1979'dan günümüze: Kadının çilesi her yerde var, ha vatan olmuş ha gurbet!
Kara Kafa, kadınların yaşadığı kaygıların toplumsal kaygılar olduğunun altını çizmekle kalmayıp mücadele olanaklarını da izleyiciye sunuyor. Kadının çilesi her yerde var ama mücadelesi de her yerde!

Bu yazının başlığı Korhan Yurtsever'in 1979'da Almanya'da gösterimi yapılan ancak Türkiye'de o dönem sansür kurulu tarafından yasaklı bulunan filmi Kara Kafa'dan. Türkiye'de tam 32 yıl sonra 2011 yılında Antalya Film Festivali kapsamında özel gösterimi için yönetmenden izni istenerek gösterimini yapıyor. Yönetmen Korhan Yurtsever güncel bir röportajda Bülent Oran ile senaryosunu yazdığı filmin yıllardır yasaklı bulunmasının ardından böyle bir taleple karşılaşmasının kendini duygulandırdığını hatta ağladığını dile getiriyor. Film şu sıralar Mubi'de gösterimde.

Not: Yazı filme dair spoiler içerir.

Kara Kafa, Almanya'da işçi olarak metal işkolunda çalışan Cafer'in köyde yaşayan ailesini de Almanya'ya “daha iyi bir yaşam” umuduyla getirmesi sonucu burada yaşadıkları dönüşümü konu ediniyor. Cafer henüz ailesini getirmeden Almanya'daki çalışma şartlarının ne kadar ağır olduğunun farkında. Film şu replik ile başlıyor, işçilerin örgütlenmesi ve birlik olması için yapılan çağrıya şu şekilde cevap veriyor Cafer: “Akılları sıra işçiyi uyandıracaklar. Çalışmaktan uyumaya vaktimiz varmış gibi sanki.”

Cafer ailesinin içinde bulunduğu yoksullukla, dönemin Türkiye'sindeki ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların yaşamı zorlaştırıcı yönünün Almanya'ya gitmekle aşılabileceğini düşünüyor. Cafer'in bu yurtdışı hayali bize biraz tanıdık geliyor. Cafer için tek yol işi öğrenmek, şefle iyi geçinmek ve işverene kendini sevdirmek.

ÇOCUKLAR ARASI DÖNÜŞÜMLÜ ÇOCUK BAKIMI

Çocukları Zeynep ve Kerem ile Almanya'ya gelince Hacer'in de bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlaması ile film ilerliyor. Hacer hamile ve bir çocukları daha oluyor. Cafer için Almanya'nın çekici unsurlarından biri de sosyal yardımlar. Bunlardan keyifle bahsediyor Cafer. Ancak burada yeni doğan çocukları için kreş bulamıyorlar. Cafer, çocuklarını sıra ile okula göndermeye ve her gün çocukların dönüşümlü olarak yeni doğan çocuğun bakımını üstlenmesine karar veriyor. Bu durum öğretmenler tarafından anlaşılıyor. Cafer ise çocuklarını eve kapatıp onları memlekete göndermiş gibi yapıyor. Evde oturup küçük kardeşine bakmak zorunda kalan ise evin kızı Zeynep oluyor.

Sosyal hakların yetersizliği bir kız çocuğunu okuldan, sokaktan koparıp ev içinde bakım emeğinin sömürüsüne maruz bırakıyor. Zeynep'in okula gidemeyişi, kapının ardına dahi çıkamayışı filmde seyirciyi etkileyen en dramatik sahnelerden biri oluyor. Zeynep kız çocuğu olmasından kaynaklı kardeşinin bakımını üstleniyor ancak Zeynep dışarı çıkıp oyun oynamak ve okula gitmek istiyor. Bu konuda onu eve kapatan babasına küçük yaşına rağmen çatır çatır sesini çıkarıyor: “Eve hapsetmek için mi getirdin bizi, ben ne kötülük ettim?”

Öte yandan ailenin diğer küçük çocuğu Kerem göçün getirmiş olduğu yabancılaşmayı en derin yaşayan karakter olarak karşımıza çıkıyor. Arkadaş edinme, çevre kurma, bir yere kök salma çabaları hep olumsuz sonuçlanıyor, babasının etkisi ile hayranlık duyduğu Alman toplumunun onu kabul etmemesi onda duygusal yıpranmaya sebep oluyor ve daha küçük yaşına rağmen suça eğilimli hale geliyor. Film bu yönü ile de toplumsal ve politik bir meseleyi ciddi bir şekilde ele alırken, göç olgusunun da bireyler üzerinde tek tek nasıl şekillenmesine de ayrıca değiniyor.

KADINLARIN DEĞİŞTİRME GÜCÜ FİLMİN MERKEZİNDE

Çocuklarının yaşadığı psikolojik duruma, yoğun çalışma saatlerine artık dayanamayan Hacer, bu durumu çalışma arkadaşı ile paylaşmaya karar veriyor. Çalışma arkadaşı Hacer'i kadın işçilerin yoğun ve aktif olarak yer aldığı bir dernekle tanıştırıyor. Bu dernekte kadınlar mevcut sistemi bu sistemin nasıl alaşağı edileceğini, aile içerisinde kadının konumunu, güncel sıkıntılarını ve bu sıkıntıların üstesinden nasıl gelineceğini tartışıyorlar. Aslında Kara Kafa’yı diğer göç filmlerinden farklı yapan da bu. Yaşanan sorunlar ve sıkıntılar karşısında kadınların değiştirme/dönüştürme gücü ve cesaretini merkeze alıyor film. Yönetmen Korhan Yurtsever'de bir röportajda “Kadın varsa yaşam vardır” söylemini filminde ete kemiğe büründürüyor.

ERKEK FİGÜR DE DEĞİŞİME UĞRUYOR

Cafer'in işten atılması ve ailenin ekonomik geçimini Hacer'in sağlamaya başlaması, Cafer'in eve ekmek getirememesi, aile içindeki otoritesini sarsmaya başlıyor. Hacer ve Cafer arasındaki gerilim gittikçe tırmanıyor. Ancak bu gerilimde Hacer kendini eşinden soyutlamak yerine onu da inandığı mücadele yöntemlerine dahil etmeye çalışıyor. Ancak Cafer bunu asla kabul etmiyor. Cafer kendini içkiye, kumara veriyor. Ataerkil sistemin ona sunduğu haksız gücü kaybetme korkusu ile Cafer eşinin gittiği derneği basıyor. Ancak tam bu noktada film bizlere sinemada alışılagelmiş “erkek” figürünün de değişime uğrayabileceğini gösteriyor. Cafer daha önce eşinin ona defalarca anlatmaya çalıştığı bu vahşi sömürü düzenini, ona zarar vermek için bastığı dernekte eşinin konuşması ile anlıyor.
Filmde, kadın erkek kurtuluşunun bir arada olmalarına bağlanması ve bu noktada mevcut ezilmişliğin her iki cinsiyet üzerinde farklı etkileri olsa da çözümün ortak mücadele ile üstesinden gelinecek bir durum olduğunun vurgulaması oluyor. Filmin son sahnesinde Cafer'i ikna edecek tirat ise şöyle: “Yıllar yılı leş kargaları gibi başımıza çöktüler, eti kemiği senin markları bizim dediler. Hep ucuz işgücüyüz diye memleketimizde sevdiklerinizden koparıp ta ateşin kucağına attılar. Bizlerden aldıklarını para babalarına peşkeş çektiler, onların yüzünden yavrularımız harcanıp gitti.”

DEĞER, KÜLTÜR ÇALTIŞMASI DEĞİL İŞÇİ-SERMAYE ÇATIŞMASI

Sonuç olarak, Türkiye'den Almanya'ya işçi göçü ve sonrasında meydana gelen toplumsal ve bireysel değişim/dönüşüm Türkiye sinemasında daha önceleri ele alınmış olsa da filmin merkezine kapitalist üretim ilişkilerini sert bir biçimde oturtması türünün diğer örnekleri arasından sıyrılıp gelmesini sağlıyor. Başka bir ifade ile sinemada göç olgusu ile bireylerin ya da göç eden topluluğun yaşadığı çatışma genelde değerler üzerinden ele alınırken Kara Kafa'da var olan çatışma üretenler ile üretilenlere el koyanların arasında olduğunu üzerinden ele alınıyor. Film bu çatışmayı ele alınırken göçmen işçi bağlamından daha geniş bir perspektif sunuyor bize: “Biz işçiyiz, hangi ulustan olursak olalım kardeşiz çünkü aynı ezilmişlikten gelmişiz.”

Film, kadınların yaşadığı kaygıların aslında toplumsal kaygılar olduğunun altını çizmekle kalmayıp mücadele olanaklarını da izleyiciye sunuyor. Filmin yazının da konusunu oluşturduğu çarpıcı noktası ise o zamanlarda var olan yurtdışına çıkış hayallerinin günümüzde de güncel olması. Ülkede yaşanan geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısının farklı bir memlekette nispeten daha iyi şartlar altında yaşamayı hayal ederken karşılaşılan tablo, günümüzde bizlere adeta bir mesaj veriyor. Farklı bir ülkede daha farklı bir yaşam arzusunun gerçekleşmesinin imkanlarını düşündürüyor film bizlere. Bu noktada film böyle bir arzunun mevcut sistem üzerinden şekillenemeyeceğini hatırlatıyor. Ve Bertolt Brecht’in şiirinden bestelenen Ruhi Su’dan şu türkü ile kapanıyor film:

“Boşa didinmek fayda vermez
Her geçen gün daha beter dünden
Böyle gelmiş böyle gitmez
Sömürü zulüm devam etmez
Kaldırmadıkça başlarımızı
Sefaletimiz bitmez
Elindeki bu boş tencere
Dolar mı kendi kendine
Eğer razı olursan sen
Kendi kötü kaderine
Kaldırmadıkça başlarımızı
Sefaletimiz bitmez”

Fotoğraf: Mubi


İlgili haberler
Göçmen Kadınlar Birliği 8. Kongresini tamamladı: S...

Göçmen Kadınlar Birliği 8. Olağan Kongresinde yapılan çalışmalar konuşuldu, pandeminin daha da çok g...

Uluslararası Güvenli Kürtaj Günü’nde Almanya’da ey...

Alman Ceza Kanunu’nun 219/a maddesi geçmişte kalmış olsa da Ceza Kanunu’nun 218. maddesi uyarınca kü...

25 Kasım’a giderken: Kadınlar emperyalizmin ve sav...

Dünyada bu tabloyla ilerliyoruz 25 Kasım’a. Bir yandan dünyada halkları sarıp sarmalayan yoksulluk,...