‘Nasıl yapacağız Gülsen Abla?’
13 yaşında oturmuş Gülsen tezgahın başına, şimdi 40’ında. Artık çocuk değil, haklarını bilen bir işçi kadın. ‘Örgütlü bir kadın dalgalı denizde nasıl hareket edeceğini bilir’ diyor...

Eğitim ve çocukluk haklarından mahrum bırakılıp tezgah başına oturan, sömürü düzeni ile çok erken yaşta tanışan milyonlarca çocuk var. Bazılarının yaşamlarına bir şekilde tanık olduk. Ama çok büyük bir kısmını hiç bilmedik. Öylece büyüdüler ve hâlâ milyonlarcası tezgah başında büyüyor.
Şimdi size çocuk yaşta oturduğu tezgahın başında büyüyen bir kadını tanıtacağız; Gülsen Seyhan’ı.
Gülsen 40 yaşında ve 27 yıllık işçi. 13 yaşında oturdu tezgah başında ve hala kalkmadı. Birçok farklı sektörde çalışan Gülsen, şimdilerde bir tekstil fabrikasında çalışıyor. Ama örselenen bir çocuk değil şimdi; haklarını bilen ve haksızlıkların karşısında dimdik duran güçlü bir kadın.
Peki, küçücük bir çocukken, çalışmayı dahi oyun sanırken, nasıl oldu da güçlü bir kadın oldu?


Gülsen’in iki ablası da okulu yarım bırakmıştı. Babası “Sen de yarım bırakırsın kesin” diyerek okula göndermedi Gülsen’i ve bir fabrikada işe koydu. Çalıştığı yerde hem kendi gibi çocuklar hem de ‘ablalar, ağabeyler’ dediği işçiler vardı. İlk başlarda para kazanmak hoşuna gitmişti, ancak yoksul bir aileden geliyordu ve aldığını ailesine veriyordu. Elinde bir şey kalmayınca mesaiye kalarak kendine de artırmaya çalışıyordu. Onun için çalışmak, hemen bir oyuna dönüşmüştü; “Daha çok çalışırsam, daha çok kazanırım!”
Ancak çok kısa bir zaman içinde bu oyunun korkunç bir sömürü olduğunu fark etti. Bunu o yaşta, sadece işçi çocuklar fark edebilirdi. Şiddet, hor görülme, ezilme, güvencesiz çalışma, çok çalışma... İki yıl boyunca hepsini yaşadı bu fabrikada.

KÜÇÜK GREVCİ
Gülsen 15 yaşına geldiğinde çalıştığı fabrika Esenyurt’un kırsal kesimine taşındı. “Dışarıdan reklamları yapılan çok şık görülen bir fabrikaydı. Ama bir de gelip bize sorun” diye anlatıyor o günleri. Çalışma koşullarının ağırlığı yetişkin işçileri bile zorluyordu, çocukları nasıl zorlamasın? Gülsen’in o zamanlar ‘ağabeyler, ablalar’ dediği işçiler, sendikalaşmak amacıyla greve çıkmış. O grev Gülsen’in hayatında bir dönüm noktası olmuş; “Sendikalaşma fikri hoşuma gitmişti, biz de yetişkinlerle greve çıktık. İşçilerle birlikte küçücük yaşımda iş durdurmuştuk. İş durdurunca jandarma çalışma bantlarının arasına köpeklerle geldi. Yaka paça fabrika dışına aldılar bizi. Yemekhanenin gizli yerinde bir arkadaşımızı darp ettiler. Küçücük yaşımda o fabrikada emek-sermaye çatışmasını gördüm. O günler bana çok şey kattı. O gün sendikalaştım ve örgütlendim. Ondan sonraki hayatımda haklarımın ve varlığımın farkına vardım. Öğrendim ve öğretmek için uğraştım.”

BAŞKALARI HAYATIMI KONTROL EDEMEZ
21 yaşında evlendi ve bir çocuğu oldu Gülsen’in. Çalışmaya devam etti, çünkü çalışmak onun için ekonomik özgürlük demekti. Örgütlü olmaya da devam etti. Bu süreçte sorunlar yaşamaya başladığı evliliği sonlandırabilmesinde de ekonomik gücünün olması ve örgütlülüğünün etkisi olduğunu dile getiriyor: “Eğer ekonomik bağımsızlığım, gücüm olmasaydı, örgütlenmemiş ve kendimi güçlü hissetmeseydim istemediğim ve sorunlarla geçen bir evliliğin içinde kalacaktım. Ama mücadeleden deneyimlediğim güçle kendi hayatımı başkalarının kontrol etmesine izin vermedim.”
İlk başta ailesinin de kendisine karşı çıktığını, evden bile kovulduğunu anlatan Gülsen, geri adım atmak yerine ailesiyle de mücadele etmiş ve sonuçta onları da kazanmış; “Babam inşaat işçiydi, ona bir işçi olarak yaklaştım, babam olarak değil. Böyle böyle ikna oldu o da, bir şeyleri değiştirebileceğimize... Uzun yıllar çalışmasına rağmen babamın sigortası yoktu. O da kendi haklarının farkına vardı, sigorta hakkı için uğraştı. Örgütlü olmasaydım kendi kararlarını veren bir kadın olmazdım, yanımdakilere güç veremezdim” diye anlatıyor.

VÜCUDUMUZUN TERBİYESİNİ PATRON MU VERECEK?
Gülsen’in şu anda çalıştığı tekstil fabrikasında sadece kadınlar çalışıyor. İlk dönemde işçilerin sadece bir kere lavaboya gitme hakkı varmış. İşçiler koşa koşa Gülsen’in yanına gidip, “Ya olur mu böyle, nasıl yapacağız, Gülsen abla?” diye sormuş. Her tuvalete gittiklerinde patron laf edecek diye çekinen işçilere söylediklerini şöyle aktarıyor: “Onlara ‘vücudumuzun terbiyesini patron mu verecek’ dedim. ‘İhtiyacımız varsa lavaboya gidelim, asla geri adım atmayın!’ Laf gelmesinden çekindi işçiler, oysa laf her türlü gelir, ikinci defa da gelir, ama ısrarımızı görünce üçüncüde artık bir şey diyemezler. Şimdi biz istediğimiz kadar lavaboya gidebiliyoruz.”

ÖRGÜTLÜLÜK KADINI GÜÇLENDİRİR
“Gördüm ki haklar ‘alın sizin olsun’ diye verilmedi. Bir sürü mücadele ile alındı. Çalıştığım yerlerde hep en doğal haklarımızın mücadelesini verdim ve yanımdakilerle bu fikirleri paylaştım” diyen Gülsen, mücadelenin bir kadın olarak kendisini güçlendirdiğini vurguluyor: “Örgütlendikten sonra öğrendim ki toplumda kadının konumu bana öğretilen değildi. Bu beni çok güçlendirdi.”
Çalıştığım bir işyerinde erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen aynı ücreti alamadıklarını, eşit ücret hakları için mücadele ederek kazandıklarını anlatan Gülsen, özellikle kadın işçilerin öğrenmelerini ve örgütlenmelerini tavsiye ediyor. “Çünkü kadınların yaşamlarında gerçekten çok büyük yükleri var. Çocuk, ev işleri, aile kadınlara hep başka bir rol yüklüyor. Bizi güçlendiren şey bir arada olmak. Biz kadınların her alanda sesini çıkarması gerekiyor. Öğrendiklerini yanındaki yöresindekiler ile paylaşması gerekiyor. Şu dönemde iki kadının bile yan yana gelip konuşması o kadar önemli ki... Öteki beriki demeden yan yana gelmeliyiz. Çünkü işçi kadınlar yan yana gelmediğinde hep yalnızlar. Birlik olmadan ne hak alınabiliyor ne de başka bir şey yaşayabiliyoruz.”

DALGALI DENİZLERİ AŞMAK İÇİN
Çevresindeki kadınların yükleriyle başa çıkamadığında nasıl mutsuzluk yaşadığını aktarırken, kendisine de hep hatırlattığı şu düşünceleri paylaşıyor bizlerle: “Örgütlü bir kadın dalgalı denizde nasıl hareket edeceğini bilir. Dünya sorunları, ahlar vahlar hiç bitmez. Mücadele içinde olan kadın üretiyor, çözüm buluyor, yön veriyor, kimsenin baskısı altına girmeden kendi doğrularını yaşayabiliyor. Kendi doğruları derken; bir kere kadın olduğunun farkına varıyor ve aslında ne kadar güçlü olduğunu görüyor, toplumun onu ittiği, konumlandırdığı yere rağmen...”


İlgili haberler
Kim ne der diye düşünmeyi bıraktım, özgürleştim

Sincan’da usta bir oto lastikçi olan Gülseren namı diğer Gül abla ile tanıştınız mı?

Tüküreyim bahtına: BAHTINUR

İzmir’e ayak bastıktan on gün sonra doğmuş Bahtınur. Adını babası koymuş, bahtı bize benzemesin, nur...

Kara kaşına kurban: Gönül abla

Ama Gönül… Ah Gönül abla… O hastane odasını nasıl da genişletip hayatın kendisini o odanın ortasına...