Yakın tarihte örneğini yaşamadığımız, böylesine ürkütücü küresel bir salgında, sağlımız bu denli tehdit altında ve yarınımız belirsizliğini korurken, biz sağlık çalışanları olarak, toplumsal dayanışmanın en güzel örneklerine ve sevgi gösterilerine tanık olduk.
Yaptığımız işin gereği, dün olduğu gibi bugün de salgınla mücadele etmeyi yaşamının merkezine koyan sağlık çalışanları olarak, tam da bugünlerde işin maddi boyutunu konuşmamız, emeğimizin karşılığını istememiz; ilk bakışta “koyun can derdinde, kasap et derdinde” duygusu veriyor olabilir. Ancak iktidarı temsil eden siyasetçilerin, sabah akşam TV kanallarından, “sağlıkçıya müjde” diye ballandıra ballandıra anlattıkları “tavandan performans” ödemelerinin, özellikle hekim dışı sağlık çalışanları için, söylenenin tam tersi, onur kırıcı olduğunu gördük.
Salgının başladığı ilk günden bugüne dışarıda halkın, içeride biz sağlık çalışanlarının yaşadığı sorunlar, gazeteler TV kanalları (üç dört gazete ve iki üç tv kanalı hariç), en önemlisi de iktidar tarafından görülüp duyulmadığı gibi, bizim emeğimiz üzerinden kahramanlar ordusu yaratma, övgüler dizme ve somut bir karşılığı olmayan içi boş hamasi söylemler ile kalbimize dokunup vicdan testinden geçirdiler.
Hani her fırsatta söylenir ya “Sağlık bir ekip işidir” diye, bu sadece sözde değil, gerçekten de öyledir. Bir hastanın sıradan bir poliklinik muayenesini düşünün, ameliyat olup kliniğe yatışını, ya da kronik bir hastalıktan muzdarip olup aylarca evinin hastane olduğunu... İşte orada müthiş bir organizasyon, muhteşem bir imece vardır, adeta bir orkestra gibidir o ekip.
Doktor muayenesini yapar ve bir sonuca ulaşmak için, hastasının hastalığına göre gereken tetkikleri ister, istediği röntgeni radyoloji teknisyeni çeker, tetkik için kan örneğini hemşire alır, laboratuar teknisyeni çalışır, EKG, efor testi ister yine hemşire çeker bunları, muayenesini yaparken hastanın yattığı sedyeyi, kullandığı aletleri personel temizler, bilgi-işlem kısmını tıbbi sekreter yapar, eğer hastasına fizik tedavi gereksinimi duymuşsa fizyoterapist ya da hastaya uygun bir diyet programı istemişse diyetisyen girer işin içine... Odyoloğu, psikoloğu derken sayısı birbirinden bağımsız yaklaşık 30 ayrı mesleğin uygulayıcısının emeği vardır o hastanın iyileşme sürecine katkı koyan.
Bir de bunun ameliyathane ve yoğun bakım gibi özellikli birimleri vardır ki, gerçekten saatlerce hiç gün ışığı görmeden iğneyle kuyu kazma gibi detay işlemler yapılır hastaya, 8-9 saat süren ameliyatlar, 4-5 saat süren bakımlar...
Buraya kadar her şey olması gereken gibidir; kendi içinde ritmik, düzenli ve zamanında, herkes kendi sırası geldiğinde görevini yaparak bir sonraki arkadaşına devreder hastasını, yani ekip tam tekmil işinin başındadır.
PERFORMANS, EKİP RUHUNU HASTA ETTİ
İşte o orkestra, o güzel ekip bozuluverir birdenbire, çünkü işin içine para girmiştir ve bu ekibi bir arada tutan bağlar gevşemeye başlamıştır artık. İşte burada, paranın kime ne kadar dağıtılacak olmasını belirleyecek olan ‘performans’ denilen sihirli kelimenin işlevi başlar. Çok az kişinin kulağına hoş gelip, çoğunluğun nefret ettiği bir kelimedir o.
Adil değildir, eşit değildir, hakkaniyetli hiç değildir. Tek bir kriteri vardır; o da ilgili kişinin ne kadar para girdisi yaptığıdır hastaneye. Asla yapılan işin niteliğini ölçmez, baz aldığı tek belirleyici rakamlardır. Ve kesinlikle hekim merkezli ve kâr odaklı bir ödeme sistemidir. İş barışını bozmakla kalmaz, haksız rekabeti getirerek, moral motivasyonu en aza indirir.
Tabii ki hekim, bu ekibin motor gücüdür, orkestranın şefidir, o olmadan o ekibin bir işlevi olmayacaktır. Peki, ya diğerleri olmayınca ne olacak? Eksik kalmayacak mı hastanın tedavi sürecindeki aşamaları. Sadece ekibin diğer üyeleri ile değil, aynı mesleği icra eden yani iki ayrı branşın hekimlerinin aldığı ücretler arasındaki uçurumlar bile performans sisteminin, insan sağlığı için ne kadar yıkıcı olduğunun göstergesidir; çünkü insanı değil, parayı öncelikli sayar.
Elbette performans sistemi şu an yeni çıkmış bir sorun değildir sağlık çalışanları için, bizim şimdi yaşadığımız sonuçtur sadece, oldukça kötü yönetilen bir sürecin sonucudur.
Başlangıcı çok daha eskilere gitse de ‘sağlıkta dönüşüm’le hız kazanarak yıldızı parlatıldı performans sisteminin. O yıllardan bugüne, gerek SES, gerekse TTB, “Sağlıkta performans ölüm demektir, sağlıkta ticaret olmaz” diyerek inatla hep karşı durdular bu sisteme. En az ‘sağlıkta dönüşüm’ün mimarları kadar uygulayıcıları da aynı cümleler ile görmezden geldiler bu haklı eleştirileri. Onlara göre “az çalışan az kazanacak, çok çalışan çok kazanacaktı, hantal yapı gidecek, bürokrasi azalacaktı...” O gün bugündür bir örneğini yaşamadık bu tezi doğrulayacak ve maalesef bizzat yaşayarak deneyimledik performans sisteminin bütün arızalarını.
Bunun en somut ve en üzücü örneği ise maalesef ki, övgülerin yağdırılırken, yere göğe sığdırılamazken, ‘kahraman sağlık ordusu’ güzellemelerinin gölgesinde, ağır bir tokat gibi indi sağlık çalışanlarının yüzüne.
Yoğun bakımda 24 saat, o tulumun içinden çıkmayarak nöbet tutan hemşirenin ya da yoğun radyasyon altında aralıksız çekim yapan teknisyenin aldığı 480 TL gibi rakamlar... ‘Riskli birim’ diye tanımlanan ve Covid-19 hastalarının bakıldığı bir klinikte, hastaya aynı bakım ve tedaviyi uygulayan iki hemşirenin aldığı arasındaki rakam farkı... Bir de o ekibin diğer üyeleri vardı hani, veri giriş sekreterleri, temizlik personeli gibi; onların adı bile geçmedi bu adaletsiz dağılımda. Hastanelerin Covid-19 dışında hasta kabulü yapmaması nedeniyle iş yükü iki kat artan aile hekimleri, kapı kapı dolaşarak filyasyon çalışması yapan diş hekimleri, ebe-hemşireler; onlar da bu ihtişamlı pastadan hiç pay alamayanlar oldu.
HAKKIMIZ ÖDENEBİLİR, ÖDENSİN!
Oysa biz sağlık çalışanları olarak ne istediğimizi, üyesi olduğumuz sendika, oda ve dernekler aracılığıyla defalarca dile getirdik. Alanımızla ilgili hiçbir kararda fikrimiz alınmadığı gibi bu konuda da görülmedik, duyulmadık.
Biz sadaka istemiyoruz, istediğimiz her şey gayet makul, karşılanabilir ve en önemlisi de, her sağlık çalışanının en az anasından emdiği süt kadar helal ve her kuruşuna kadar hak ettiğini biliyoruz.
Bizim için oldukça önemli olan 3600 ek göstergeyi hangi sağlık çalışanı beklemiyor ki? Ya da yıpranma payını; çünkü, yaptığımız iş 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununda ‘tehlikeli ve çok tehlikeli işler’ sınıfında yer alıyor ve inanın buna, biz yıpranıyoruz, hem ruhsal, hem fiziksel yıpranıyoruz. Ve aslında en önemlisi de performans sisteminin tamamen kaldırılıp yerine, emekliliğe yansıyan, temel ücretimizde insani bir iyileştirme yapılmasını istiyoruz.
Bize 80 milyonun önünde söz vererek ‘Hakkınız ödenmez’ dediler ve gerçekten ödemediler! İşte bunun için biz sağlık çalışanları, üyesi olduğumuz sendikanın (SES) çağrısı ile sözünde durmayanları, onların bizi alkışladığı gibi alkışlamak üzere yarın hastane önlerinde olacağız.
İlgili haberler
Sağlık emekçisi kadınlar: Şu an hastanelerde öteki...
‘Sağlık Bakanı’nın ötekileriyiz gerçekten. Biz hemşireler, teknisyenler, biyologlar, güvenlik sekret...
Asgari ücretle çalışan sağlık emekçisi bir kadın:...
Van'da 4D kadrosunda çalışan sağlık emekçisi bir kadın, asgari ücretle korona sürecinde hastanenin r...
Hemşireler; pandemide görünenin ötesi
Bugün hemşire emeğinin bu kadar görünür olması, meslektaşlarımızın, yaşadıkları gayriinsani koşullar...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.