Koruma kararlarına rağmen öldürülen kadın sayısı artıyor: Ek tedbir yok, koruma mekanizmalarında keyfilik var!
2022'de katledilen kadınların pek çoğu kendisini tehdit eden erkekler hakkında uzaklaştırma kararı aldırmıştı. Peki nasıl oluyor da kadınlar uzaklaştırma kararlarına rağmen katlediliyorlar?

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Selim Tekin uzun zamandır taciz ettiği Beyza Doğan'ı koruma kararına rağmen öldürdü. Yine geçtiğimiz ay koruma kararına rağmen öldürülen Güler Karslı, "Ben ölünce gelirsiniz savcı bey" demişti…

2022 yılında şimdiye kadar katledilen 269 kadının pek çoğu kendisini tehdit eden, şiddet uygulayan erkekler hakkında koruma veya uzaklaştırma kararı aldırmıştı. Bazılarının polise verdiği sayısız şikayet dilekçesi ortaya çıkmıştı.

Bianet’in raporuna göre Temmuz ayında 28 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Raporda 5 kadının koruma kararına rağmen öldürüldüğü dikkat çekiyor. Ocak ile Haziran arasında en az 24 kadının koruma kararına rağmen öldürüldüğü tespit edildi.

Peki nasıl oluyor da kadınlar koruma ve uzaklaştırma kararlarına rağmen göz göre göre katlediliyorlar? Kadınlar hayatta kalabilmek için başvurabilecekleri her yere başvururken, kolluk kuvvetlerinden adliye koridorlarına kadar her yerde adalet ararken, bütün hukuki başvuruları yaparken neden devlet gerekeni yapmıyor?

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Şükran Eroğlu, İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi YK üyesi Av. Perihan Çağrışım Kayadelen, Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Ceren Kalay Eken ve Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi YK üyesi Av. Diren Vurgun Ekmek ve Gül için değerlendirdi.‘’

SADECE KORUMA KARARI YETMEZ, BAŞKA TEDBİRLER DE LAZIM
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Şükran Eroğlu, uzaklaştırma kararlarının çok yüksek oranda verilmediğini vurguluyor: “En son 2021’de adli yardımda incelediğimiz dosyalarda gördük ki müşterek haneden uzaklaştırma yüzde 20 seviyelerinde verilmiş. Dolayısıyla çok fazla verilen bir karar değil.” Verilen uzaklaştırma kararı sonrası bile erkeklerin bu kararı ihlal edip kadınları öldürdüklerini söyleyen Eroğlu, tedbir kararlarının başka tedbirlerle desteklenmesi gerektiğini söylüyor: “Kadınlar yeterince korunamıyor. Müşterek haneden uzaklaştırmanın yanı sıra kadınlara koruma verilmesi lazım. Sadece evden uzaklaştırma kararı yeterli değil, kadın herhangi bir koruma alamadığı için o adam o eve geliyor zaten…”
ELEKTRONİK KELEPÇE ÇÖZÜM MÜ?

Koruma kararını denetleme yöntemi olarak kullanılan elektronik kelepçe kanundaki adıyla elektronik izlemenin kadına karşı şiddet faillerinde uygulanması 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Dair Kanun'un 12. maddesinde düzenlenmiş durumda. Elektronik kelepçe sayısının 1000’den 1500’e çıkarılacağını İçişleri Bakanlığı Nisan ayında açıklamıştı ancak kelepçe sayısı ve vaka sayısı arasında büyük bir uçurum söz konusu.

Eroğlu’na göre elektronik kelepçe uygulaması çok önemli ama çok az uygulanıyor. Bu uygulama nasıl hayata geçiriliyor peki? Elektronik kelepçe şiddet uygulayana takılıyor ve izleniyor. Ayrıca şiddete uğrayan kişiye de takılan aparatla karar verilen mesafe izleniyor. Mesafe aşılınca uygulama devreye giriyor ve polis haberdar oluyor ve hemen müdahale etmesi gerekiyor.

Elektronik kelepçe tedbiri için, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM) bir raporlama sonucu gerçekten hayati tehlike var mı, aciliyeti var mı diye tespitte bulunuyor. Ayrıca kolluk da bir mesafe raporu hazırlıyor ve toplamda bir dosya oluşmuş oluyor. Bu süreçte ŞÖNİM hazırlanan dosyayla direkt mahkemeye başvuruyor. Eroğlu “Önceden ŞÖNİM hazırladığı dosyayı barodan talep ettiği avukata iletiyordu ve dolayısıyla avukat mahkeme sürecini takip ediyordu ama şimdi ŞÖNİM kendisi başvuruyor ve reddedildiği takdirde avukat talebinde bulunuyor ki bu sürecin çok fazla uzaması demek. Bu uygulamanın derhal kaldırılması lazım” diye ekliyor.

EKİPLER ARASI KOORDİNASYON SIFIR

Eroğlu’na göre eğitim çalışmaları, farkındalık çalışmalarının yapılması, ekipler arası koordinasyon sağlanması çok önemli. Baroların bu konularda çok hızlı davrandıklarını ancak tüm emniyet güçleri ve mahkemelerin de hızlı davranması gerektiğinin altını çiziyor Eroğlu ve “Ekipler arası koordinasyon sorunu ve eğitim eksikliği çok bariz ortada. Örneğin geçtiğimiz günlerde Bakırköy adliyesinden çıkan bir kararda şiddete maruz kalan kadının kimlik bilgileri değişmesi üzerine alınan karar polis tarafından aileye tebliğ edilmiş, bu uygulama o kadar yanlış ve eksik ki! Aile ‘Biz yine de bu süreç geçince onu bulup öldüreceğiz’ diyor. Öncelikle bu açıkların kapatılması gerekiyor” diye ekliyor.

MAHKEMELER EK ÖNLEMLERE AYAK DİRİYOR
İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi YK üyesi Av. Perihan Çağrışım Kayadelen koruma kararlarının uygulanması için siyasi bir iradenin olmadığının altını çiziyor. Kadınların uzaklaştırma kararlarını aldıktan sonra koruma kararlarına uymayan kişilere zorlama hapsi verilmesi gerektiğini söyleyen Kayadelen, mahkemelerin zorlama hapisleri uygulamamak için direnç gösterdiklerini söylüyor. “Zorlama hapisler olmadığı için failler ‘Nasıl olsa karar ihlali yapınca bir yaptırım olmuyor’ deyip koruma kararını ihlal etmeye devam ediyorlar” diye ekliyor.

ZORLAMA HAPSİ UYGULAMASI ÇÖZÜM MÜ?

Zorlama hapsi, şiddet failini tedbir kararlarının gereklerine uymaya zorlayarak şiddet mağdurunu etkin biçimde korumayı amaçlayan bir yaptırım biçimi. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda, eğer şiddet faili Aile Mahkemesinin tedbir kararlarına uymazsa, şiddet mağduru Aile Mahkemesine şikayette bulunarak, zorlama hapsi önlemi talep edebiliyor. Mahkeme de 3 ila 10 güne kadar zorlama hapis cezası verebiliyor. Bu durum her defasında tekrarlanırsa hapis 15-30 güne çıkarılabiliyor.

“Alınan koruma kararı sayısıyla, verilen zorlama hapis kararı sayısı arasında neredeyse bir uçurum var” diyen Av. Kayadelen bu uçurumu şöyle açıklıyor: “Zorlama hapisleri bu kadar az ise demek ki koruma kararına uyuluyor. Ama görüyoruz ki kadınlar koruma kararlarına rağmen öldürülüyor. Demek ki koruma kararı veriliyor ancak ihlal olduğunda zorlama hapis verilmiyor ki asıl sistem burada tıkanıyor.”

Kadınlara koruma kararı verilmesi açısından mahkemelerin bir direnci olmadığını ancak bu kararın 15 gün gibi kısa bir süre için verildiğini söyleyen Kayadelen, bunun kadınlar için eziyete dönüştüğünü şöyle anlatıyor: “Kadın 15 günde bir tekrar tekrar mahkemeye gidip koruma talep etmek zorunda kalıyor, bu çok yıpratıcı bir süreç.”

'KOPYALA YAPIŞTIR' KARARLARLA KADINLAR KORUNAMAZ

Av. Kayadelen koruma kararlarında “kopyala yapıştır” kararlarla karşı karşıya olduklarını söylerken, her kadının ihtiyacı özelinde karar verilmemesinin şiddetten kurtulma konusunda nasıl zorluklar yarattığını örneklerle anlatıyor:

“Mesela kanunda olduğu üzere şiddete maruz kalan kadınlar iş yeri değişikliği gibi taleplerde bulunabiliyor ancak mahkeme bunları ilk aşamada reddediyor. Mahkeme vakaya, duruma özel verilmesi gereken kararları vermekte direnç gösteriyor. Uzaklaştırma, yakınlarına yaklaşmama, iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme gibi olağan kararlar çıkıyor. Dolayısıyla daha ciddi vakalarda avukatlar özel önlemler aldırabilmek için çok fazla çaba sarfetmek zorunda kalıyorlar çünkü mahkemeler dosyaları incelerken dikkatli bir inceleme yapmıyor ve kopyala yapıştır kararlarla yetiniyor.”

SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLME REHAVET GETİRDİ
Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Av. Ceren Kalay Eken “Uzaklaştırma kararı hiçbir şeye yaramıyor gibi bir yaklaşım oldukça tehlikeli olur. Uzaklaştırma kararı çok kıymetli ancak uygulamada çok eksik” diyerek başlıyor değerlendirmesine. İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararının son dönemde koruma kararlarına rağmen artan kadın cinayetlerinde çok önemli bir etken olduğunu söyleyen Eken, İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğe girdiği 2014 yılında vakalardaki ciddi düşüşe dikkat çekiyor: “Şiddetsiz bir ülke inşası için tüm devlet mekanizmalarının koordineli bir biçimde harekete geçmesi lazım. Sözleşme zaten bunun yapılması gerektiğini ve nasıl yapılması gerektiğini açıklıyordu.” Sözleşmenin toplumda kadına yönelik şiddetin önlenmesi açısından sosyolojik bir etki yarattığını ancak son yıllarda bunun tam tersi bir sürecin inşa edildiğini anlatan Av. Eken, sözleşmeye yönelik saldırıların kadına yönelik şiddetin önlenmesi için somut mekanizmaların işletilmesinde de büyük sorunlar yarattığını dile getiriyor.

İstanbul Sözleşmesinden çıkıldıktan sonra uygulayıcılarda oluşan ciddiyetsizlik, somut vakaya uygun karar almama gibi bir tablonun ortaya çıkması yüzünden, son zamanlarda ciddi hayati tehdit altında olan kadınlar için bile 6 aylık uzaklaştırma kararının verilmediğini söylüyor. “En fazla 2 aylık, 3 aylık çok göstermelik kararlar veriliyor, böylece kadınlar tekrar tekrar mahkemeye başvurmak zorunda bırakılıyor.”

KEYFİ KARARLAR KADINLARIN CANINA MAL OLUYOR

Koruma kararının ihlali söz konusu olduğunda verilen kararların “keyfi” olduğunu söyleyen Av. Eken, kadınların koruma kararının ihlal edildiğini ispat etmek zorunda bırakıldıklarını anlatıyor: “Diyelim ki küfretti, yaklaşmaması gerekiyordu ama gelip kapıya dayandı. Kadınlar bunu nasıl ispatlayacak? Uygulayıcının ‘Ben adamı hapse atacaksam çok emin olmalıyım’ gibi keyfi bir süreç işletmesi vahim sonuçlara, kadınların hayatlarını kaybetmelerine neden oluyor. Oysa ki verilen zorlama hapsi aslında bir disiplin hapsidir. Nasıl ki biri hakime saygısızlık yapınca disiplin hapsi cezası verilebiliyor, burada da aynısı uygulanmaktadır. Çünkü söz konusu olan kadınların hayatı” diyor.

Eken’in adalet mekanizmalarındaki sorunlar açısından dikkat çektiği bir diğer yön ise; adalet mekanizmasında karar alma ve kararı uygulama görevi olan devlet görevlilerinin liyakatsiz atamalar, yandaşlık ilişkileri ile bu görevlere getirilmesi yüzünden oluşan “nitelik” sorunu. Bunun, kadına yönelik şiddetle etkili mücadele etmeyi de etkilediğini söylüyor.

SÖZLEŞME 6284’ÜN DAYANAĞI İDİ

Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi YK üyesi Avukat Diren Vurgun da İstanbul Sözleşmesi feshinden sonra şiddet uygulayan erkeklerin cesaret kazanmasının vahim sonuçlarını göz göre göre gelen kadın cinayetleri ile yaşadığımızı söylüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali kararından sonra, hakimlerin 6284 sayılı Kanun’a göre delil aramaksızın vermeleri gereken koruma kararlarına artık delil aramaya başladığını, bunun da kadınlar için şiddetten korunma açısından çok büyük olumsuz etkiler yarattığını dile getiriyor.

“Bu, halen uygulanmak zorunda olan 6284 sayılı Şiddetin Önlenmesi Kanununu da etkileyen bir süreç, çünkü yasanın dayanağı uluslararası sözleşmeler. Ancak bu uluslararası sözleşmeler tehdit altında. Bu da sadece şiddet faili erkeklerde değil, hakiminden savcısına kadar adalet mekanizmasındaki tüm sorumlularda bir rehavet yaratıyor” diye ekliyor Vurgun.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül