İran’da Mahsa Amini’nin ahlak polisleri tarafından katledilmesinin ardından başlayan, bir ayı aşkındır kent merkezlerinde, mahallelerde, lise ve üniversitelerde, fabrikalarda ve birçok farklı iş kolunda süren halk mücadelesi dinmiyor, hatta yeni dinamikler kazanıyor.
İran halkı yıllardır biriktirdiği öfkeyi, bir önceki mücadelelerden edindiği tecrübeleri büyütüyor. Kadınlar ise bu mücadelenin ön saflarında yer alıyorlar. Bugün sayfamızda İranlı kadınlardan mektuplar var. Bu mektuplar bir yandan bu mücadeleyi büyüten dinamiklere ilişkin fikir verirken, bir yandan da kadınların en ön safta olmasının arka planındaki yıllara dayanan baskının, gericiliğin, kadınlar üzerindeki özel denetimin kadınların hayatındaki özel izlerini de ortaya seriyor. İran’ın Tahran kentinde devlet kız lisesinde 25 yıldır öğretmenlik yapan bir kadın, Tebriz Şahid Madani Üniversitesi mühendislik fakültesi öğrencisi bir kadın ve son dönemde sinema sektöründeki taciz ve şiddete karşı yükselen kadın mücadelesinin sembol isimlerinden olan Somayeh Mirshamsi’nin mektupları İranlı kadınların direngenliklerini gösteriyor.
İRAN’DAN BİR KADIN ÖĞRETMEN:
YILLARDIR BASKI UYGULADIKLARI KIZ ÇOCUKLARI SOKAKTA
Ben 25 yıldır İran’ın Tahran şehrinde devlet kız liselerinden birinde edebiyat öğretmeniyim.
Öğretmenler son dört yıldır ekonomik talepler etrafında İran’ın farklı illerinde yan yana geliyorlar.
2022’nin başlarından itibaren devam eden öğretmen protestolarının öğretmenler açısından genel greve dönüşmesi hem protestoların niteliğine dair bir fikir sundu hem de öğretmenlerin İran meclisinin bilindik oyunlarına tahammüllerinin kalmadığını gösterdi. İran’daki öğretmenler 2018 yılında her biri iki gün süren üç aşamalı genel grev örgütlemişlerdi. Ve bir yanıyla bu süreç öğretmenlerin kendine ait konseylerinin oluşmasını sağladı. Bu süreçlerde İbrahim Abdi gibi birçok öğretmen tutuklandı ve işkence edildi.
ÖĞRETMENLER ÖĞRENCİLERİ İÇİN DE MÜCADELE EDİYOR
Öğretmenlerin grevlerinde ortaklaşılan talepler büyük oranda “Öğretmenlerin kadro sorunlarının giderilmesi”, “ücret artışı” gibi talepler olsa da bizler öğrencilerimiz için de mücadele ediyorduk. Mesela grevlerde öne çıkardığımız diğer taleplerden biri “parasız eğitim” talebiydi. Şimdi ise öğretmen konseyleri halkla yan yana mücadeleyi büyütmeye çağırıyor. Bu bize ekonomik taleplerimizin siyasi taleplerle iç içe geçtiğini gösteriyor.
Takip ettiğiniz üzere şu an İran’da devam eden protestolarda liseli kız çocukları önlerde yer alıyor. Bu biz öğretmenleri de onların karşısında sorumlu hale getiriyor. İran rejimi yıllardır eğitim alanını kuşatarak kendi propagandasını sürdürmeye uğraştı. Çocuklarımızın zihnini yıkamak, onları küçük yaşlardan itibaren ikincil hale getirmek için elinden geleni yaptı. Din dersleri, Kur’an tefsir dersleri, aile eğitim dersleri ve yalan yanlıştan ibaret olan tarih dersleriyle çocuklarımızın zihnini yıkamak için elinden geleni yaptı.
OKULLARDA AHLAK POLİSLİĞİ YAPAN ÖĞRETMENLER
Ahlak polisinin önemli bir yüzü ise okullarda kendine yer buluyor. İran rejiminin bünyesinde yer alan “eğitim ve yetiştirme öğretmeni” gibi bir uyduruk bir isimle çocuklarımızın kendilerine zaten 3 beden büyük olan okul kıyafetlerine, saçına kaşına karışan, sürekli çocuklarımızı azarlayan, psikolojik şiddet uygulayan ve okuldan atmakla tehdit eden sözde öğretmen-polisler çocuklarımızın eğitim hayatını ve bizlerin öğretim hayatını mahvetti.
Yıllardır beynini yıkamaya çalıştıkları kız çocuklarımız ise şu an “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Diktatöre ölüm” sloganlarıyla sokaklardalar.
Bizim gibi Samed Behrengi’nin yolunu seçen öğretmenler ise öğrencilerle omuz omuza hareket ederken İran rejiminin unsurları olan bazı okul müdürleri çocuklarımızın isimlerini polise ihbar ederek onların tutuklanmasına, yaralanmasına sebep oluyor. Bunlar öğretmen değil halkına ve çocuklarımıza karşı bir avuç haindir. Ama Samed Behrengi’nin yolunu seçen bizim gibi öğretmenler küçük karabalıkları yetiştirmeye devam edecek.
Samed’in dediği gibi “Önemli olan duyarsız bir yaşam değil, yaşamanın ya da ölümün başkaları için bir anlam taşımasıdır”; dolayısıyla bizler korkmuyoruz ve kazanacağız.
İRAN’DAN ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ BİR KADIN:
BİZ ORTAK DERDİN ÜRÜNÜYÜZ
Selamlar, ben Tebriz Şahid Madani Üniversitesi, mühendislik fakültesi öğrencisi bir kadınım.
Mahsa’nın öldürülmesinde sonra İran’da devam eden mücadele her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor.
“Burada hiçbir şey olmaz” dediğim üniversitemde bile konseylere dahil olup mücadelenin bir ucundan tutmaya çalışıyoruz. Umudum yokken bu süreç umutlarımı yeşertti.
Uzun yıllardır İran’dan sesimiz duyulsun diye çabalıyoruz. Artık tüm dünya sesimizi duyuyor ve kararlılığımızı görüyor. Tebriz şehri İran rejiminin baskı güçlerini her noktaya yığdığı şehirlerden biri. Etnisite tartışmaları yüzünden ise devrimden sonra toplu protestolara katılım çok sınırlı ve dar kalmıştı. Ancak bu sefer gerçekten Kürt kardeşlerimizle, Beluç kardeşlerimizle ülkenin dört bir yanında devam eden mücadelenin bir parçası olduk. Biz hepimiz bu dertlerden yanıyoruz. Biz ortak bir derdin ürünüyüz.
Üniversitede erkek- kadın farklı kapı girişleri, farklı yemekhaneler koyarak bizi ayıran, sürekli giyimimize, erkek arkadaşlarımızla kampüs içi görüşmemize karışan, bizden “açıklama isteyen”, bize uzaklaştırma veren bu sistemin kökünü kazıyacağız. Sadece bunlar için değil; fikir belirttiği için, siyasi olarak tutuklu olan yüzlerce sıra arkadaşımız için mücadele ediyoruz. Haksız yere öldürülen yüzlerce sıra arkadaşımız için mücadele ediyoruz. Yoksullukla boğuşmaya son demek için mücadele ediyoruz.
Biz kazanan kadar dersleri boykot etmeye, sokakta mücadele etmeye devam edeceğiz. Sizden isteğimiz sadece sesimiz olmaya devam edin.
Güzel günlerde görüşmek dileğiyle
İRANLI SİNEMA SANATÇISI SOMAYEH MİRSHAMSİ:
BU ÖFKE, BİRİKMİŞ BASKIYA ÖFKENİN DIŞA VURUMUDUR
Merhaba ben Somayeh Mirshamsi. İranlı sinemacı bir kadınım. İran’da kadın sinemacılarla sektörde yaşanan taciz, tecavüz ve şiddete karşı “800 kadın” adlı kampanya başlattık, kampanya metnine 30 binden fazla imza atıldı. İran sineması ve tiyatrosundaki cinsel istismara karşı, bu alanda bu sorunu takip etmek üzere bağımsız bir komite kurduk ve bu komiteye beş kadın sinemacı seçildi ve ben de o 5 kadından biriyim.
İran’da günlerdir devam eden mücadele sadece bir günlük öfkenin görünümü değil. Biz birçok Mahsa’mızı İran rejiminin olduğu yıllarda kaybettik. Bu öfke birikiminin dışa vurmasıdır. “Ahlak polisi” İran rejiminin dini ayağı olarak görünebilir ama aslında siyasi bir görünümdür ve bu görünüm kadınların hayatını tüm alanda baskı altına alıyor. Sokakta, okulda, iş yerinde, sinemada… Ve ailede…
KENDİMİ BİLDİM BİLELİ MÜCADELE EDİYORUM
Bana hep “Sen ne zaman kadın alanında mücadele etmeye başladın?” veya “Neden?” diye sorarlar. İranlı bir kadın için cevap çok basit. Biz kendimizi bildik bileli mücadele ediyoruz. İlk babamızla, sonra toplumda mücadeleye başlıyoruz. Ataerkil sistemin içinde bir kadının kendini var etmesi zaten zorken bir de dini ataerkil sistem seni toplumdan siliyor. Bu sinema ve tiyatroda da aynı. Ben sinema alanına girdiğimde oradaki sistemin ne kadar zor olduğunu biliyordum, “Sinema alanı zaten böyledir” deyip girenler çok oluyordu. Ben birçok şeyin kökten yanlış olduğunu bilsem de orada tutunmaya çalışıyordum. Bu tutunmak dediğim şey yargılanmak, sözlü şiddeti ve hatta fiziksel şiddeti kabullenmek demek. Ben sinemaya yönetmen asistanı olarak başladığımda yer aldığım her projenin yöneticisi erkekti ve onlardan her seferinde duyduğum şey “Biz kadın asistan kabul etmiyoruz çünkü sorun yaşanıyor” cümlesiydi. Ben de onların tabiriyle “sorun çıkarmamaya” çalışıyordum.
SUSKUNLUĞA MAHKUM KALMAMAK İÇİN…
Şimdi size biraz “sorunu” açmak istiyorum. Projede çalışan herhangi bir erkeğin size şiddet uygulamasına ses çıkarırsanız sorun yaratmış oluyorsunuz ve proje sıkıntıyla karşı karşıya kalır. Ben birçok projede kıyafet asistanlığı yapan kadınların (ki genelde küçük yaşta kadınlar oluyorlar) oyuncular tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığını gördüm ama onlar hep susmaya mecbur kaldılar. Çünkü o hiyerarşinin içinde özellikle rejide ve arka planda çalışanlar susmaya mahkum. Çünkü ses çıkarırsa başka projede iş bulması imkansızlaşıyor. Senin derdini anlattığın üstün de bu konuyu üstüne anlatırsa işini kaybedebilir. Dolayısıyla İran sineması teknik olarak domino gibi gerçekten.
Oyuncular için de bu böyle. Mesela bizim Katayun Riyahi gibi oyuncularımız var. Yıllar sonra yaşadığı tacizi dile getiren, gerçekten önemli bir adım atmış olan bir kadın oyuncu. Hep “Neden daha önce açıklamadın?” diyerek suçlandı. Bu sistemin içinde sizce her şeyden önce bir kadın için açıklama yapmak ne kadar kolay olabilir?
Bu öfkelerin hepsi zaman içinde birikip şimdi yaşadığımız toplu bir öfke patlamasına neden oluyor. Sinemada “800 kadın” olarak ortaya çıkıyor, farklı yerlerde farklı şekillerde ve sonra şimdiki gibi İran’da büyük çaplı bir şeye dönüşüyor.
Mücadele alanı yaratmak ise İran’da hiç kolay değil. “Sinema evi” veya sinemacılar sendikası Ahmedinejad döneminde kapandı ve Ruhani döneminde tekrar açıldığında artık bağımsız bir yapı değildi. Kendi politikalarını rejimin politikalarıyla paralel ilerletiyordu. Farklı süreçlerde oyuncular ve sinemacılar da bir çatı altında topluca değil bireysel olarak öfkelerini ve taleplerini dile getirmek zorunda kaldılar. “Kısmi açıklamalar” için birçoğumuz kadın-erkek demeden ahlak merkezine çağrılıyorduk. Kadınlar, konumları ve yaşadıkları gereği elbette daha çok merkeze gidip açıklama yapmak zorunda kalıyorlardı. Ancak gerçekten politik olarak bir duruş tutturmak zordu. Bazı oyuncular zaman zaman halkla yürüdüler, zaman zaman da işlerini kaybetmemek için sustular.
YA HALKTAN YANASIN YA DA ZALİMDEN
Şimdi ise çok farklı çünkü susmak ihanet demektir. Bugün İran’da yaşadığımız süreçte halktan yana mı yoksa zalimden yana olduğumuzu belirtmemiz gerekiyor. Ortası diye bir şey yok. Mesela Katayun Riyahi gibi İran’ın içinde olup da başörtüsünü çıkaran bir kadın sinemacımız oldu. Polisler evine baskın yaptığında kaçmayı başardı ve şu an saklanıyor. Şu an bizler tanınan kesim olarak her geçen gün daha fazla halkın sesi olmaya çaba göstermeliyiz. Biz halkız fakat sesimizi duyurabileceğimiz platformlarımız var.
Halkın yaşananları unutmadığını da bilmemiz lazım. Mesela Mohsen Namjoo gibi bir sözde sanatçı taciz meseleleri yüzünden ifşa edildikten sonra “Benim tek nefesim sizin ömrünüze bedel” diye bir açıklama yapmıştı. Şimdi aynı adam yurtdışındaki dayanışma eylemlerinde gittiğinde halk tarafından itildi ve eylemlere alınmadı. Halk kimin halktan olup olmadığını çok iyi biliyor ve hatırlıyor.
Biz halk olanlar, halkın içinde olanlar mücadeleye devam edeceğiz. Özgür İran günlerinde buluşmak dileğiyle…
Fotoğraf: Sarkhat
İlgili haberler
İran’da şeker fabrikası işçisi kadınlardan açıklam...
İran’da 27 gündür devam eden rejim karşıtı protestolar farklı fabrikalarda işçilerin iş bırakmasıyla...
İran’da işçi grevleri ve ‘şûra’ların yükselişi
İran’daki halk protestolarına petrol ve petrokimya sektörlerinden gelen grevli destek diğer sektörde...
İranlı Aida: 'Ayakta durmazsak çok şey kaybederiz'
13 yıl önce İran'dan Türkiye'ye gelen Aida ile İran'da süren halk ayaklanmasına dair konuştuk.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.