Türkçe şiirde bir persona: Türkân İldeniz*
Türkân İldeniz kitaplarının editörlüğünü yaparak şairin ‘suskunluk’ perdesinin ardında sakladığı şiire adanmış hayatını okuyucuyla buluşturan Betül Dünder’den bir Türkân İldeniz portresi…

1950’li yılların siyasal ve kültürel ortamı içerisinde şiirle organik bir bağ kurabilmiş olan şair kadınlardan biri olarak Türkân İldeniz; bugün aynı zamanı paylaştığımız tek şair kadın. 1938 yılında Düzce’de doğan İldeniz, ilk ve orta öğrenimini Düzce’de tamamladıktan sonra; -Düzce’de lise olmaması sebebiyle- kızlarının eğitim görmesini isteyen ailelerin tercih ettikleri okullardan biri olan İstanbul Kandilli Kız Lisesi’nde eğitimine devam eder. Eğitim hayatının en başından beri parlak, gözde bir öğrencidir. Diplomatların, bürokratların Düzce’yi ziyaretlerinde okulunu temsilen törenlerde kürsüde, karşılama merasimlerinde onu görürüz. Kandilli Kız Lisesi günlerinde de durum değişmez. Okullar arası bilgi müsabakalarında, münazaralarda yaptığı konuşmalarla o günün gazetelerinde, mecmualarında adının anılması sürpriz olmaz. Henüz lise öğrencisiyken 1956 yılında “Onüç Fikir Sanat Dergisi”ne gönderdiği şiirler, yazdıklarını paylaşma bağlamında ilk adımlarıdır. (18.02.1956 tarihli Tanju Cılızoğlu’nun kendisine göndermiş olduğu cevap mektubu “Bendeniz Türkân İldeniz kitabında yer alır). Yine aynı yıl dört defter dolusu şiirini imha etmeye varan süreçte, Varlık Dergisi’ne Yaşar Nabi’ye götürür şiirlerini. 1972 yılında Tahir Kutsi Makal’ın Son Havadis’te “Türkan İldeniz Şiir Benim İçin Kaçınılmaz bir Tutkudur” başlıklı metinde paylaştığı gibi o günleri şöyle anlatacaktır: “Varlık’a ilk defa şiir götürüşüm. Yaşar Nabi’nin ‘yayınlanamaz’ gerekçesiyle geri verişi. ‘Şunları, şunları okuyun’ öğütleri… Benim itirazlarıma gözlükleri ardına gizlenerek incecik, yarım ve iğneli gülüşü. O öfkeyle karlar altında dört kilometre yaya yürüyüşüm. Ve sonuç olarak dört defter dolusu şiirleri yakışım. Yeni bir yöntemle altı ay geceli ve gündüzlü şiir çalıştım, şiir yaşadım. Şiir benim için kaçınılmaz bir tutku olmuştu artık. Ve altı aylık çalışmamın ürünü olan şiiri okurken Yaşar Nabi’nin beğendiğini gösteren tebessümü. Ondan beri özellikle Varlık’ta süregelen şiir çalışmalarım. Başkaldırışlarım”…

ŞİİRİN NESNESİ OLMAKTAN ŞAİR KADIN OLMAYA ZORLU YOL

1957 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolur. Aktif bir öğrencilik dönemi yaşar okuldan ayrılışına kadar. Öğrenci derneğinin senelik kongresinde yapmış olduğu konuşma; kendinden emin, mücadeleci bir Cumhuriyet kadını imajını güçlendirir niteliktedir. O dönem daha çok Attila İlhan’ın katkılarıyla düzenlenen şiir matine ve toplantılarına etkin olarak katılır ve bu vesileyle kendini ve şiirlerini tanıtma fırsatı bulur. İlerleyen zamanlarda bu etkinliklere şair olarak davet alacak ve şiir kamusu/okuru artık onu imzasıyla tanıyacaktır. 1959 Haziran’ında Akşam Gazetesi yazarı Bilgin Peremeci ile evlenir. Nikah şahidi Yaşar Nabi’dir. Fakültenin üçüncü sınıfındayken hukuk eğitimini terk eder. Kızları Ece 1960’ta ve Ege 1965’te dünyaya gelir. 1963’te başladığı memuriyetten 1983’te emekli olur. Fakülte döneminde kantin sohbetlerinde daha sonra da arkadaşlığı devam edecek birçok edebiyatçı ile yan yanadır. Masadaki şair olarak işaret edilen tek kadındır. Bu teklik hâli uzun yıllar değişmeyecektir. Şiirleri Varlık, Dost, Yelken, Hisar, Anadolu ve Seçilmiş Hikayeler dergilerinde ve gazetelerde yayımlanır. 1966 yılında ilk şiir kitabı “Taşra Kızının Deliceleri” yayımlanacak birkaç ay içinde yeni basımı yapılacaktır. İkinci şiir kitabı çok beklemez ve 1967’de “Havva Çıkmazı” ile okurla bir kez daha buluşur.

1969 yılında “Ay Şiir Jürisi”nde Turgut Uyar, Ümit Yaşar Oğuzcan ile birliktedir. 1970’te “Altın Güfte Yarışması”nda Edip Cansever’in, Faruk Nafız Çamlıbel’in, Zeki Müren’in, Timur Selçuk’un da aralarında olduğu şair ve ses sanatçılarından oluşan jüridedir.


Dönemin edebiyatının belirgin özelliği; 1940’lardan devralınan bir toplumcu gerçekçiliğin hâlâ etkisinin sürdüğü, bununla birlikte 60’lı yılların sosyolojisinin özellikle özgürlük ve emek mücadelesinin merkezinde yoğunlaşmasına bağlı olarak yeni bir toplumcu gerçekçi yönelimin ortaya çıkmasıdır. Garip akımının sonrasında İkinci Yeni’nin filizlendiği yıllar şiirin daha fazla sivilleştiği, şairin “ben”in daha güçlü hissedildiği o yıllarda şiir kamusunda güçlü bir direnç de görülür bu şiire ve şairlere karşı. Bu bağlamda bilindiği gibi en sert eleştiriler de Attilâ İlhan’dan gelir. O sebeple zannımca Türkân İldeniz’in şiirin yeni kanallarına dair mesafeli duruşunun kaynağını biraz buralarda aramak gerekir. İlhan İldeniz’e “Hiçbir şiir kliğine girme, sen kendi başına bir ordusun” diyerek -açık bir ifade ile- başka şairlerle poetik bir yakınlık, bağ kurmasına da bir nevi engel olur. Bir yandan Baylan Pastanesi buluşmaları, diğer yandan şiir matinelerine katılan şairlerin belli bir kadroya ve çevreye dahil isimlerden oluşması; İldeniz’in de şair olarak tekilliğini, baştan sona kendi lirizminin içinde kalmışlığına bir neden olarak düşünülebilir. Ayrıca şiirin bir özne olarak kadına gelenekten kapalı oluşu, şair kadının şiirin nesnesi hâlinden kendi varlığını, kadın oluşu ortaya koyma çabasındaki -o dönem için özellikle- yalnızlık hâli, kendi şiir hanesini koruma önceliğini doğuruyordu doğal olarak. Bunun en belirgin sonuçlarından biri de İstanbul’da 1950’lerin sonundan itibaren şiirle buluşmuş kadınlar olsa da, bu eril ortamda tutunamamıştı çoğu.

Bir konuşmamızda İldeniz’in “Elbette yazan kadınlar vardı etrafta ancak tutunamadılar kızım, zordu, çok zordu" demişliği o deneyimin kederli tonunu da taşıyordu. Tutunamayanlar dışında İldeniz ile kuşakdaş olan 1960’larda şiir kitapları yayımlanmış iki değerli şair kadını da anmalıyız burada: Melisa Gürpınar (Umut Pembeleri, 1962) ve Sennur Sezer (Gecekondu, 1964). Birkaç sene önce peş peşe yitirdiğimiz Gürpınar ile Sezer, o dönem bir elin parmaklarını geçmeyen şair kadınlardan ikisiydi.

İldeniz’in ilk şiirinin Varlık dergisinde yayımlandığı 1957 yılından bir sene önce Gülten Akın’ın ilk şiir kitabı “Rüzgâr Saati” yayımlanır (1956). Birbirine benzemezliği kadar bu şiir toplamlarının ortaklığı da ortadadır. Birçok şairin ilk kitaplarını yok saydığı bir şiir tarihinde bu şair kadınlar ilk kitaplarıyla Türkçe şiirde birer ‘kayayı delen incir’ olacaklarının işaretlerini verirler. Akın, Gürpınar ve Sezer yaşamları boyunca sadece şiirde değil edebiyatın farklı alanlarında yazınsal eylemlerini sürdürürken, -özellikle Sennur Sezer- toplumsal mücadelede adı anılır bir hayata dair izler bırakırken arkalarında; İldeniz ilk iki kitabından sonra uzun süren bir suskunluk yaşar. Bu “suskunluk” meselesini biraz açmamız gerekiyor.


TÜRKÂN İLDENİZ’İN ‘SUSKUNLUĞU’NUN ARDI

Şairlerin çoğu zaman incelttikleri, tasarruflu davrandıkları deneyimsel ve düşünsel izleğin “konuşmalarla” çoğaldığı metinler, şiire bağlanan bir paylaşımı da vadeder. İldeniz bu anlamda bir prensip karar alır. Bu kararının ardındaki isim Dağlarca’dır. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın 2019 sonlarında düzenlediği, Dünya Şiir Örgütü’nün eşzamanlı “Savaşa Karşı Şiirle Direnmek” etkinliğinde dünya gözüyle ilk defa karşılaştığım İldeniz’le konuşmamızın başında kendimi tanıttıktan sonra; yıllar önce şair kadınların kimlik ve temsil problemi üzerine yaptığım yüksek lisans tezimi çalışırken, kendisine ulaşmak için birçok kanal üzerinden hareket ettiğimi, bütün çabalarımın boşa çıktığını, bu eksikliğin beni çok huzursuz ettiğini paylaşmıştım. Bunun üzerine: “Dağlarca’nın bana söylediği bir söz var kızım, sen şiirini yaz; şiir ve kendin üzerine hiç konuşma yapma. Ben bu sözü tutuyorum, konuşmam.” demişti. Sonrasında Konuşmalar Kitabı: Şairler Arasında Kadın Olmak adıyla kitaplaşan o akademik çalışmamın omurgasını oluşturan o gün için 79 şair kadının sözünün olduğu söyleşiler kitabının dışında kalmış olmasını telafi etmek için yeni yapılacak baskıda konuşmamız gerektiğini, sözlü tarih bağlamında deneyimlerinin ne denli kıymetli olduğunu anlatmaya çalışsam da sonuç değişmedi. Dağlarca ardında Yasemin Arpa’nın hazırladığı bir nehir söyleşi bırakmıştı. Bu bilgi karşısında şaşırmış olsa da o söyleşi kitabının varlığı bile etkili olamadı kararlılığında: “O sözünü tutmamış olabilir ben konuşamayacağım” diyerek meseleyi kapattı İldeniz. Bu sebeptendir ki bizler onun deneyiminden ve edebiyat sosyolojisi bağlamında birinci ağızdan birçok bilgiden ve deneyimsel veriden yoksun kalıyoruz. Birebir sohbetlerimizde aramızdaki gönül bağına dair anlattıklarını saklıda tutarak “onun adına” söz almam gereken yerlerde konuşuyor ya da yazıyorum. Bu benim için güven ve edebi sorumluluk bağlamında kolay bir deneyim değil. Çünkü her ne kadar kendi tercihine dair de olsa bu göreceli suskunluğun ardında o zedeleyen, inciten duyguların müsebbiplerinin; örtük ya da açıktan eril tahakküm kurmalarına bağlı olduğunu çok içeriden biliyorum.

İldeniz’in -kendinden sonraki kuşakları, şiirin gündemini takip etmekten vazgeçmese de- 70’li senelerin sonuna kadar dergilerde şiirlerini yayımladıktan sonra uzun süre yazdıklarını kendine sakladığını, nadiren dergilere şiir gönderdiğini, bu süreç içerisinde ara ara TYS buluşmalarına katıldığını, eski arkadaşları ile irtibatını kesmediğini, günümüze daha yakın tarihlerde özellikle Papirüs dergisinde şiirlerini yeniden paylaştığını da belirtmeliyiz. İlk iki şiir kitabının yeniden basımlarıyla birlikte, 1968-2020 yılları arasında tarihlenen yayımlanmış şiirlerinden oluşan yeni kitabı “Buz Altındaki Yanardağ”ın Everest Yayınları tarafından basılmasının ardından; eski okurlarının onunla yeniden buluştuğu, yeni okurların bu vesileyle tanıştığı İldeniz’in “suskunluğu” üzerine de konuşuldu, yazıldı. Onunla irtibatı olanların kendisinin suskun kalmadığı savını dayandırdıkları kişisel paylaşımlar dışında, Metin Celal kaleme aldığı “Türkân İldeniz ’50 yıldır suskun’ muydu?” başlıklı yazıda¹ , İldeniz’in ortadan kaybolmadığını, aksine şiirlerini yayımlatmaya devam ettiğini, TYS ve PEN üyesi olarak “(…) edebiyat camiasına küsmek bir yana birlikte olmaya, örgütlenmeye, dayanışmaya önem verdiği anlaşıyor” cümlesinden de çıkarılacağı gibi edebi kamudan uzak kalmadığını ifade ediyordu. Celal'in, İldeniz’e karşı “ilgisizliğin” altını çizdiği bir yazı bu temelde. Farklı bir yerden bakılarak, kısmen katılabileceğim tespitler barındırsa da, tercihim İldeniz’in şahsından ve şair kimliğinden öte, şiir ve kadın bağlamında, şair kadınların şiirimizdeki varolma mücadelesinin tarihselliğini göz önünde bulundurarak değerlendirilecek özel bir örnek olarak düşünülmesidir.

KADINLARIN ŞİİR YAZMASINI ‘HAVSALASI’ ALMAYANLARIN DA ‘EN İYİ ŞAİRİ’

90’lardan itibaren şiirimizde kadın çoğulluğuna dair bir hareketlilik olduğu gerçeğini akademik çalışmalarla da desteklediğimiz bir zamanın içindeyiz bugün. Nitelik olarak kendini ve şiirini kabul ettiren kadınların sayısı bugüne varana değin çoğaldı, çoğullaştık. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin edebiyattaki en şiddetli mücadelesi, -deneyimlerimizle sabittir ki- şiir üzerinden gelişti. Kadınların kendi varoluşlarını şiir yoluyla gerçekleştirmesinin önündeki en güçlü engel; eril tahakkümün bunca yoğun olduğu şiir geleneği ve ona dâhil olmuş erkeklerin kadınları ve yazdıklarını biçimlendirme arzusuydu. Ve kadının, şiirlerin birer (arzu) nesnesi iken özneleşmeye başladığı yerde –son birkaç yılın keskin dönüşümünü vurgulamadan söylersek– ciddi dirençler gösterildi. Yarım yüzyılı aşkın sürede nerden nereye gelindiğini İldeniz üzerine 1958’de Kadın Gazetesi’nde yazılan Tahir Kutsi Makal imzalı metin üzerinden örnekleyelim isterim. Makal şöyle başlıyor yazısına: “Nedendir bilmem, kızların, kadınların şiir yazmasını havsalam almaz. İlham kaynağının kendine ilham veremeyeceği tabiîdir.” Bu cümlelerin sahibi Makal sadece birkaç ay sonra 58 yılından kalan şiirleri değerlendirirken “Geçenlerde bir sanat dergisinde “Yılın en güzel şiirini kim yazdı?” diye sordular. Türkân İldeniz’in 'Devleri yakından gördüm hepsi cüce' altbaşlıklı 'Kaçak' şiiri yılın en iyi şiiridir, diye cevap verdim.” diyecektir.

KAÇAK: POETİK BEN’İN CİNSİYETİ KADIN OLUNCA…

Bahsi geçen Kaçak şiirinin İldeniz şiirleri arasında hem zamansal hem de varoluşsal bir sürekliliğinin olduğunu söylemeliyiz. Şairin kitaplarının henüz yeni basımlarının yapılmadığı tarihlerde izini sürenlerin, elden ele ya da sahaflar dolayımıyla dolaşımda olduğu zamanlarda edinenlerin dikkatinden kaçmadığı gibi “Kaçak” Taşra Kızının Deliceleri’nin üç bölümünden birinin adıdır ve I-II-III- ve IV bölümden oluşur. İkinci kitap Havva Çıkmazı’nda ise kitaba adını veren bölümde Kaçak V ile karşılaşırız. Yıllar içerisinde yazdığı şiirlerden oluşan yeni kitabı Buz Altında Yanardağ’da ise Kaçak VI (Varlık, Nisan 1968), Kaçak VII (Varlık, …) ve Kaçak VIII (Türk Dili, …) yer alır. Son kitabın henüz gün yüzüne çıkmadığı 2019 yılında kendisi de ‘90 kuşağından bir şair olan akademisyen Türkan Yeşilyurt’un “Kaçak” şiirini bir “arama arketipi” -kişinin kimliğini aradığı “iç yolculuk” bağlamında tahlil ettiği bilimsel makalesi yayımlanır². Bu minvalde Yeşilyurt şiiri beş bölüm üzerinden inceler ve onun da ifade ettiği gibi şiir, Attilâ İlhan’ın “Kaptan” şiiri üzerine kurulmuştur. Makaledeki altı çizilebilecek tespitlerden biri de şudur: “Poetik ben, yola çıkmak kararını ‘kaçmak’ şeklinde ifade eder. (…) Poetik benin yaşadığı problem, toplumsal cinsiyet rolünü çevresinin beklentilerini karşılayacak biçimde yerine getirmemesinden kaynaklanır: Mutluluk yalanlarına inanmadımsa/ Neden suçlarlar beni sorumlu kendileri aslında”

BİR KADIN DESTANI OLARAK “KAÇAK”

İldeniz’in bütün şiir toplamına bakıldığında kadın oluşun bir bilinçleme haritası çıkacaktır önümüze. Toplumsal cinsiyetin, patriyarkal döngünün içinde ‘ev’i; köşeye sıkıştığı, olmaması gerektiğini düşündüğü yerde zoraki bir bulunma mekânı olarak gösterir. Dostoyevski’nin o bilindik cümlesiyle söylersek: “Dünyanın en zor hissi; kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur.” Yolculuk, ev’in dışına çıktığı her an için geçerlidir şair için. Eylemin kendisi ne olursa olsun, tekinsiz sokaklarda bekleyen tüm risklere rağmen tutkuyla ‘gitmek’ -bir anda olduğu haliyle- kaçmak, kendine varmanın önkoşulu gibi zulada durur. Şiirinin lirizmini yükselten “aşk” bunun için bir kurtarıcıdır. İldeniz’in şiirleri bu bağlamla okunduğunda; Necmiye Alpay’ın söylemiyle: “‘iç delta’ halini alan bir şiir bütününü oluşturur.” Alpay’ın bu tahlilinin altında yatan öyle sanıyorum ki yine Kaçak şiirinin başlı başına bir varlık inşasının gösterilmesindeki ayrıcalıklı yeridir. Alpay, İldeniz üzerine yazdığı metin de tam da burayı işaret ediyor: “Kaçak, 1958 ile 1968 arasında yazılmış bir kadın destanı, bir yıldız şiirdir ve İldeniz’in üç kitabını baştan sona kat ederek şairin poetik omurgası ya da şirazesi olarak işlev görmektedir.”

ŞİİR ÖZÜNDEN AYRI KALABİLİR Mİ Kİ?

Türkân İldeniz’in şiirlerinin dışında “Bendeniz Türkân İldeniz” adını verdiği -her ne kadar biyografi olarak anılacak olsa da, “konuşmama kararına” bağlı olarak kronolojik düzenle bir araya getirilmiş fotoğrafların, mektupların, metinlerin arasına o boşlukları dolduracak, genişletecek, zenginleştirecek bir anlatı koyamadığımızdan dolayı benim “hayat albümü” olarak sunabileceğim kitapta görüleceği üzere, şairin hayatına dair saklıda kalacak olan edebi zamanları ancak okurları, şiirlerinin kayda değer içerik analizleriyle birleştirebilecektir. Ona dair son olarak söyleyeceğimi; yine 90 kuşağı şairlerinden Deniz Durukan’ın İldeniz üzerine yazdığı metnin son bölümünü alıntılayarak demiş olayım. Bu metnin de sonuna yakışacağına olan inancımla…

“Türkân İldeniz her ne kadar şiir ortamından uzak durmuş, az yazıp yayınlamışsa da, şiire adanmış bir hayat onunkisi. Şiir en büyük aşkı. Hem bir şiir özünden ayrı kalabilir mi ki? İldeniz’in Buz Altında Yanardağ’da dediği gibi: “Şiirin rengi solmaz/ … dipdiri çıkar sayfalardan, bin yılları aşarak…”


¹Celal, Metin, “ Türkân İldeniz “50 Yıldır Suskun” Muydu?” , edebiyathaber.net, 8 Eylül 2021

²Yeşilyurt, Türkan, “Türkân İldeniz’in “Kaçak” Adlı Şiirinde Bir Kadının Kendini Bulma Süreci, The Journal Of Academic Social Science Studies, 25.03.2019


* Milliyet Sanat Nisan sayısında yayımlanan yazıyı yazarın izniyle Ekmek ve Gül’de de paylaşıyoruz.

** Ara başlıklar Ekmek ve Gül tarafından atılmıştır.


İlgili haberler
Emeği bezeyen maya: Tüm şairler bağbozumunda senin...

Şiir örmek, bilme istencini ve kadının varlığını küçümseyen algıya karşı büyüyen tavırdır. Umudun ve...

Gülten Akın: Deli kızların sesini çoğaltan şair

“Erkek dilli” şiir geleneğine devrimci bir tutumla dur diyen Gülten Akın kendinden sonra gelecek “de...

Kendinden ‘içinden geldiği gibi bir kadın’ yapanın...

4 Kasım 2015’te 82 yaşında kaybettik Gülten Akın’ı. Dört yıl geçti, bu dört yılda onun kaleminden al...