Sömürüye karşı mutlak bir direnme hikayesi: Yüzleşme
“Bu film illa başkalarına umut vermek için ya da illa güçlü hikâyeleri yan yana getirmek misyonu içinde değil. Meselenin kendi gerçekliği var.”

Türkiye’de her yıl yaklaşık olarak 25 bin kadına meme kanseri teşhisi koyuluyor. Son 20 yılda 2 katına çıkan meme kanseri sıklığı verileri, her 8 kadından birinin meme kanserine yakalandığını gösteriyor. Ortalama olarak 25 yaşından itibaren tüm kadınların en çok yaşadığı kanser türü olan meme kanserinin riski, kadınlar yaşlandıkça daha da artmakta.
Memenin Tarihi kitabında Marilyn Yalom; ‘meme’nin tarihsel, sanatsal, politik, psikolojik izini sürerken kadın memesi üzerine farklı biçimde düşünmemizi ister. Söz konusu meme olunca, kanser üzerine düşünürken de benzer bir farklı düşünme yolu gözetmekte fayda var. Kadınların emekleri, bedenleri ve hayatları üzerindeki sömürünün bu hastalık boyunca da farklı biçimlerde sürdürülüyor oluşu meseleyi sağlığın ötesinde ele almayı gerekli kılıyor. İşte Yüzleşme’de bunu yapıyor Nejla Demirci. 2012 yılında Ergene Nehri’nin ekolojik yıkımının izini sürerken karşılaştığı kanser hikayelerinin peşini bırakmıyor. Derinleştikçe kadınların meme kanserinin her aşamasında yaşadıkları travmaları, korkuları, kaygıları, kayıpları ve bedenleriyle ilişkilerini ortaya çıkarıyor. Bunu yaparken bir yandan da biricik güçlenme hikayeleri gösteriyor bize. Yüzleşme, belgeselde gördüğümüz karakterlerden çok daha fazlasını, 400 hastayla yapılan kapsamlı bir alan çalışmasının birikimini sunuyor. Yaşamı yeniden var edebilmenin, her türlü sömürüye karşı mutlak bir direnmenin hikayesini anlatıyor.

Meme kanseri nasıl hayatınıza girdi? Yani bu konuda bir belgesel çekmeye nasıl karar verdiniz?
Meme kanseri önemli bir kadın sorunu ve günümüz kadınının kâbusu artık. Neredeyse bütün kadınların bir şekilde gündemi böyle olunca hepimizin hikâyesi oluyor aslında. Biz bu hastalık hakkında sürekli erken teşhis uyarıları, elle muayene gibi uyaranlara çok rastlarız. Ama bir gün bu hastalık yanıbaşımıza düştüğünde o zaman memeyle beraber kadın olma hallerimizi çok boyutlu düşünmeye ve yaşamaya başlarız. Burada tedavi olan hastaların hastalıklarını nasıl yaşadıklarını, hastalıklarıyla nasıl başa çıktıklarını, kaygılarını, üzüntülerini yüzlerinden okumak mümkündür. Kültürü tarafından eziyet görmüş kadınları orada görmek mümkündür... Ve hayatındaki yıkımlardan saklanamadığı yerdir artık orası.Toplumun farklı katmanlarından kadın hikâyelerine tanık oldum. Bütün kadınlar aynı acıyı yaşıyordu ama herkesin imkânları ve yaşam şartları bu hastalıkla baş etme sürecinde etkili oluyordu.Biliyorsun toplumsal cinsiyet kavramının en çok tartıştığı konu beden konusudur. Kadın bedeninin seyirlik bir obje olması ya da tamamen tersi yapılarak tabulaştırılması meme kanseri sürecinde bedende yaşanan kayıplarla yıkıcı bir şekilde açığa çıkar.
Ekoloji mücadelesi verirken Ergene Nehrinin içinde bulunduğu felaketi anlatan bir belgesel yapmıştım. Orada çiçek tomurcuklarının açmasına engel olan sermaye, neredeyse her evde bir kanser acısından bahsediliyor olmasına da sebepti. Ergene’de bu çok açık. Kanser ile ekolojik yıkımlar arasında ciddi bir bağ olduğunu bugün Ergene’de, Dilovası’nda, Türkiye’nin dört bir yanında görmek mümkün ve bilimsel veriler de bunu destekliyor. Aynı sömürüyü kadının yaşamında da görmek mümkün.

Belgeselin adı neden Yüzleşme?
Hiçbirimiz tarihimizden kaçamayız. Onunla yüzleşemezsek, hesaplaşamazsak geleceğe doğru sağlıklı yürümemizin imkânı yoktur. Yüzleşme, hem bireysel hem toplumsal olarak oldukça önemli. Bir insan veya bir toplum bütün yüzleşmelerden kaçarak ancak kısa süre için iyi olabilir, ama bu geçicidir. Eğer geçmişte yaşadığımız travmalarla ve acılarla yüzleşemezsek ve hesaplaşamazsak, yaşamı yeniden inşa etmekten, yeniden yaratmaktan, nitelikli var olabilmekten söz edemeyiz. Bizler bu ülkede yüzleşememenin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu durum tabi ki yaşamlarımızı, kendi hikâyelerimizi de etkiliyor.


HASTALIKLA BİRLİKTE HAYAT MÜCADELESİ DE DEVAM EDİYOR
Kadınlar meme kanserini neden bir hastalık gibi yaşamıyorlar?
Daha farklı bir şey yaşatıyor kadına. Kadın meme kanseri olduğunu öğrendiğinde bütün yaşamı, geçmişi, sıkıntıları, sorunları önüne çıkıyor. Erkek egemen toplumun çok büyük etkileri ortaya çıkıyor. Yaptığım alan çalışmasında neredeyse kadınların tamamı iki şeyden bahsediyordu: Yaşadıkları duygusal travmalardan ve tüketim alışkanlıklarıyla beraber gıdalardan. “Yediğimiz içtiğimiz her şey zehirli!” kadınların dilinde bir slogandır adeta. Yemeğin bozulup bozulmadığını, hangi otun şifa verdiğini hep ayırdı kadın. Dolayısıyla bugün domatesin tadının bozulduğunu dabiliyor; gıda endüstrisine de sağlık endüstrisine de güvenmiyor, kuşkuyla bakıyor.
Alan çalışmasını yaparken Çapa Tıp Fakültesi’nde tedavi gören ve Çorlu’da yaşayan bir kadınla tanıştım. Tedavisi bitmişti ve kontrollere geliyordu. Ben de tedavi sürecini nasıl yaşadığı hakkında konuşmak istedim. Bana ilk söylediği şey; onu o dönemde üzen tek şeyin üç yaşındaki çocuğuna tedavi boyunca sarılamaması olduğu. Tedavi sırasında kokulara karşı hassasiyet gelişiyor. Çocuğunun kokusuna dayanamıyor, kendi çocuğunun kokusuna tahammül edemediği için çocuğuna sarılamıyor. Ve o dönemi çocuğuna sarılamadan geçirdiği için çok büyük bir suçluluk hissediyor ve bunu atlatamıyor. Yani düşünün memesi alınmış, çok ağır bir tedavi görmüş, işten atılmış (bir fabrikada çaycı olarak çalışıyormuş) ve ekonomik olarak çok zor bir mücadelenin içerisinde çünkü iş bulamıyor. Çorlu’dan Çapa’ya geliyor tedavi olmak için, kemoterapi alıyor, geri dönmek için otobüse biniyor yanında naylon torbayla, otobüsün kokusuna tahammül edemiyor ve gidene kadar yolda kusuyor. Evine gittikten sonra da kendisine çocuğuna yemek yapması lazım; o yemek de ona kokuyor, kusarak yemek yapıyor. Ev temizliği vs. bir de üstüne iş arıyor. Kocası var ama o dönem koca da işten atılıyor. Sormuştum kocandan destek alıyor musun diye? “Aman desteği uzak dursun” diye konuyu kapatmıştı.

ERKEKLER ACIYA DAYANAMIYOR VE ‘SIVIŞIYOR’
Bu örneği bu kadar detaylı anlatmamın nedeni şu: Devletin sosyal hizmetlerden kendini geri çekmesi telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratıyor. Bu süreçte kesinlikle kadınların evde de destek alması gerekiyor. Ancak eşler, kocalar bu süreçte yok oluyorlar.Belgeselimizin Nuray ve Mukadder karakterlerinde olduğu gibi vardır mutlaka dayanışan ama o kadar az gördüm ki! Genellikle terk ediliyor kadınlar, erkekler genellikle bu dönemde bu acıyı taşıyamıyorlar ve bu acıdan kaçıyorlar. Sergun’un (belgeseldeki meme kanserli erkek) bu anlamda iyi bir sözü var: “Erkekler sıvışırlar.” Hakikaten öyle! Ben de hep bununla karşılaştım görüştüğüm kadınlarda.
Belgeselde hastalık ve tedavi sürecinin nasıl yaşandığını en gerçek ve gündelik haliyle görebilmek oldukça etkileyici gerçekten de. Bir kadın meme kanseri olduğunu öğrendiği andan itibaren kanser dışında nelerle mücadele etmek zorunda kalıyor?
Bazı kadınlar memelerinde kitle olduğunu öğrendiğinde ya da o meme kaybıyla karşı karşıya kaldığında doktorlarına ilk söyledikleri şey “Kocam beni terk eder” oluyor. Yani kanser olduğunu öğreniyor orada ve doktoruna bunu söylüyor. Bir başka kadın belki geleceğe dair umutlarını yitiriyor. Bir başka kadın işini kaybediyor. Çocuklarına nasıl bakacağını düşünüyor. Özellikle alt gelir grubundaki kadınların yaşamları çok zorlaşıyor.
HASTANE HASTANIN MEKANINA DÖNÜŞÜYOR

Biraz da belgeselin çekim sürecinden ve karakterlerden bahsedelim. Çekim süreci nasıldı? Ne zaman başladı? Ne kadar sürdü?
2012 yılında ön çalışma yapmaya başladım. 2013 yılında çekimlere başladım fakat belli aralıklarla çekimler sekteye uğradı. İşte belgeselin macera olan yanını yaşadım. Uzun bir süre Çapa Onkoloji’de alan çalışması yaptım.Bu süreçte oradan oraya koşuşturan, benzer kaygıları taşıyan kadınlarla tanıştım. Artık yaşamlarına giren ve uzun soluklu tedavi ve hayat boyunca sürecek periyodik kontroller nedeniyle hastane onların mekânına dönüşüyor. Bu macera Ocak 2015’de Ebru’yla tanıştıktan sonra ete kemiğe büründü.

UZUN, YORUCU ZAMANLAR AMA GÜZEL KARŞILAŞMALAR 
Belgeselde futbolcu bir kadın, hamileyken kanser olduğunu öğrenen bir anne, meme kanseri olan bir erkek var. Bir de izlerken adeta tedavi sürecini beraber yaşadığımız Ebru... Siz bu insanlarla nasıl tanıştınız?
Çapa Tıp Fakültesi Onkoloji bölümünü kendime mesken ettikten sonra, hekimlerin, hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanlarının desteğiyle oldu. Tanıştığım ve belgesel fikrini anlattığım bazı hekimler bu çalışmayı sahiplendiler. Bazı hasta profillerini birlikte konuştuk... Tabi ki süreç çok uzun sürdü, böyle zor bir dönem içindeki insanlarla kolay değildi güven ilişkisi kurmak.
Ebru ile tanıştım. Bir solukta ne yapmak istediğimi anlattım. Ebru hemen kabul etti. Açıkçası hemen kabul etmesi beni çok tedirgin etti. Eve geldim, Ebru’dan telefon bekledim. ‘Hayır, ben vazgeçtim’ demesini bekledim. İlk çekimi yapacağımız gün aradım, ‘Bugün çekim başlayacak, gelebilir miyiz?’ dedim. Ve gittik. İkinci gün de üçüncü gün de… Ben Ebru’nun hep ‘Vazgeçtim’ demesini bekliyordum Çünkü çok zor, çok ağır bir süreç… Bir de peşinizde bir kamera.
Nurcan futbolcu bir kadın. Meme kanseri oluyor, ağır süreci yaşıyor bir memesi alınıyor ve daha sonra futbola geri dönüyor. Bu çok güçlü bir hikâye… Sanki futbol için erkek gücüne ihtiyaç varmış gibi algılanır ya hep. Ve Nurcan çok başarılı! Şimdi antrenör oldu. Bu yıl da takımı şampiyon oldu.
Nuray bambaşka hikâyesi olan bir kadın. Bu hastalık esnasında birçok kadının partnerleri tarafından terk edildiği söyleniyor. Nuray bunun tersi bir örnek. Çok iyi bir ilişkisi var. Eşinden çok sağlıklı bir destek alıyor hastalık sürecinde. Hamileyken meme kanseri olan ve tedavi olan bir kadın Nuray. Böyle bir travmaya rağmen çok sağlıklı bir aileye sahip, sevgi dolu, sağlıklı iki çocuğa sahip.
Belgeselin erkek karakteri Sergun ile tanışmam da doktoru aracılığıyla oldu. Çok az da olsa erkeklerde de meme kanseri görülüyor. Aslında meme kanseri kadın hastalığı algısı var, ama milyonda bir erkeklerde görülüyor. Sergun tam bir kadın dostu. Özellikle bu hastalıktan sonra daha çok yüzünü kadına dönmüş. Kadınları destekleyen biri. Yardımsever bir erkek. Kadınlarla ortak deneyimleri birleştirici olmuş.
Bir başka karakter arkadaşımın kız kardeşiydi. O da 17 yıl önce memesinin birini aldırmış ve hiç meme yaptırmayı düşünmemiş. Bu kararı benim ilgimi çekti. İlk buluşmamızda bedenini saran bir tişört giymişti. Çok belli ki bu kadının bir memesi yok. Oldukça estetik görünüyordu. Tek memesi var ve çok güzel. Onun o özgüvenine, tek memeli sokağa çıkışına hayran kalmıştım. Güzellik denen şeyi bana tekrar sorgulatan bir an oldu Mukadder ile karşılaşmamız.
KARAKTERLER ARASINDA KOPMAZ BAĞLAR GELİŞTİ

Belgeseli izlerken karakterler arasında gelişen bağı, kadınların arasındaki güçlü dayanışmayı görebiliyoruz...
Kadından kadına miras bırakılması gereken yegâne şey, deneyimdir. Kadın kadına dayanmalı, destek almalı...Yüzleşme, bu insanların birbirleriyle tanışmasını sağladı;bu insanlar arasında gördüğünüz dayanışma da kendiliğinden gelişti. Belgeseldeki karakterlerin arasında güçlü bir bağ oluştu. Yaşadıkları zorlukları bir arada daha kolay atlatabilmeye başladılar. Biz belgeseli onlarla birlikte yaşayarak, bütün tedavi zamanını bir arada geçirerek çektik. Evde birlikteydik, dışarıda birlikteydik. Uzun bir zamanı birlikte yaşadık gerçekten. Ve çok güzel anılar biriktirdik.

YAŞAMAKTAN VAZGEÇMEMEK İÇİN...
Bu belgeseli izleyen başka kadınların da meme ve meme kanseri hakkında, yaşamla mücadele ve yaşama tutunmak ve yeniden varolmak, yaşamı yeniden yaratmak, insanın kendini yeniden inşa etmesi ve her koşulda yaşamanın güzel olduğunu yaşamaktan vazgeçmemenin gerektiğini göreceği bir belgesel yapmak istedim. Şunu biliyorum ki bu hastalığı yaşayan kadınlar, başka kadınların bu dönemi nasıl yaşadığını ve bu dönemi nasıl geride bıraktığı deneyimini bilmek istiyorlar. Ama bir yandan da başka kanserli insanlarla buluşmak ve konuşmak da istemiyorlar. Mesela Onkoloji’de şöyledir: bazıları hemen birbiriyle konuşmaya başlar; ‘Kaç kür alıyorsun, memen alındı mı, yoksa sadece kitle mi çıkarıldı, alındı da silikon ya da protez yapıldı mı, hangi doktora gidiyorsun, hangi ilacı alıyorsun?’ gibi bilgileri paylaşıyorlar. Bir de asla hiç kimseyle ilişki kurmak istemeyenler var. Çünkü kendisi bir travma yaşıyor başka bir travmayla karşılaşmak ve ilişki kurmak istemiyor. Daha dramatik olmasından korkuyor belki de. Ya da başka biriyle ilişki kurduğunda onunla bir dostluk kuracak bu ilişki sürecek ve belki onda bir metastaz olacak kendisi de bunu yaşayacak. Zaten bazı hekimler hastasının duygu durumunu da göz önünde bulundurarak diğer hastalar ile ilişki kurmasını istemeyebiliyor. Ama şunu belirtmeliyim: Bu film illa başkalarına umut vermek için ya da illa güçlü hikâyeleri yan yana getirmek misyonu içinde değil. Meselenin kendi gerçekliği var. Ve bu gerçeklik belgeselin karakterleri aracılığı ile ihtiyaç duyulan deneyim paylaşımına dönüşüyor.
DERTLERİMİZİ SAÇLARIMIZLA BERABER DOĞAYA AKITTIK
Bir saç kazıtma anı var Riva deresinin kenarında. Oldukça etkileyici bir sahne… Neden kazıttınız saçlarınızı?
Saçlarımızı hep birlikte kazıtmamız, Ebru için dayanışma, kalanlarımız için bir tür yüzleşme anlamına geldi. Riva Deresi’ni seçmemiz ise bir protestodur aynı zamanda. Ebrunun saçları dökülmeye başladığında Riva deresi de zehirli atıklar sebebiyle ortaya çıkan balık ölümleriyle gündeme gelmişti. Ben de dâhil belgeselin bütün kadın karakterleri saçımızı oraya bıraktık.
Bir nehir kokuşmaya başladığında her şey birer birer ölmeye başlar. O dere hayat vermekten uzaklaşırsa önce içindeki balıkları, sonra kenarlarındaki otları ve sonra bizleri öldürmeye başlar. Birileri daha fazla para kazanırken birileri kanser olur. Bizim Riva’daki duruşumuz buydu. Dans terapide nasıl ki öfkemizi serbest bıraktıysak, burada bu derenin kenarında tam tersi o öfkeye ihtiyaç duyduk ve o nehirleri geri almamız gerektiğini koşulsuz bildik.“Doğamızı mahvediyorsunuz, bizi hasta ediyorsunuz” dedik.Hem de doğanın iyileştiren, muhteşem gücünün etkisindeydik. Sanki bütün dertlerimizi saçlarımızla beraber doğaya akıttık ve çıktık.


Dans sahneleri var belgeselde bundan da kısaca bahseder misiniz?

Güleryüzlü, sakin, ağırbaşlı, uzlaşıcı, nazik olması tembihlenmiştir kadına. Başkalarına fazlaca şirin ve fedakâr olmanın tehlikelerini fark eder kadın bu süreçte. Zira birçok soruların da sorulduğu bir zamandır bu zaman. “Neden ben? Bunu hak edecek ne yaptım?” gibi birçok sorular ilk travma zamanı sorularıdır... İleriki süreçte daha derinleşir bu sorular... Zor bir zamandır ve süreci yönetmeye başlamakla beraber öfke boşaltmak önemlidir bu dönemde. Travmalarımızın üzerinde durmak, onlarla yüzleşmek bir taraftan da öfke boşaltmayla gerçekleşebiliyor. Bu gördüğünüz öfke boşaltımı hem müşterek hem de bireysel bir öfke bırakmadır. Bedende acı eylemlerin uygulandığı bu dönemde bedenden uzaklaşmamak hatta daha yakın olmak da dansla terapi ile anlatmak istediğimiz bir yaklaşım oldu.

SERMAYENİN DESTEĞİNİ ALMAK İSTEMİYORUM
Özel şirketlerin sponsorluğunu ya da Kültür Bakanlığının desteklerini kabul etmeden yapıyorsunuz belgeseli. Neden bunları kabul etmiyorsunuz?
Yapmak istediğim belgeseli düşünürken destek meselesini düşünmeden oluşturuyorum. Bu sebeple de destek bulamıyorum belki. Ülkemizde belgesel sinema için olanak bulmak içler acısı bir durumda. Neredeyse tek kaynak alanı Kültür Bakanlığı’dır. Kültür Bakanlığı’na şimdiye kadar sadece “Yüzleşme” için başvurdum ancak destek alamadım. Ben sağlığın ticarileşmesine, metalaşmasına karşı biri olarak özel hastanelerin ya da ilaç firmalarının desteğini kabul etmek istemedim. Sermayenin desteğini almak istemiyorum. Geriye bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri, dernekler kalıyor. Doktor bileşenli Türk Tıbbi Onkoloji Derneği dışında hiç bir dernekten destek alamadık.

Belgesel ilk gösterimini yaptı. TRT Belgesel Ödülleri’nde En İyi Film ödülünü aldı. Önümüzdeki günlerde planlanan yeni gösterimler var mı? İnsanlar nasıl izleyebilecekler bu belgeseli?
Festival başvurularına devam ediyoruz. Sivil toplum örgütleri ve sağlık çevrelerinde organizasyon planları da yapıyoruz. Kesinleşen gösterimler İnternet’ten takip edilebilir.
Facebook
Twitter
İnternet sitesi


İlgili haberler
‘Meme’ demeden farkındalık mı olurmuş?

Sosyal medyada ‘elma, dolma yemedim aman tatile de gitmedim...’ gibi şeylerle karşılaşıyorsanız çok...

Kadın ve erkeklerin ev işleri savaşı

Pek çok erkek eşlerini "ev işlerinden sorumlu müdür" gibi görür ve işleri söylenmeden değil, ancak k...

Meme kanseri kabusumuz olmasın!

Dünyada kadınlar arasında yüzde 30’luk oranla en sık görülen kanser türü olan meme kanserini alt etm...