Mart ayının başından bu yana artan ve önlemlerin yetersiz kaldığı; her gün hastalık ve ölüm riskiyle karşı karşıya kalınan bir salgın süreci yaşadık, yaşıyoruz. Hali hazırda krizin yükünü çok uzun süredir çeken halkın, pandemi ile birlikte yoksulluğu daha da derinleşti. Hükümet destek paketi açıklamalarıyla sermayeye sırt çıkarken işçilere ise bu süreçte gösterilen; ücretsiz izin, riske rağmen çalışma ya da kısa çalışma ödeneği denilen kuş kadar ücretle yaşamaya mecbur bırakılmak oldu. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu sağlık emekçilerinin de uzun saatler, yetersiz önlemlerle tükenene kadar çalıştırıldığı, hastalandığı, şiddet gördüğü, hatta yaşamını kaybettiği bir süreç yaşadık.
Bu etkilere ve sonuçlara ilişkin pek çok işçi ve kadın örgütünün araştırmaları, analizleri belirleyici kaynaklar sundu. Ekmek ve Gül’e yazan, bu süreçte yaşadıklarını anlatan kadınların deneyimleri de pandemi sürecinin kadınların yaşamlarına yansımalarına ilişkin önemli bir gösterge oluşturdu.
Pandemi süreci ile birlikte ağırlaşan yoksulluk, şiddet, artan iş yükü, sermaye ve hükümet gözünde canının zerre kadar değerde olmadığını iliklerine kadar hisseden ve yaşayan kadınların anlatımlarından açıkça gördük ki; salgın sadece ölüm riski ya da hastalanma korkusu değildi kadınlar için. Aynı zamanda üretim ve yeniden üretim alanlarında yükünü ve zorluklarını artıran, yalnızlaştıran, şiddete daha açık hale gelmelerine sebep olan, gelecek kaygılarını artıran bir süreçti de. Ekmek ve Gül’e yazan kadınların anlatımları ve deneyimleri Türkiye’deki kadınların bu yaşadıklarını en çıplak haliyle ortaya serdi…
PANDEMİDE İŞÇİ KADINLAR NELER YAŞADI?
Koronavirüsün en ağır bilançosunu yaşayan kesimlerden biri kuşkusuz işçiler oldu. Kimi sektörler cirosunu 10’a katlarken işçiye düşen pay daha fazla iş yükü ve sömürü oldu. Örneğin gıda sektörü pandemi boyunca kesintisiz üretim yaptı. Birçok fabrikada üretim artarken bunun işçilere dönüşünün ise daha fazla baskı, daha fazla çalışma ve daha fazla mesai olduğunu gördük. Yaklaşık 1000 kadın işçinin çalıştığı Dardanel Ton’da da sermayenin pandemiyi nasıl da çarkına uydurduğunu en vahşi haliyle gördük. Kapalı devre çalışma sistemi adı altında zorla çalıştırılan Dardanel işçisi kadınların anlatımları o çarkın nasıl döndüğünü de açıkça gösterdi: “Asgari ücret alıyorum. Ücretlerimiz asgari ücretle beraber artıyor, başka da bir şey yok. Fazla mesaiye kalmam desen hemen kapı gösteriliyor. En küçük bir itiraz hakkımız yok, yapsan pabucun eline veriliyor. Nereye gideceksin, ne yapacaksın, ne iş bulacaksın. Ton balığı kadar değerimiz yok mu? İşyerinde psikolojimiz bozuluyor, bantlarda nefes alamıyoruz, tuvaletlere gidip gelme bile sorun oluyor. Müdürler, amirlerin gözü hep üstümüzde. Hayatımız adeta rehin alınmış durumda. Son karar da bunun somut örneği zaten. Patronun işi aksamasın diye hepimizi ateşe atıyorlar.”
Dardanel işçisi kadının “Hayatımız adeta rehin alındı” sözü, kapitalizmin her ne pahasına olursa olsun karından vazgeçmeyeceğini, gerekirse işçileri ailesinden, kendi yaşamlarından uzaklaştırıp günlerce kapalı bir alanda çalıştırarak alıkoyacağının ve bunu yaparken hiçbir engeli tanımayacağının çarpıcı gerçekliğini, işçilerin hayatındaki karşılığını özetliyor aslında.
Salgın süresince evde kal çağrılarına rağmen fabrikalarda sürü bağışıklığı anlayışıyla çalışan işçiler arasında Şölen işçisi kadınlar da var: “Bazen 12 saat çalışmak zorunda kalıyoruz. İş yerinde bitişik çalışıyoruz, bir maske ile akşama kadar idare edin diyorlar. Kıyafetlerimizi burada yıkanıyor ama temiz yıkanmıyor. Servislerde gündüzleri göz boyamak için tekli oturtuyorlar ama geceleri ikili üçlü derken bir bakıyoruz ayakta gittiğimiz oluyor. Söylüyoruz itiraz ediyoruz ama boş. Servislerde maske yok, ya kendimiz para verip alıyoruz, ya da takılmıyor. Biz burada dip dibe çalışıyoruz. Bir sigara odası var küçücük, içeride 70 kişi birlikte sigara içiyor. İşçilerin durumu çok kötü, gün geliyor ağlayanlar da oluyor, korkuyorlar işyerine gidip gelirken; ‘Acaba çocuğuma bulaşır mı, ben de var mı?’ Kaygılıyız”
Çalışmak zorunda kalan ‘eve sığamayan’ işçi kadınlar artan iş yüküne, ama buna rağmen ücretlerinde hiçbir değişim olmamasına da öfkeli. Kargo şirketleri de bu süreçte karına kar katan şirketlerden oldu. Yurtiçi kargoda çalışan temizlik işçisi bir kadının anlatımlarına kulak verdiğimizde artan iş yükünün bedelini görmek az da olsa mümkün: “Temizlik işim 5 katına çıktı. Günde bir defa temizlediğim yerleri artık 5 defa temizler oldum. İş arkadaşlarım gece 10’lara kadar evlere dağıtım yapıyor. Ama bunun karşılığında fazladan aldığımız tek şey yemek çekimizde 50 liralık bir artış sadece. Patron kâr ediyor ama bizim elimize bundan geçen hiçbir şey yok. Evlere kargo vermeye giden arkadaşlarımıza potansiyel virüslü gözüyle bakıp aşağılayan müşteriler var. Bu kadar çalışmamıza rağmen patron evinde oturuyor, biz saatlerce bunca kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyoruz. Dünyanın çilesini çekiyoruz ama aldığımız fazladan 50 lira. Ama biz ölmek istemiyoruz insanca yaşam istiyoruz...”
Bir başka kargo işçisinin söyledikleri işçilerin bu süreçte nasıl da çaresiz bırakıldığını özetliyor: “Kaygılarımız büyük. İşsiz kalmak gibi, ev izni verilse ve ücretsiz verilirse ne yapacağımızla ilgili hiçbir fikrimiz yok. Virüs, ölüm, çaresizlik, korku, endişe biz işçi sınıfına kalıyor tek farkında olduğum bu... Virüs giderek baş edilemez hale geliyor ve bizim için hâlâ hiçbir şey yapılmıyor...”
Pandemi sürecinde işsiz kalma ve ücretsiz izne çıkartılma korkusu işçilerin en büyük kaygılarından biri oldu. Artan faturalar, ödemeyen borçlar, kira üstüne bir de sürekli hijyen ürünlerine bütçe ayırmak gerekti. Üstelik tüm bunlar “hastalanırsam, çocuklarım ne olacak” kaygısı içinde yaşandı.
Eşi de işçi olan metal işçisi bir kadın çalışmak zorunda olduğu için günlerce çocuklarını göremediğini anlattı Ekmek ve Gül’e. Gelen birçok mektup ve görüşmeden gördük ki birçok işçi kadının yaşadığı sorunlar arasında “çocuğumu nereye bırakacağım, onu çalışırken hastalıktan nasıl koruyacağım” kaygıları da oldu: “Ben ve eşim çalışıyoruz, çocuklarımız küçük, eve virüs taşımaktan korktuğumuz için çocukları anneme verdik, yaklaşık 22 gündür çocuklarımızı göremiyoruz. Bizim yaptığımız işin hiçbir acil durumu yok. Patron sadece stok yapmak ve bugünler geçince de kâr yapmak istiyor. İlk günlerde hiçbir önlem alınmadı, dip dibe korku içinde çalıştık, hatta fazla mesai bile yaptık. Sonra 3 arkadaşımız koronaya yakalandı. Bunun üzerine ateşimizi ölçmeye başladılar, yemekhanede bazı düzenlemeler yaptılar. Bunların dışında başka da önlem alınmadı, canımız hiçe sayıldı. Birçoğumuza senelik izinleri kullandırıldı. Psikolojilerimiz alt üst oldu. Her gün işe kaygıyla gidiyoruz, boynumuzu borçlarımız büküyor. Ben patronlar kâr edecek diye günlerdir çocuklarımı göremiyorum. Her gün telefonda, “Anne dikkat et seni korona yakalamasın” diye ağlıyorlar. Her gün sefalet içinde yaşıyorduk şimdi bir de bu lanet hastalığın yükünü bizim omuzlarımıza yüklediler.”
Başka bir metal işçisi kadın da çocuk bakımının okullarında kapatılmasıyla bu süreçte özellikle çalışan kadınlar için nasıl bir sorun haline geldiğini anlatıyor: “Hem ev, hem iş, hem de çocuğu idare etmeye çalışıyorum. İlk önlem olarak okullar tatil oldu, bu çocuklarımızın sağlığı açısından doğru bir davranıştı ancak milyonlarca insan çocuğu evdeyken kendisi işe gitmek zorunda ve aklı evde kalıyor… İş yerlerimize kimimiz toplu taşıma, kimimiz servisle gidiyoruz. Ne kadar dikkat etsek de bulaşma ihtimaline karşı panik halindeyiz.”
Market çalışanları da korona sürecinin başında birçok önlemden mahrum kaldı. Adeta bir virüs yuvası haline gelen marketlerde çalışan işçilerin neler yaşadığını ise A101 çalışanı bir kadının anlattıklarında görmek mümkün:
“Biz market işçileri işsiz kalmamak için ses çıkartamıyoruz ama can güvenliğimiz yok. İki gün önce bizlere sadece eldiven verdiler, ama onu da sayılı kullanmamıza izin veriyorlar. Günde 1 eldivenle akşama kadar çalışıyoruz. Sabah 10, akşam 8 kapanış oluyor, aslında 6’da çıkmam gerekirken mesai denilerek market kapanışına kadar bekliyorum. Marketin çalışma saatleri azaldı ama işçilerin çalışma saatleri daha fazla uzadı, hem de iki kat yorularak çalışıyoruz. Bizim dezenfekte olmamız için kolonya bile vermiyorlar. Varsa yoksa kasa başında durmadan, soluk almadan çalışmamızı bekliyorlar. Ekstra performans harcamamızı bekliyorlar fakat bizim virüsten korunmamız için yöneticilerin hiçbir performansı yok.”
Çalışırken ecel terleri döken, tükenen, yetersiz önlemlerle çalışma dayatmasına maruz kalan, hükümetin “evde kal” söylemlerinin hiçbir karşılığının olmadığı işçi kadınlar arasında tekstil işçisi kadınlar da yer aldı: “Bütün kahve, dernek, cami, çocuk oyun parkı, tiyatro, sinema gibi yerler geçici süreyle kapatıldı, eğitime ara verildi. Ancak biz hâlâ çalışıyoruz. Sağlık söz konusu evet ama çalışmasak da olmuyor. Herkes korkuyor virüsten, ancak kimse “Sağlık daha önemli” diyerek işi de bırakamıyor. Benim çalıştığım yerde sadece süpürüyorlar yerleri. Yıkama, ilaçlama yok. Ki ipliklerin, yaptığımız işlerin tozu çok fazla. Normal zamanda bile ağzımızı, yüzümüzü tülbent ve maskeyle kapatarak çalışıyoruz. Biz insan değil miyiz? Herkes tedirgin. ‘Bol bol dua edelim, kendimiz temiz tutalım’ dediler. Biz işçiler her şekilde mağduruz, en kötüsü de işsizlik. Yaşımız ileri ve böylesi bir dönemde bizim yaşımızdakileri kimse işe almaz. Hepimizin ailesi, geçim derdi var, bütün bu yükler yine kadınların omuzlarında.”
Gördük ki; korona sürecinde ücretli emeğin kadın yarısı çalıştıkları yerlerde ölüm dolu bir çalışma düzeni ile karşı karşıya kaldı. Bu risk hala da sürüyor.
Kadın işçilerinin anlatımlarından alıntıladığımız sadece bir kısım bile; halkı, işçileri hiçe sayan üretim sistemiyle yaratılan “cinayet” düzenini teşhir ediyor.
KAYIT DIŞI İŞÇİLER, ÜCRETSİZ İZİN, İŞTEN ATMA, DERİNLEŞEN YOKSULLUK…
Ücretsiz izne çıkarılan, işten ayrılmaya zorlanan kadınlar yoksulluğun en beter haliyle karşı karşıya kalırken, kayıt dışı çalışan kadınlar ise yine en görünmeyen kesim oldu. Yoksulluğun dibine itilen, “ne yaptığı, nasıl yaşadığı, ne halde olduğu” işverenleri ve hükümet tarafından zerre umursanmayan kadınlar yazarak, anlatarak, seslerini duyurmaya çalışarak çare aradı.
Örneğin; geçimlerini günlük çalıştıkları evlerden aldıkları yevmiyeyle sağlayan ev işçisi kadınların büyük bir kısmı salgın sonrası işverenlerin “Artık gelme” sözleriyle karşılaştıkları için işsiz kaldı. Çalışmaya devam ederse virüs kapma kaygısıyla yaşayacak çalışmazsa da açlığa mahkum olacak kadınlar çoğu zaman iş arama yolunu seçse de çabaları çoğunlukla karşılıksız kaldı. İşverenleri de “eve virüs getirir” kaygısıyla kapı önüne koyuyordu çalışanları. Bu süreci yaşayanlardan biri olan Ömür’in gittiği evler yarı yarıya düştü, bu eline geçen gelirin de yarıya inmesi demekti: “Gittiğim evlerde tedirgin olanlar oldu. ‘Montunu hemen balkona as, ellerini yıka, sen kahvaltını yap biz daha sonra yaparız’ gibi... Yıllardır gidip beraber oturup beraber kalktığım insanlardan bu tepkiyi gördüm. Zoruma gitti. İş yoğunluğu da arttı. Daha fazla özenmeni istiyorlar, daha fazla ekstra iş istiyorlar. Eskiden ‘Kapı kolunu sildin mi, dış kapıyı sildin mi, onu yaptın mı bunu yaptın mı’ gibi şeyler olmuyordu. 7 yıldır hiçbir güvencem olmadan çalışıyorum, korona sürecinde de çalışmaya devam edeceğim, başka bir alternatif yok. Çözüm üretecek ya da destek alabileceğim bir yer yok.”
Korona sürecinde onlarca ev işçisinin çalışırken virüse yakalandığını duyuran Ev işçileri Dayanışma Sendikası, birçok ev işçisinin de işsiz kaldığını duyurdu.
Yaşlı bakımıyla evini geçindiren risk grubundaki bir kadının çaresizliği ve mecburiyeti de “evde kalamayanların” halini ortaya koyuyor: “Yaşamak ve ayakta kalabilmek için altmışlı yaşıma rağmen yaşlı bir erkeğin bakım işine başlamak zorunda kaldım. Kızımla beraber kendi yağımızda kavrulup giderken, zaten zor olan hayatımıza bir de virüs eklendi. Kızım bir alışveriş merkezinde satış departmanında çalışıyordu. Birçok insan gibi onun da ücretsiz izne çıkarılacağını duyunca korona olacağım korkusu içinde, sağlık problemlerime ve otobüsle gidip gelmeme karşın işime devam ediyorum. Ayakta kalabilmek için çalışıyorum. Birçok yardım kuruluşuna yardım için müracaat ettim, fakat onay vermediler. 80 yaşında bir yaşlıya bin 500 liraya bakıyorum, yol parası istedim, ‘Yarısı senden yarısı benden’ dedi. Yıllarca evde çalıştım, ayrıca ev temizliklerine gittim ama hiç sosyal güvencem olmadı, olsaydı şimdiye emekli olmuştum. Derdim kimseye muhtaç olmamak; evde reçel, tarhana yapıyorum, az da olsa onları satıyorum. Zor olan hayatlarımız bu karantina günlerinde daha da zorlaştı. Çalışmam riskli olsa da çalışmaya mecburum, kızın işyeri ne zaman açılır belli değil. Faturalar, ödemeler hepsi bize bakıyor...Dünyaya sürünmek için mi gelmişim diye düşünürüm zaman zaman.”
İşten atmaların yasaklandığı süreçte işten atılmaktan beter edilen, ayrılmaya zorlanan depo işçisi bir kadının çocuk bakımına ilişkin çaresiz kalışına dair anlattıkları da vaziyeti özetler noktada: “Kreşler kapalı, çocuğumu bırakabileceğim bir kreş de yok. Senelerdir gece gündüz demeden çalıştığım yer, şimdi beni işten çıkmaya zorluyor.”
EV İÇİ YÜK ARTARKEN…
Evde kalıp uzaktan çalışan ya da ücretsiz izne çıkarılan, evde karşılıksız emek harcayan kadınlar için “ev” vahimleşti. Artan ev işleri, ev içinde durmadan sürüp giden koşturmaca, yokluk içinde olmayanı var etme çabası evdeki cinsiyetçi işbölümünü katmetledi. Çocukların, yaşlı ve hastaların bakım yüküne eğitimi, sağlığı, korunmayı, hijyeni, bakımı tümüyle kadınların yapabilirliklerine bırakan kayıtsızlık kadınları daha da tüketen, çaresizliğe iten bir süreç yaşattı.
Çalışan ya da çalışmayan kadınların çocuk bakım derdi, çıkmaza dönerken ya çocukları işyerlerinde virüs riskine rağmen yanında götürmek zorunda kalan, ya evde tek başına bırakmak zorunda kalan ya da yaşlı ailesine teslim eden ama onların sağlıkları sebebiyle günlerce çocuklarını göremeyen kadınların yanı sıra evde kalabilen ancak uzaktan eğitimin yetersizliği ile ev içi yüklerine bir de eğitim yükü eklenen, hijyen ve temizlik için ayrıca mesai harcayan kadınların çırpınışlarına tanık olduk.
Özel sektörde çalışan Özlem, çocuk bakımının bu süreçte kendisini nasıl bir zorluğa soktuğunu anlattı: “Son zamanlarda işsizlik ve geçim sıkıntıları yetmezmiş gibi bir de salgın çıktı. Son 6 aydır herhangi bir işyerinde düzen tutturamamamın sonucunda mecbur kalarak sigortasız, hiçbir güvencesi olmayan bir işe başladım. Fakat okullar tatil edilince çocuğumu kimseye bırakamadım. Hem işe ihtiyacım var hem de çocuğuma bakmam lazım. Çareyi çocuğumu yanımda işe getirmekte buldum. Her ne kadar iş ortamı buna müsait olmasa da mecbur kaldım.”
ŞİDDET DE BAHANESİ DE ARTTI
Bir diğer taraftan kadınlar için en büyük sorun pandemi sürecinde artan şiddet oldu. Hükümet “evde kal” çağrıları yaparken evde kalan kadınların şiddet failleriyle baş başa kaldığı görmezden gelindi. Kadın örgütlerinin şiddete karşı acil önlem uyarıları önemsenmedi bile. Akabinde açıklanan raporlar ve kadın cinayetleri pandemi sürecinde türlü bahanelerle şiddetin nasıl da arttığını da verilerle görmüş olduk.
Ekmek ve Gül’e Esenyalı Mahallesinde korona sürecinde şiddet olaylarını aktaran Adile Doğan’ın anlattıkları gerçeğin en acımasız halini ortaya koyuyordu. “Bize mesajla ulaşan bir kadın, yaşadığı şiddetin bahanesini, ‘Sabah kuşlara ekmek kırıntısı atmam’ diye açıklıyor… Ekmek kırıntısı…”
Kadınların anlatımları şiddetin bahanesinin de boyutunun da arttığını gösteriyor bu süreçte: “Ben aslında her sabah kuşlara ekmek kırıntısı atarım… Şimdi evde ya kaç gündür, ne yapsam batıyor adama…” diyor. ‘Sen niye bu diziyi izliyorsun? Kesin o erkek oyuncuya aşıksın…’ bahanesiyle gördüğü şiddet yüzünden kafasına 5 dikiş atılan kadın uygunsuz videolar izlediği erkeği uyardığı için de boğazı sıkılarak cezalandırılıyor!
Şiddetin her türlüsünü bu süreçte en ağır şekilde yaşayan kadınlar çare ararken ise karakollarda karşılarına “virüs var” sözleriyle tekrar evlerine gönderildi.
Şiddet artarken, hükümet önlem almak yerine ise HSK eliyle, kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 6284 Sayılı Kanun’daki tedbir kararının kadınların aleyhine işleyeceği açık olan bir karar aldı. Korona salgını karşısında şiddet uygulayan erkeğin sağlığını korumaya gösterilen hassasiyetin bir gıdımı şiddet gören kadının can güvenliğini korumak için gösterilmedi.
Cezaevlerindeki doluluğu azaltmak için planlanan infaz düzenlemesiyle tecavüzcüler, istismarcılar, salıverildi. Akabinde çocuk yaşta evliliklere af getiren tasarının taşları döşemeye devam ederken normalleşme sürecindeki ilk hedeflerinden biri İstanbul Sözleşmesini kaldırmak oldu.
Sadece evlerde değil, işyerlerinde de ayrımcı ve şiddet dolu uygulamalar alabildiğine arttı. Kadın işçiler ustabaşlarının zoruyla yaptıkları işin yanı sıra fabrikalarındaki temizlikten dahi sorumlu tutulduklarını gördük. Gelecek korkusu, kadınların ses çıkarmasının önüne geçerken, İlk işten çıkarılacak olma kaygısı, aileye, babaya, kocaya ekonomik olarak daha da bağımlı olma korkusu, ekonomik destek arayışında tümüyle yalnız olma hissi kadınları daha da çaresiz hissettirdi.
Ancak bu kara tabloya, baskılara, ayrımcılığa, şiddete ve hükümetin kadınların haklarını hedefe alan uygulamalarına rağmen kadınların sokağa çıkarak ya da çalışırken çektikleri videolar, yazdıkları yazılarla haklarından ve hayatlarından vazgeçmeyeceklerini de gösterdiler. Bu vazgeçmeyiş ve birliktelik kadınların umudu olurken, açılan eşitsizlik uçurumunun üstesinden de ancak bu birliktelikle gelineceğini gösterdi…
*KESK Kadın dergisinden alınmıştır
İlgili haberler
KEİG: Pandemi sürecinde kadınların iş yükü arttı,...
KEİG, ‘Korona Salgınının Yarattığı Kriz Kadın Emeği Açısından Ne İfade Ediyor?’ başlıklı açıklamasıy...
Pandeminin getirdiği: Eğitime erişememe, yoksulluk...
Kocaeli Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği yükü artarak süren pandemi döneminde kadınların sıkıntı...
Pandemide kadın sağlığı: Kadınlar sağlıklarını dah...
Kadınların pandemiyle birlikte artan yükü, bakım yükümlülükleri sağlıklarına da yansıyor. Pek çok sa...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.