Gülüşümüzün hırsızlarına karşı bir EYLEM
“Markamın ismini Parzun koydum. Ana dilim olan Zazaca’da süt süzmek için kullanılan torbaya deniyor. Bendeki karşılığı ise arınmak.”

Merhaba kadınlar
Yine zorlu bir kış sezonuna başladığımız şu günlerde, hepimize bol şans, bol umut, yaşamın zorluklarına karşı bol direnç diliyorum. Direnç demişken, kelimenin tam anlamıyla hakkını veren bir kadın hikayesi dinlemeye hazır mısınız?

Ağır ağır çıkıyor merdivenleri Eylem. Sırtında yüklü bir yaşam öyküsü, ayağında onu yavaşlatmak için şakır şakır çalışan zincirleri... Başını kaldırıp “Merhaba, Eylem ben” deyişindeki vakur ses tonunu duyunca, sevinçle buluşuyor bakışlarımız. Kısa bir tanışma faslından sonra, yudumladığımız çaylarımızla aynı hızla geliyor Eylem’in öyküsü.

‘ÖNCELİKLİ’ İŞLER ARASINDA...
Anadolunun küçük bir köyünde, beş çocuklu yoksul bir ailenin en büyük kızıdır Eylem. Oldukça meraklı ve çalışkan bir çocukmuş, anlattığına göre. Babasının, eşine ve çocuklarına uyguladığı “kötü muamele” onu, baktığı her yere “çözüm” olmaya mecbur kılmış. “Köyden hatırladığım tek şey babamın dayakları, evi terk etmeleri, arkada kalan annemin yoksul ve çaresiz haliydi” diyor Eylem. Okuyup meslek edinmek, elbette en çok istediği şeymiş. Şehrin merkezinde yaşayan amcası, durumu fark edip yanına alınca da dünyalar onun oluvermiş.

Amcasının evinde, küçücük kafasına tıkıştırdığı kocaman umutlarıyla, bir arı çevikliğiyle her yere yetişmeye çalışıyor Eylem. Ders çalışmak, günlük işler içinde ayrıntı sadece. Evin temizliği, küçük kuzenlerinin bakımı, aile düzeni içinde yapıcı, yardımcı olması daha öncelikli işlermiş çünkü. Bunların ötesinde, çok daha önemli bir konu, namusmuş. Yengesinin “Ben bu toprağa namusum için basıyorum” cümlesinin hala kulaklarında olduğunu söylüyor. Ona öğretilen namus anlayışının, sadece erkeklerle arasına mesafe koymaktan ibaret olduğunu da ekliyor sözünün sonuna. “Çok başarılı bir öğrenciydim” diyor gülümseyerek. En sevdiği ders ise Türkçe... Derece ile aldığı diplomasını eve götürdüğünde, annesine dünyanın en güzel armağanını vermiş Eylem kız.

LİSE YERİNE KANTİNE!
Eve döndüğünde, bir nebze uzak kaldığı aile sorunlarının ortasındadır Eylem. Yine erkek şiddeti, yine ekonomik sorunlar, çaresiz anne ve büyümekte olan, kaderinin mutlaka değişmesi gereken kardeşler... Yaz tatili bitmiş, okul sezonu başlamıştır. Eylemin başlamak için can attığı liseden ise ses seda çıkmamıştır. Sanki bir asırlık bekleyişten sonra nihayet davet gelir. Koşa koşa gittiği amcasının evinde, maddi sorunlar çığ gibi büyümüştür meğerse. Öğrenci olarak başlayamadığı liseye “kantin görevlisi”dir Eylem.

O günlerden kalan anılarını sıralıyor sonra. Kantin sahibi, harcanan çayla şekerleri kıyaslıyor. “Bana ‘Şekerleri ne yaptın?’ diye sorunca, elim ayağım karışırdı. İşimi kaybetmemek için gizlice getirdiğim amcamların şekeri bile çözüm olmadı. Adam beni göndermeye kararlıydı.” Küçük kız kantinden, aslında okul hayatı umudundan böylece uzaklaştırılıyor. Bundan sonra, çırak olarak başladığı bir terzi dükkanında, dikiş nakış işleriyle tanışıyor.

BÜYÜK ŞEHİR, BÜYÜK EMEK
Aradan geçen bir iki yıldan sonra, amcasıyla büyük şehre taşınan Eylem, yaşamında yeni bir döneme adım atar. Bursa’nın emekçi semtlerinden birinde fabrika işçisi olarak çalışmaya başlar. Önceleri ona alımlı görünen bu şehirde, kendisininkine benzer hayatlarla tanışır. Şimdi, küçük kızın gözünde, her şey çok daha büyümüştür. Büyük işyerlerinde büyük üretimler olmaktadır. Büyük emekler harcanmakta, büyük paralar dönmektedir. Ancak çalışanların yaşam şartları onunkinden hiç de farklı değildir. Yine geçimlik paraya bol bol mesai... Kendisi gibi okuldan alınan kızlar da varmış, küçük yaşta evlendirilenler de. Kazancını sömüren kocalarıyla, ağabeyleriyle, babalarıyla mücadele eden kadınlar tanımış. Yediğine içtiğine, kiminle oturup kalktığına, hatta tuvalette ne kadar kaldığına karışan ustabaşılar ve müdürler de tanımış elbette...

Büyük kente çarçabuk uyum sağlayan Eylem, annesi ve kardeşlerine maddi yardım planları kurmaya başlamıştır. Daha aybaşı gelmeden, babasının evi yüklenip geldiği haberini alır. “İlk maaşımı gelip babamın alması bana çok koydu Meltem Hocam” derken, telaşla oturduğu yerden doğruluyor. Bardakta, onu sessizce dinleyen çaya hürmetle bakarak; “O parayı patrona versem bu kadar canım yanmazdı” sözlerini ekliyor.


GÜLÜŞÜMÜZÜN HIRSIZI, SESİMİZİN CELLADI
Ailesi köyden gelince, Eylem amcasından kendi evine geçer. Bu hassas ergenlik döneminde, hayata dair epeyce tecrübe biriktirmiştir. Gülmeye ayıracağı zamanı planlamıştır mesela. “Sabah usta başı gelene kadar 15 dakika, akşam babası gelene kadar yarım ya da bir saat kadar...” Babasını, “gülüşümüzün hırsızı, sesimizin celladı” diye tanımlıyor o sıralar.

Eylem’in babası, yaşı ilerledikçe şiddetin dozunu artırmış, işler tehlikeli boyuta ulaşmıştır. Bir akşam genç kız, iş dönüşünde tüm eşyalarını, kırılıp sokağa atılmış halde görür. Koşarak eve vardığında kendisini kavganın ortasında bulur. Babası elindeki bıçakla, annesine ve kardeşlerine saldırmaktadır. Herkes panikle dışarıya kaçar. Annesini ve kardeşlerini önüne katıp yollamayı başaran Eylem, arkasını döndüğünde babasıyla burun buruna gelmiştir. Çaresiz, bulabildiği en yakın gecekondudan içeriye dalar. Kendisini bu hiç tanımadığı eve kilitler. Evin kadını ise kapıda kalmıştır. Kaçışmalar, bağırışlar derken, öfkeli baba ortadan kaybolur. Çevredekilerin mahalle baskısı da başlamıştır artık. Eylem, utançtan bir daha o gecekondunun önünden bile geçemez.

ARTIK YALNIZ YÜRÜMÜYOR
Aradan birkaç ay geçmiş, Eylem’in babası, uyguladığı şiddete paranoyak fikirler eklemeye başlamıştır. Kapıdan her içeri girdiğinde evi dip bucak arayıp, kendisine yapılmış büyü ve nazar emareleri aramaktadır. Tüm bunlara, karısının onu aldattığı fikri de eklenince hayat iyice çekilmez olmuştur. Kadıncağız renkli giyinmeyi bırakmış, takılar takmamaya, karalara bürünmeye başlamıştır.

Bir sabah, arkadaşları Eylem’e, yaşantısı ile ilgili sorular sorarlar. Eylem ilkin çekinerek girer konuya. Paylaşmanın tadına vardıkça, yaşadığı her şeyi, geldiği çözümsüzlük noktasına varıncaya kadar anlatır sonra. Arkadaşlardan birinin sunduğu çözüm önerisi, önceleri imkansız gibi gözükse de zamanla tüm ailenin yaşam tarzına dönüşür. Yine bir gece Eylem’in babası, annesinin boğazına bıçak dayar. Kadın gördüğü şiddetten bayılıp, kızı sinir krizi geçirince geceyi hastanede geçirirler. Sabaha karşı, Eylem’in aklına işte bu çözüm gelir. Başka bir ev bulup, annesi ve kardeşlerini kaçıracaktır. Sabah hastaneden dönerken, anne kız, sokağın başında durup babanın evden çıkmasını bekler. Baba çıkmayınca komşuyu yönlendirip, kendisini polislerin sorduğu yalanını uydururlar. Adam telaşla çıkıp gidince de zaman kaybetmeden evi boşaltırlar. Elle taşınabilir eşyalarla, başka bir semtte arkadaşının ayarladığı eve yerleşirler. Dayanışmanın ve paylaşmanın nelere kadir olduğunu bizzat yaşamıştır Eylem. Artık yaşantısında başka bir renk, başka bir ses vardır. Tek başına yürüdüğü “mücadele” yolunda, onun gibi yürüyen yoldaşları vardır.

GREV ZAMANI
Zaman kaybetmeden kardeşlerini okula kayıt ettirir. Evin geçimini zaten kendisi sağlamaktadır. Fabrikada ise işçiler açısından koşullar kötüleşmiş, sendika, patronla görüşme süreci başlatmıştır. Eylem, saklı bir adresle, sonunun nereye varacağı belli olmayan işyeri ortamı arasında mekik dokumaktadır. Bir gün, kardeşlerini almaya gittiği okul kapısında bir polis otomobili görür. Merakla baktığı otomobilden inen, polisler eşliğindeki babasıdır. Adam polis aracılığı ile çocukları bulmuş, onları karısının kaçırdığını iddia etmiştir. “Yıllardır kendilerine defalarca başvurmamıza rağmen, annemi dayak yemekten kurtarmak için zerre kadar çaba sarf etmemiş polislerimiz, kardeşlerimin okul kayıtlarından bizi anında bulmuştu” diyerek işin aslını özetliyor Eylem.

Kaldığı yerden devam eden eski yaşantılarında, değişen bir şey olmuştur. Eylem’in direncine cesareti de eklenmiştir. Babasının şikayetini değerlendirip, boşanma davası açar. Barodan verilen bir kadın avukatla kurduğu diyalog, bu konuda en büyük desteği olur. Tam bu sıralar, fabrikada alınan grev kararıyla, onun mücadelesine yeni bir alan daha açılmıştır. Emek mücadelesinin olmazsa olmaz alanı. İşçiler bir araya geliyor, ortak taleplerini haykırıyor, aynı halayı tutuyor, aynı kapta yiyip içiyor... Ansızın gözleri doluyor Eylem’in, “O günlerde EMEP’li gençler bize koca tencereyle etli yemek getirirdi. Tadını asla unutamam” diyor. Eylem, amcasında kalırken, yengesinin hiç sevmediği bir kadın varmış. Erkeklerle arasına, onlar kadar mesafe koymadığı için ona “namussuz” derlermiş. “Beni her gördüğünde, aç olup olmadığımı soran, etli yemek yediren tek kadın...” cümlesi yarım kalıyor Eylem’in.

İSTİSMAR, YOKSULLUK, HASTALIK...
Hakkında boşanma ve evden uzaklaşma kararı çıkan baba, gitmiştir gitmesine de ardında bıraktığı izler, Eylem’i soluksuz koşturacak yeni olaylara sürüklemeye yetecektir. Kız kardeşinin, büyüdükçe bazı davranış bozuklukları olduğunu fark eder önce. Ardından eve geç gelmeler başlar. Öyle ki karakola gidip sormalara kadar varır iş. “Babam, çocuklardan en çok onu döverdi” diyor sessizce. Bir keresinde, günlerce gelmemiş. Günlerce arayıp da bulamadıkları kardeşi, bir öğle vakti kendiliğinden çıkıp gelir. Davranışları iyice tuhaflaşmıştır. Tüm gün hiçbir şey yapmadan evde oturmaktadır. Hastaneye gitmeyi reddeden küçük kızın, birkaç hafta sonra hamile olduğu anlaşılır. Eylem, karmakarışık duygular içinde, olanca gücüyle kız kardeşine sarılır, sahiplenir. Doğum zamanı yaklaştıkça işin maddi külfetini araştırır. Altından kalkamayınca kız kardeşini doğurtmaya gönüllü olur. Ulaşabildiği materyallerden bu işi öğrenmeye çalışır. Doğum zamanı gelip çatmıştır. Eylem olanca cesaretini toplayıp, doğum işini gerçekleştirmiş, kardeşini ay parçası gibi kızına kavuşturmuştur.

Bebekle başlayan yeni süreç, ev halkını derinden etkiler. Anne kız, iki ayrı bebek gibi bakılmaktadır. Az para, bol sevgiyle... Fakat ne yazık ki Eylem’in annesi de bir o kadar bakıma muhtaçtır; “kanser” teşhisi konmuştur çünkü. Çalıştığı fabrikaya veda eden Eylem, annesini hastaneye yatırır. Yeşil kartla tedavisi başlatılır.

SEVGİ VE EMEKLE ARINMAK
Bu yoğun süreç içinde Eylem, edindiği her tecrübeyi kaleme almaya çalışır. Hasta yakınlarına yardımcı olmak, farkındalık geliştirmek, burada da onun önceliğidir. Yazılarının sanal platformda gördüğü ilgi, yeni mesleğinde işini epey kolaylaştıracaktır.

Zamanın neler getirip neler götüreceği hiç belli olmaz. Eylem’in karşısına da adını her andığında yüzünü güldüren eşini çıkarmış. Seçim süreçlerinden birinde, gönüllü kurdukları birliktelik, bir ömür boyu mutluluğa dönüşmüş. “Bana kendim olma şansı veren, emektar, cömert bir insan” diye bahsediyor ondan. “Yarin ile olunca yarından söz etme. Yıkılmıştan, yanmıştan, karından hiç söz etme. Senin en büyük kazancın sevmek ve sevilmektir. Sevdiğinin yanında başka bir şey göz etme.”
Evvelden beri var olan dikiş merakını, mesleğe dönüştürmeye karar vermiş Eylem. Ev tipi bir dikiş makinası almak istemiş. Eşinin tüm ısrarına rağmen, kendi ördüğü kazakları satıp, makineyi almayı başarmış. Ancak, içine girdiğinde, işin o kadar da kolay olmadığını görmüş. İnternetten öğrenme sürecinde, “meslek sırrı” deyip, bilgi paylaşmayanı da görmüş, maddi manevi her desteği sunanları da. Çeşit çeşit çantalar üretmiş. Soranlara fiyat bilgisi veremeyecek kadar utanıyormuş ilkin. Zamanla siparişlere yetişemez olmuş. Yurt dışından toplu siparişlere varana kadar büyümüş işleri. Makinesi de sanayi tipine dönmüş tabi. “Markamın ismini Parzun koydum. Ana dilim olan Zazaca’da süt süzmek için kullanılan torbaya deniyor. Bendeki karşılığı ise arınmak.”

Annesini soruyorum. Temkinli bir bakışla karşılık veriyor soruma. Yanındaki kitap dolabına sıkı sıkıya tutunuyor. Annesini kaybettiğini söylüyor usulca. Dünyadaki hiçbir acıya denk gelmediğini, cenazesini yıkayan yengesine tüm öfkesinin, o köpüklerle birlikte akıp gittiğini anlatıyor sonra. Konuşma engelliymiş annesi. Onun dillendiremediği, ezilen tüm kadınların haykıramadığı ses olmuş Eylem. Kardeşlerini üniversite mezunu etmiş Eylem. İsminin hakkını sonuna kadar veren EYLEM...

İlgili haberler
‘İki satırlık adamları musallat etmeyelim ömrümüze...

“İki satırlık adamları ömrümüze musallat etmemek” için satırlarca yazdığımız direnç hikayelerimize v...

Ne yoksulluk, ne sömürü, ne şiddet...

Bugün kadınların kendi hayatları üzerinde her türlü şiddetten azade olarak karar verebilme mücadeles...

Dayanışmanın güçlendirdiği kadınlar

Kadınlar mücadeleyle güçlendikçe, öğrendikçe, omuz omuza verdikçe yaşama tutunuyor, şiddete karşı du...