Gündüz kuşağı programlarını bilmeyen yoktur. Genel izleyici kitlesini kadınların oluşturduğu da aşikar. Evin işini yaparken, kahve içerken kendi kendine konuşmamak için açılan televizyonda sabah 10’dan akşam ana haberlere kadar bütün kanallarda aynı ses yankılanır neredeyse. Kadınlar için üretilen içerikler, yemek tarifleri ile başlayıp marjinal ve şiddet dolu hayat hikayeleriyle devam eder. Televizyonlarda uzun süredir çetrefilli olaylara ver veriliyor. Kaybolan çocuklar, öldürülen köylüler vb. birçok hikayeyi kolluk ve yargı yerine Müge Anlı çözüyor. Müge Anlı okul yüzü görmemiş genç yaşta anne olmuş bütün kadınlara, “Güçlü olsaydın da bunları yaşamasaydın” sözlerini içi pek rahat söylüyor mesela.
Bu program tarzı, şiddet ve suçun kolay reyting getirmesiyle ilişkili elbette. Müge Anlı ile başlayan 20 seneye dayanan bu furya kolay pazarlanıyor. Bunu, izleyen kadınlar da biliyor ama her kumanda darbesiyle yeni bir kanal ve benzer bir hikaye açılıyor.
KADINLAR EKRANDA NEDEN HIRPALANIYOR?
Bunlardan biri olan Zahide Yetiş ile Yeniden Başlasak programı, geçtiğimiz günlerde bir adli vakayı gündeme taşıdı. Adana’da bir kadının eşini bıçaklaması olayında bıçaklanan eş programa konuk oldu. Kadının iddiaları eşinin kumar borcunun olduğu ve kadının insanlar tarafından taciz edildiği, eşinin bu duruma sebebiyet verdiği ve kadını fuhuşa sürüklemeye çalıştığı yönünde. Bıçaklanan adam ise aldatıldığını iddia ediyor.
Bu olayda adı geçen, televizyona çıkan kadın ile ilgili sosyal medya platformu X’te (eski adıyla Twitter) ortaya atılan, aslı astarı belli olmayan yetişkin filmlerinde oynadığına dair iddialar var. Zahide Yetiş de durumdan vazife çıkarıp bu iddiaları programda kadının eşine sordu. Hatta görüntüleri izletti. Peki neden? Neden kadınlara yönelik olan programlarda kadınlar bu denli aşağılanıyor ve hırpalanıyor?
Gündüz kuşağı yayıncılığında en bayağı biçimde kaygı, korku ve güvensizlik aşılayanlar kazanır çünkü.
BİR DE BÖYLE ‘TERBİYE’ EDİLİYORUZ
İzleyen birçok kişi anlatılan olayların günlük rutinde karşısına çıkmayacağını biliyor. Ama bunlar gerçek olaylar ve sokakta, markette, pazarda karşılaşmış olabileceği insanlar tarafından yaşandılar. Artık bir programda iki, üç vaka alınıyor. Birçok kişi kayıplarını bulmak ya da uğradığı haksızlığın ortaya çıkması için bu programlara başvuruyor. Böyle kurumsallaşan bir merci olarak karşımızda duruyor Gündüz Kuşağı.
Palu ailesinden Narin’in öldürülmesine kadar her türlü yoz ve vahşileşmiş suç, bu programlar en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor. Üretilen içeriğin kendisi kurgu olmadığı için birçok insan izlerken mağdurun yerine kendini çok hızlı şekilde koyuyor. Bu programlar o kadar yerleşti ki zihnimize “Bunlar nasıl hayatlar?” şaşkınlığının yerini çoktan “Ben çevreme güvenmeyeyim, çoluğuma çocuğuma dikkat edeyim” tutumuna bırakmış durumda. Bunu izleyen birinin “Şükür benim başıma gelmiyor bunlar” dememe şansı da yok zaten.
Programların temel anlatısı kadınlar ve erkeklerin davranışları ne tecrübelerinden ne de yaşam şartlarından etkilenmiyormuş gibi bir bakış açısıyla ilerliyor. Buna göre de yaşanan olaylarda haklı ya da haksız aranıyor. Tam da bu kadın programı anlatısının görmediği ama bizim yaşadıklarımız var. İşte, okulda, sokakta, evde maruz kaldığımız çok biçimli şiddet ve bunların cezasız bırakılması var. Yetmezmiş gibi her gün bu programlarla da “terbiye” ediliyoruz.
Buna rağmen çocuğu almaya yetişemeyince aradığımız arkadaşlarımız, yemeğin tuzu eksik kalınca kapısını çaldığımız komşularımız da var. Bütün bu kaos ve acı anlatısının karşısında her gün işimizi, emeğimizi, hayatımızı birbirimize emanet edebildiğimiz kadınlar var. Ve her kanalda çıkmasa da bizim hikayemiz daha çok yaşanıyor!
Fotoğraf: DC Studio/ Freepik
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.