Devlet şiddet mağduru bir kadını yalnız bırakmak için neler yapar?
İstismar, şiddet, yoksulluk... Hülya’nın hayatı, Türkiye’nin dört bir yanında kadınların ve kız çocuklarının devlet tarafından şiddete nasıl mahkum bırakıldığının bir hikayesi.

“Ben çocuktum, çocuk gelin oldum. Sonra ayrıldım, başka biriyle birlikte oldum. Hayatım kabusa döndü, her gün dayak yerdim. Darp izlerimi doktorlar da gördü ama kimse bir şey sormadı. Polise gitsem ne olurdu ki? Tekrar beni o eve göndereceklerdi. Dayak daha da şiddetlenecekti.”

Bunlar 40 yaşında, iki çocuk annesi Hülya’nın sözleri. Hülya, henüz 13 yaşındayken kendisinden on yaş büyük bir erkekle nişanlandırılmış, 14 yaşında evlendirilmiş ve ilk çocuğunu 15 yaşında doğurmuş. Evlendikten dört ay sonra hamile kaldığını belirten Hülya, o dönemde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Eşim tekstil işçisiydi. O işe giderdi, ben dışarıda çocuklarla oynardım. Çünkü ben de çocuktum. Hamileyken bile bu böyleydi. Çocuktan eş olur mu? Kayınvalidem gelip bana ‘Eşin işten gelecek, neden dışarıda oyun oynuyorsun? Eve geç, yemek yap’ derdi.”

Evlendirildikten bir süre sonra ayrılma kararı almış Hülya. Ancak evliliği sonlandırma kararı ailesi tarafından iyi karşılanmamış. Ailesi Hülya’nın çocuğunu istemediğinden çocuğundan da bir yıl boyunca ayrı kalmış. Ancak Hülya, çocuğu olmadan yapamadığını fark edip ailesinin yanından ayrılmış ve İstanbul’a yerleşmiş: “İstanbul’da bir arkadaşımın yanında kalmaya başladım. Tek başıma mücadele ettim ama kolay değildi. Kızımı almaya çalıştım ama izin vermediler. O dönemlerde kızıma ‘Annen öldü’ demişler.” Çocuğunun hayatına yeniden girebilmek için çocukken evlendirildiği erkekle barışmakta çare bulmuş Hülya. Ancak bu birliktelik de uzun sürmemiş ve yeniden ayrılmışlar.

İşe gireceğim, dul kadına iş yok!

Bu sefer kızını yanına alabilmiş Hülya, ancak geçinebilmek için çok çabalamış. İş ararken ne kadar zorlandığını, “İşe gireceğim iş bulamıyorum. Gençsin, eşinden ayrısın. Dul kadına nasıl yaklaşıldığını siz bilirsiniz” ifadeleriyle anlatıyor. O dönem büyük bir umutsuzluğa düştüğünü ve başka bir erkekle tanıştığını söyleyen Hülya bu erkeğin kendisine ettiği evlilik teklifini çaresiz kaldığı için kabul ettiğini belirtiyor. Ancak kısa bir süre sonra bu erkeğin evli ve iki çocuk babası olduğunu, eşinin ise hamile olduğunu öğrenmiş: “Kendisini asker olarak tanıtmıştı. Asker de değilmiş, dolandırıcıymış. Ben bunları öğrendikten sonra kapıları üstüme kilitledi evden kaçmayayım diye. Evde hapis hayatı yaşamaya başladım.” Evli olduğunu öğrendiği adamdan ayrılmak istediğinde ise şiddet başlamış. 

‘Kadınlar ölmediği sürece kimse parmağını bile kıpırdatmıyor’

Hülya, birlikte olduğu erkeğin evli olduğunu öğrenmesinin ardından ondan ayrılmak isterken hamile olduğunu öğrenmiş. Kürtaj yaptırmak istese de parası olmadığı için düşük yapmaya çalışmış ancak başarılı olamamış. Hamileliğinin ilerleyen süreçlerinde de şiddet devam etmiş. Sekiz aylık hamileyken şiddet gördüğünde kanaması olmuş ve hastaneye kaldırılmış. Hastanede yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor Hülya: “Doktor, ‘Erken doğum olabilir’ dedi. Boynumda morluklar oluşmuştu. Doktor gözümün içine baktı, ‘Şiddet mi gördün’ diye sordu. Ama ben hayır dedim. Çünkü o yanımdaydı. Hiçbir zaman yalnız bırakmazdı beni, bir şey söylerim diye.”

Hülya kolluğa yönelik güvensizliğini de açıkça dile getiriyor: “Karakola gitsen de bir şey değişmiyor. Kimse bir şey yapmıyor. Hep ‘aile içi mesele’ deyip geçiyorlar. Bir kadın ölmediği sürece kimse parmağını bile kıpırdatmıyor. Ama öldükten sonra herkes ayaklanıyor.”

Hülya’nın yaşadığı kentte failin tanınan biri olması da, şiddetin cezasız kalmasının bir diğer nedeni: “Bulunduğumuz yer küçük bir yerdi. Mağazacılık yapıyordu. Zengin biri gibi bilinirdi. Polislere para yedirirdi, kendine arkadaş ederdi. O yüzden de hiç ceza almadı.”

Ben konuşmasam bile doktorlar görüyordu

Hülya’nın şiddeti anlatacak bir alanı da, güvenliğini sağlayacak bir merci de olmamış. Hastaneye her kaldırıldığında, gördüğü şiddet gözle görülürken dahi hiçbir işlem başlatılmamış. Yaşadığı başka bir şiddet vakasında merdivenden itilip düşmüş Hülya ancak hastaneye kaldırıldığında yaşadığı şiddet yine görmezden gelinmiş: “Doktor dedi ki, ‘Bu düşme değil.’ Ama ben dedim ki ‘Ayağım kaydı, merdivenden düştüm.’ Çünkü o yanımdaydı. Doktorlar görüyorlardı ama hiçbir işlem başlatmıyorlardı. Çünkü o hep başımdaydı. Hep sustum. Çünkü tehdit ediyordu. Diyordu ki, ‘Çocuğu senden alırım, başka birinin üzerine yazdırırım, seni tanımaz bile.”

Hülya bu kişinin kendi üzerine bir şirket açtığını ve geride 4 milyon liranın üzerinde borç bıraktığını belirtiyor. Tüm bu çaresizlik içinde ilk eşiyle yeniden barıştığını söyleyen Hülya, “En azından onda şiddet yoktu” diyor.

Milyonlarca kadın şiddet tehdidiyle yaşıyor
Hülya gibi binlerce kadın için şiddet hayatın sıradan bir parçası haline gelirken, İçişleri Bakanlığının 2018’de kullanıma sunduğu kadın acil destek ihbar sistemi (KADES) uygulamasına ilişkin güncel veriler, şiddetin yaygınlığına da ışık tutuyor. Bugüne kadar uygulamayı cep telefonuna indiren kadın sayısı 7 milyon 830 bine ulaştı. KADES üzerinden yapılan 1 milyon 480 bin ihbarın tamamına anında müdahale edildiği, toplamda 920 bin kadına yardım sunulduğu belirtildi. İhbar sonucu 1500 kişiye ise elektronik kelepçe takıldı.
Sığındığı yerde yeniden yargılanıyor

Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Adile Doğan, şiddete uğrayan kadınların destek alması için ilk adım olan kolluk kuvvetlerine başvuru sürecinin dahi başlı başına bir engele dönüştüğünü vurguluyor. Karakolların, şiddet mağdurlarını ya yönlendirme yoluyla oyaladığını ya da “keyfi uygulamalarla” kadınları yıldırdığını belirtiyor:

“İlk kez karakola başvuran bir kadın için çok daha zor oluyor. Bir kere nereye başvuracağını bilmiyor. Aile içi şiddet amirlikleri çok sonradan kuruldu. Doğal olarak kadınlar en yakın olan karakola gidiyorlar ama orada hiçbir şey yapılmadan başka yere gönderiliyorlar. Koca bir ilçe burası, nüfusu 800 bini aşmış durumda. Ama sadece bir tane aile içi şiddetle ilgilenen birim var. Pendik ise Anadolu yakasında şiddet vakalarında birinci sırada.”

Keyfi uygulamalar arttı

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasının ardından karakollardaki keyfi tutumların daha da yaygınlaştığını anlatan Doğan, kolluğun koruma taleplerine karşı çifte standart uyguladığını dile getiriyor:

“Bir kadın elinde tehdit mesajlarıyla başvuruyor, tedbir kararı alabiliyor. Ama başka bir kadın darp raporu getirmiş olmasına rağmen uzaklaştırma kararı çıkaramıyor. Şikayetçi olma şartı koşuyorlar. Böyle bir şart yok. Kadının talebini uygulamamak için türlü gerekçeler uyduruluyor.”

Kadınların ifadesinin alınmadığını, bunun yerine savcılığa yönlendirildiklerini aktaran Doğan, bu sürecin de kadınları mücadeleden caydırdığını söylüyor.

‘Karakolda eşim beni bulur diye başvurmaktan vazgeçti’

Esenyalı’da yaşanan örnek bir vakayı aktaran Doğan, kadınların karakolda güvende hissetmediğini söylüyor: “Yakın zamanda bir vaka geldi. Karakola gitmesini önerdik. Kadın, ‘Hayır gitmeyeceğim çünkü benim eşim beni karakolda daha rahat bulur’ dedi. Daha önce ne zaman karakola gitse eşi peşinden gelmiş. Polis arkadaşları, eşine haber vermiş. Kadın, ‘Sığınmaevimin yerini de bildirirler’ diye korkuyor. Bu korkular boşuna değil, yaşandı bunlar.”

Kimi kadınların sığınma talebinden dahi vazgeçtiğini belirten Doğan, kadınların uğradığı şiddetin yanı sıra kolluk kuvvetlerinde gördükleri aşağılamayı da vurgulayarak, “Kadınlar uğradıkları şiddet yetmiyormuş gibi bir de sığındıkları yerde yargılanıyor” diyor.

Ayda 40’tan fazla ağır şiddet vakası

Doğan, derneğe başvuran kadın sayısının son yıllarda ciddi biçimde arttığını, bunun en büyük nedeninin karakollardan ve adli süreçlerden sonuç alınamaması olduğunu söylüyor. Kendilerine Ayda 40-45 civarında şiddet vakası geldiğini belirten Doğan, “Bunların çoğu ağır şiddet vakaları. Kadınlar ya boşanmak istiyor ya da ‘Hayatımı kurtarın’ diyerek geliyor. Öldürülme tehdidi alıyorlar” ifadelerini kullanıyor.

Kadınların şiddet gördükten sonra da çözümsüz bırakıldığını ifade eden Doğan, özellikle barınma sorununa dikkat çekiyor: “Sığınakların durumu kötü. Kadınlar barınamıyor, çocuklarıyla birlikte ortada kalıyor. Erkekler boşanma aşamasında çocukları alacağım diye tehdit ediyor, boşandıktan sonra çocukları bırakıyorlar. Kadın hem çalışamıyor, hem evsiz, hem şiddet mağduru.”

Çözüm: Uygulanan politikalarda kadınların sözü olmalı

Doğan, çözümün yerel ve merkezi düzeydeki politika yapım süreçlerine kadın örgütlerinin dahil edilmesinden geçtiğini vurgulayarak, “Kadınların korunması, etkili soruşturma yürütülmesi, yargılama ve cezalandırma süreçlerinin etkin işletilmesi lazım. Barınma, geçim, üretimden koparılmama gibi temel ihtiyaçlar karşılanmalı. Belediyeler konuk merkezi açabiliyor ama bu yerler, bulunduğu yerin kadınlarına yabancı. Oysa kadınlar çocuklarıyla birlikte yaşayabilecekleri, geçici değil hayatlarını kurabilecekleri yerlere ihtiyaç duyuyor.”

Yasa var ama uygulama yok!

Kayseri Barosundan Avukat Özden Ertan ise kadınların şiddete karşı hak arama süreçlerinde karşılaştıkları sistematik sorunları değerlendiriyor. Av. Ertan başta karakollar ve yargı olmak üzere devlet kurumlarının yükümlülüklerini yerine getirmediğini söylerek İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin ardından şiddet vakalarında koruma kararlarının sınırlandırıldığını, kadınların adli yardım ve barınma hakkına erişiminin büyük oranda sekteye uğradığını aktarıyor.

‘Karakollar kadınları uzlaşmaya zorluyorlar’

Kadınların karakollarda caydırıldığını, şiddet suçlarının uzlaştırma kapsamında değerlendirildiğini söyleyen Av. Ertan, yaşananların yaygın bir uygulamaya dönüştüğünü belirterek, “Bazı suçlar uzlaştırma kapsamına alınamaz, kadına yönelik şiddet de buna dahil. Ama bu suçları uzlaştırmaya sokmaya çalışıyorlar. Şehirlerde bu alanda çalışan birimler çok az. Kadına yönelik şiddetle mücadele birimi olmayan karakollarda kadınlar başvurularını bile yapamıyor.” Av. Ertan kadınların karakola başvuru süreçlerinde yaşadığı sorunlara bir örnek veriyor: “Diyorlar ki ‘Git daha uzakta bir karakola başvur, orası dinlesin seni.’ Ama belki o kadının kapının önünde onu bekleyen biri var. Polis eşliğinde gitmesi gerekebilir. Ama bu zorunluluğa rağmen kadın yalnız bırakılıyor.”

Elektronik kelepçede bekleme listesi var

Şiddete karşı mücadele açısından KADES uygulamasının önemli bir adım olduğunu söyleyen Av. Ertan, sistemin eksik yönlerini de vurgulayarak, “Yanlışlıkla basmayı önlemek için iki kez tuşa basmanız ve konumunuzu açmanız gerekiyor. Uygulamanın çalıştığını söylüyorlar. Elektronik kelepçe ise ayrı bir mesele. Kelepçe sırası bekleniyor. Hakimlerin bu kararı vermesi gerekiyor ama vermekte çok zorlanıyorlar.”

Artık bir aylık koruma kararları veriliyor

Eskiden şiddet vakalarında altı aylık koruma kararları verildiğini, şimdi ise bir aylık kararlarla yetinildiğini söyleyen Av. Ertan, bunu “bilinçli bir tercih” olarak değerlendirerek, “6284 sayılı Yasa hâlâ yürürlükte. Ama hakimler artık çok daha kısa süreli tedbir kararları veriyorlar. Boşanma davalarında konutun tahsisini bile vermiyorlar. Somut zarar olmasını bekliyorlar. Oysa eskiden öngörülebilir tehlikeye karşı altı aylık tedbir veriliyordu” diyor.

Kadınların barınma, gelir, çocuk bakımı gibi hayati alanlarda desteklenmediği sürece şiddetten kaçmalarının mümkün olmadığını vurgulayan Av. Ertan, bu ihtiyaçların karşılanmasına ilişkin maddelerin yasa da yer aldığını ancak uygulamada büyük sorunlar yaşandığını ifade ediyor: “Sığınmaevleri yetersiz, kreş desteği uygulanmıyor. Kadına asgari ücretin çok altında ücret alabilecekleri işler bulunuyor. Kadınlar bu koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor.”

‘Adli yardım bilinmiyor, kadınlar noter masrafı bile ödemek zorunda kalıyor’

Kadınların ekonomik yetersizlikler nedeniyle adalete erişemediğini belirten Av. Ertan, adli yardım sisteminin yeterince bilinmediğini söyleyerek, “Adli yardım mekanizması, kadınların harç ve noter masrafı ödemeden süreçleri takip etmesini sağlar. Ama avukatlar da yeterince bilinçli değil. Noter vekalet ücretleri adli yardımla karşılanabilir. Ama kadınlar bunu bilmediği için 1000 lirayı kendi cebinden ödüyor. Oysa baronun yazısıyla noter işlem yapılmak zorunda” diyor. Av. Ertan, kadınların şiddet döngüsünden çıkabilmesi için yalnızca hukuki ya da ekonomik değil aynı zamanda psikolojik desteğe de ihtiyaç olduğunu vurguluyor.

‘İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli’

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için en önemli adımın İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş olduğunu vurgulayan Av. Ertan ekliyor: “Yasalarımız yeterli ama uygulanmıyor. Uygulamak istemiyorlar. Önleyici politikalar hayata geçirilmediği sürece kadınlar hep yalnız kalacak. Öncelikli olarak kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi gerekiyor. Aksi halde şiddetle mücadele sadece kağıt üzerinde kalır.”

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Üniversiteli kadınlar Ayşe Tokyaz cinayetini konuş...

Artan kadın cinayetleri ve kolluk kuvvetlerinin suça ortak olması üzerine neler düşündüklerini Tekir...

Faşizmin inşasında bir araç ve bir sonuç: Kadına y...

Ayşe Tokyaz’ın öldürülmesi, kadınların yaşam hakkının tek adam rejiminde nasıl yok sayıldığını göste...

Bunun adı şiddet: Yutmuyoruz

Medyanın ‘erkekler kadınlara vurabilir, bu sevgiden kaynaklıdır, olağan görülmesi gerekir’ mesajları...