde kadınların ne kazanıp ne kaybettiğini anlatıyorlardı. Daha çok bireysel olarak neler yapılacağına odaklanıldı. Rakamlar, çeşitli veriler sunan tablolar bu tür buluşmalarda ve medya aracılığıyla yıl boyunca çokça paylaşıldı. Kadınların ve genel olarak işçilerin çalışma koşullarının nasıl iyileştirilmesi gerektiğiyle ilgili sendikal talepleri onlar da her fırsatta öne çıkardılar.

Fakat, kadın örgütlerinden ve diğer çağrıcılardan farklı olarak, sendikaların “işçi kadınları örgütleme” görevi silik kaldı. Genel yasal bilgilendirme ve çağrıların dışında, işçi kadınlarla buluşmalar kısıtlı kalmış gibi görünüyor. Bunu hem grev öncesi çalışmalarının medyaya, 1 Mayıs, 8 Mart alanlarına yansımasından, hem de grev günü çıkan tabloya bakarak söylemek mümkün.

14 Haziran’a kadar yazılan haberler, genel olarak komitelerin taleplerini, grev komitelerinin irili ufaklı kadın eylemlerini, gelişmeleri ve yasal ve politik süreçlerle ilgili bilgileri aktarıyordu. Örneğin, 14 Haziran’dan önce yıl içinde, her sayısında kadın greviyle ilgili bir şeyler yazmaya çalışan sendika gazetesi Evenement’da bile çoğunluğu kadın olan temizlik işçilerinin başarıyla sonuçlanan grevinden başka bir iş yeri örgütleme, eylem ya da grev haberi çıkmadı. Medyada, özellikle kadınların yoğun olarak çalıştığı temizlik, bakım ve sağlık, finans sektörlerindeki işçi kadınlar başta olmak üzere eşitsizlikten en çok etkilenenlerin görüşleri veya onların örgütlenmeleriyle ilgili haberleri neredeyse hiç yok gibiydi. Eski yıla oranla 8 Mart’ta ve 1 Mayıs’ta sokağa çıkan ve grev taleplerini dillendiren kadın sayısı çok olsa da yine de bu sayıya baktığımızda da bunu hissedebiliyorduk.

Yüzbinlere varan 14 haziran grevinde bile, işten çıkarılma, yalnız kalma korkusuyla kadınlar hâlâ hangi iş yerinde çalıştıklarını ve sorunlarını kamera önünde söylemiyorlardı. Sendikaların, bu grevi çalışmalarının bir parçası haline getirip sendikayla beraber işçileri güçlendiren, kendi örgütlü gücüne güvenen bir yapıyı hâlâ tam olarak kuramadılar. 14 Haziran’da greve çağrıları sıklıkla ve her fırsatta yapmalarına rağmen, iş yerindeki örgütlülüğü kurmak ya da güçlendirmek, bu greve daha başarıyla gitmek ve kazanmak için sendikalı/ örgütlü olma gereksinimi arasında bir ilişki kurulmadı.

Güçlü bir örgütlülük ile bir eylem için mobilize etmek arasındaki fark iyi kavranmadığı için, bugün yapılan eylemlerde “sendikasıyla iş yerinde örgütlü ve güçlü” kadın profilinden çok, kendi acil taleplerinin başkalarının da talebi olduğunu artık fark etmiş ve bir yıldır süren “grev” adını verdikleri bu eylemlerin yaygın propagandasının etkisiyle sokağa çıkmış kadın profili daha yaygındı. Bunun en bariz göstergesi de akın akın iş kolları/ sektörler ya da iş yeri komiteleri halinde değil mahalle grev komiteleri, farklı kadın örgütleri ile ya da bireysel olarak katılan kadınlar şeklinde gelmiş olmalarıydı.

İşçi kadınlar ancak sendikalı ise greve katılabildiler çünkü sendika onlara patronun kestiği günlük ücreti ödüyor. Sendikalı olmayan ve bireysel olarak katılanlar ise aslında gerçek anlamda iş bırakmayıp çoğunlukla “bir günlük izine” çıktılar. Ayrıca grev gününün Cuma, ulusal iş bırakma saatinin 15:24 ve yürüyüş saatinin 17:00 olması “greve” katılımda etkili oldu, çünkü çoğu kamu kurumu ve çeşitli şirketler bu günün o saatinde zaten paydos etmiş bulunuyordu. Aynı gün, iklim için okul boykotlarıyla bu yıla damgasını vuran gençlerin etkisini de es geçmemek gerekiyor. Meydanlara bakıldığında, liseli, üniversiteli kadınların, hatta anneleriyle gelen daha küçük çocukların da yoğun olduğu görüldü. Ev kadınları, yarı zamanlı çalışanlar ve işsiz durumda olanlar da bu grevin katılımcılarıydı. Tabi bir de iş yerinden çıkamayan ama aklı grevde olanlar vardı, onların bazıları molalarını uzatma, iş arkadaşlarıyla grev hakkında konuşma, grevin simgesi mor/fuşya renkleri giyme ya da grev rozetleri veya fularları takma gibi iş yeri eylemlilikleri yapıyordu.

Tüm bunlar akıllara şu soruları ister istemez getiriyor: Bu grev, eşitsizliğin diz boyu olduğu iş yerlerinde gerçekten etkili oldu mu? İsviçreli kadınlar bu grev ile on yıllardır bekledikleri haklarını, eşitliği gerçekten elde edebilecekler mi? Yoksa, 14 Haziran’a kadar süren hareketlilik yüz binlerin katıldığı bu eylemle taçlanacak, belki birkaç küçük kazanım olup sönümlenecek ve bir 30 yıl daha beklenecek mi?

Özellikle iş yeri bazında yoğun bir örgütlenmenin, hayatı durduracak şekilde iş bırakmanın olmadığı bir grev olduğu düşünüldüğünde, bundan sonra iş yerlerinde eşit ücret, kreş, emeklilik hakları, annelik ve babalık haklarıyla ilgili ne değişecek sorusu yerini koruyor. Ya da değişecekse bile, kadın hakları salyangoz hızıyla gelişen bu ülkede ne kadar hızlı olur, o da ayrı bir soru. 

Fakat, diğer yandan, yüzbinlerce kadının artık yeter diye sokağa çıkmış olması, büyük bir örgütlülüğe aç ve istekli olması da aslında kadınların gerçekten bıkmış olduğunu gösteriyor. Yani kadınlar hazır! İş ki, gerçek değişiklik için patronlara adım attıracak daha stratejik bir iş yeri örgütlenmesi yapılsın. Sonuç olarak hala geç değil, 30 yıl daha beklemeye de gerek yok!

Kaynaklar:
https://www.thelocal.ch/20190521/one-in-five-swiss-women-a-victim-of-sexual-assault One in five Swiss women 'a victim of sexual assault’ thelocal.ch .
https://www.thelocal.ch/20190308/12-fascinating-facts-about-the-history-of-womens-rights-in-switzerland 13 key milestones in the history of women’s rights in Switzerland. thelocal.ch


İlgili haberler
İsviçre’de kadınlar genel greve çıkıyor

İsviçre’de cinsiyetçilik, eşitsizlik ve kadına şiddete karşı ve eşit işe eşit ücret talebiyle kadınl...

İsviçre’de kadınlar grevde

İsviçre'de kadınlar ilki 14 Haziran 1991’de gerçekleşen ve ikincisi 28 yıl aradan sonra yapılan iş b...

Fotoğraflarla İsviçre Kadın Grevi

İlki 14 Haziran 1991’de gerçekleşen, ikincisi 28 yıl aradan sonra yine 14 Haziran 2019’da yapılan İs...