Zeliha’nın babası ‘Sarıkamış şehidi’ olmuş. Kıtlık günleri başlamış sonra. Hele de annesi hastalanıp ölünce, hayatta kalma mücadelesi eklenmiş üstüne.

Merhaba kadınlar... İstemeden de olsa yaza ‘hoşça kal’ derken, yeni bir sezon başında, yoğun bir koşuşturmanın, ‘geçim derdine’ yetişmenin olmazsa olmaz kahramanları… Hepimize kolaylıklar diliyorum.
Sonbaharın vazgeçilmezlerine şöyle bir göz atsak, konservelerden turşulara, yakacağa; okul masraflarından faturalara varana kadar hepimizin gözünde canlanan manzara hep aynı. Hele de sandıklardan, dolaplardan çıkarıp dökülecek kışlıklar...
‘Sandık’ derken, siz de yüreğinizde ince bir sızı hissettiniz mi? Hayata dair umutlarını, hayallerini, emeğini nakış nakış resmedip ‘çeyiz’diye dolduran, sonra da kurduğu ‘yuvada’ yaşadığı ne varsa üstüne kat kat tıkıştıran annelerimizden, büyükannelerimizden tanıdığımız sandıklar... Bugün o sandıklardan birini hep birlikte aralayalım mı? Zeliha Nine’nin sandığını...

OYUNDAN GÖRÜCÜYE
Karadeniz’in küçük bir kasabasında orta halli bir ailenin kızıymış Zeliha. Orta halli dediysem, babasının ‘Sarıkamış şehidi’ olduğu haberi gelene kadar... Kıtlık günleri başlar sonra. Hele de annesi hastalanıp ölünce, hayatta kalma mücadelesi eklenir üstüne. Akrabaların yanında, insaflara kalmış, iki kardeşin mücadelesi. Aradan birkaç yıl geçmeden, yöreye gelen meşhur bir imamın adını duyarlar. Burada yetişmiş, doğu illerine tayin olup gitmiş, eşi ölünce de yeniden evlenmek üzere memleketinden ‘kız bakmaya’ gelmiş, hatırlı bir hafızmış kendisi.
İnanması güçtür, köydeki hemen her genç kız kasabanın ileri gelenlerinin nezaretinde tek tek imamın huzuruna çıkarılırlar. Zeliha’yı da adayların arasına sıkıştırırlar o arada. Akıllı uslu durmasını, saygıda kusur etmemesini öğütlerler kulağına. Zeliha’nın aklı yarım kalan seksek oyununda, başı önünde, sessizce girer odaya. Kendisine uzanan eli öper sonra; “Hoş celmişsun dede!”
Hafız Efendi gözlerine inanamaz. Gördüğü yüz, yıllar evvel sevip de alamadığı komşu kızının aynısıymış. Zeliha, o kadının kızıymış. Diğer adaylar, tek celsede elenir, Zeliha’yı ikna edecek uygun bir yalan bulunur, boynuna altınlar dizilip, önüne de annesinden kalma ‘çeyiz sandığı’ koyulur alelacele. “İmam efendi senu oğluna coturiy Zeliya! Korkma...”

SENU CENDUMA ALDUM!
Zeliha’nın sandığına, küçücük elbiselerinden başka koyacak hiçbir şey bulamazlar. O, henüz bir çocuktur ve hayata dair umutlarını nakşedecek yaşa gelmesini bile beklememişlerdir. Ertesi gün, yanında hiç tanımadığı bir adamla, hiç bilmediği bir dünyaya giden ilk uzun yolculuğuna çıkar. Yolculuk boyunca, hemen hiç konuşmazlar. Ne acıktığını getirir diline, ne de başka bir ihtiyacını. Pencereden gördüğü ne varsa şaşkınlık içinde izlemeye koyulur... Yemyeşil Karadeniz ormanlarıyla bezenmiş dağların, bir anda soyunup sarı kahve tonlara boyanması; derelerin, en çılgın gençlik türkülerini, uçurumlardan aşağı haykırırken; çok geçmeden yaşlanıp dengbej çığlıklarından seslenmesi; rüzgarın, havada yaydığı hamsi telaşının, yerini mağrur bir toprak kokusuna bırakması... Zeliha’nın bildiği, gördüğü, alıştığı ne varsa uçup gitmiştir adeta.
Yolculuğun bitmesine az kalmıştır. Susmaktan yorulan Zeliha, varacağı yerle ilgili epeyce heyecanlanmaya başlamıştır. Her canlının yavrusu gibi o da meraklı, ürkek bir yürek taşımaktadır çünkü... Belli belirsiz bir cesaretle aklındaki soruları sormak üzere yanında oturan adamın bakar yüzüne. İmamın kısa ve net cümlesi yaklaşık on saatlik sessizliği yararak, bomba gibi düşer Zeliha’nın içine. “Senu cenduma aldum!”
Donup kalmıştır küçük kız. Korkusundan ne ağlayabilir, ne de bir şey sorabilir. İstediği tek şey, annesidir sadece. Bundan sonraki cümleler, kendisine ulaşmadan havada kaybolup gitmiştir adeta. Küçük kızın kulaklarını dolduran tek ses, annesinin ölüm döşeğinde çektiği korkunç baş ağrısı iniltileridir artık...
Onu bekleyen evde, en küçüğü bebek, altı yetim kardeş yaşamaktadır. En büyükleri ise evlidir ve gelini, kendisinden yaşça da büyüktür. Evin yeni sahibi küçük Zeliha herkesin dilsiz bakışları altında oturduğu yerde, yorgun bedenini derin bir uykunun ta içine sessizce bırakıverir. Arka odadan onu seyreden evin gelini ise acı ile direncin birlikte kavrulup sofraya sunulacağı günlerin hazırlığı içindedir.

VERMEM KIZI SANA!
Evlilik hayatı hakkında hemen hemen hiçbir fikri olmayan minik Zeliha, bırakın yedi çocuğa annelik etmeyi, henüz adet bile görmemiştir. Evin gelini ise durumu ilk bakışta fark etmiştir. Şimdi sıra bu ‘çocuk geline’ evlilik hayatında ‘kadın’ rolünü anlatmaya gelmiştir. Her ikisi için de zorlu bir sınavın eşiğidir bu sohbet. Derin bir sessizlik içindedir Zeliha. Yüzünden okunan tek ifade korkudur. Akşam olup da İmam Efendi eve gelince, korku yerini telaşa bırakmıştır. Panikle kaçan Zeliha, gelinin arkasına saklanır. Hıçkırıkları, yakarışları mahzun bir sessizliğe dönene kadar beklerler. Ortalık yatışıp imam ayağa kalktığı sırada, gelin girer araya. Tek eli Zeliha’da, öteki eli siper olur imama. “Dur baba, vermem kızı sana.” Gerçekten de uzunca bir süre, Zeliha uçup gittiğini sandığı anne kokusuna kavuşmuş, huzurla uyumayı başarmıştır.
Anadolu’nun belki binlerce yıldır kemikleşmiş erkek egemen yaşam şekli karşısında, el ele vermiş iki kadın yoldaş olmuşlardır artık. Cesur Karakalpak kızı Gülendam ile çalışkan Karadeniz kızı Zeliha... Zamanın sarmasını beklemeden yaralarına ilaç olmayı da başarırlar, dosta düşmana karşı birbirine arka çıkmayı da. Herkesin imrenerek baktığı bu kadın dayanışması akşam yazlık sinemada, sabah fırın yolunda, tarlada, bostanda bulur yerini. Anne babasız, kardeşten uzak büyümüş her iki kadın ayrı evlere geçse de çoluk çocuklarını, sofralarını hiç ayrılmazlar. Hele de torunlarıyla bir yatağa dolmanın keyfi bambaşkadır.
Zeliha’nın bir bayram sofrasında buluşuyoruz. Birlikteliğin eşsiz lezzeti, tabak tabak yayılmış sofraya. Elini öpmeye gittiğimizde yanına, hasta yatağından doğruluyor bize. Küçücük eli sandığının üzerinde. “Yaklaş çizum. Sağa bi şey sorayim. Kocan o iş içun senu da döviy mi?”

İlgili haberler
Kudret

“Yol aldığı bataklıktan, omzunu yalandan saran şalını çıkarıp, atıp, sımsıkı sarıldığı kızıyla, demi...

Acıyı bal eylemiş Belgüzar

“Belgüzar tek başına yaşamayı sürdürür evinde. Gözleri sevinçle parlayarak ağırlıyor bizi. Pir Sulta...

Helin

Valizlerini, çocuklarını topladığı gibi çıkar yola. Biri karnında ikisi yanında kızları ve artık ces...