Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner'in vahşice katledilmesinin ardından, Türkiye'nin dört bir yanında yüzlerce eylem düzenlendi. Bu eylemler sadece Ayşenur ve İkbal'in canice katledilmesine karşı ses çıkarmakla sınırlı kalmadı; toplumun her kesiminden kadınlar şiddete, tacize, istismara, adaletsizliğe ve cezasızlık düzenine karşı sokaklara döküldü.
Eylemlerin en ön saflarında genç kadınlar yer alsa da erkeklerin katılımı da azımsanamazdı. Bu durum, cinayetlere ve şiddete karşı tepkinin toplumun geniş kesimlerine yayıldığını gösteriyordu. Ancak özellikle liseli ve üniversiteli kadınların öfkesi “Yaşamak istiyoruz” çığlığında hayat buldu.
Eylemlere dair; yürüyüşlerin güzergahının uzatılmak istenmesi, polisin engellemelerine rağmen eylemin gerçekleşmesini zorlamak, eylem bitişinde alanda durma ısrarı, sloganların söylenemeyecek düzeye gelene kadar hızlı bir biçimde tekrar edilmesi gibi dikkat çekici taraflar vardı.
İki genç kadının öldürülmesi üzerinden şiddete verilen bu güçlü tepkinin birden fazla sebebi var. Ancak özellikle son zamanlarda ayyuka çıkmış olan kadın cinayetleri, şiddet faillerinin karakollardan ve adliyelerden elini kolunu sallayarak çıkması, en nihayetinde cezasızlık politikası verilen tepkinin şiddetini etkiledi.
ŞİDDET DÖRT YANIMIZI KUŞATIYOR
2024 yılını henüz bitirmemiş olmamıza rağmen, 300’den fazla kadın öldürüldü. Haftalarca, yıllarca “Nerede?” diye sorduğumuz kayıp kadınlar var. 2023 yılında 31 binden fazla çocuk istismarı davasının açıldığını, bir yılda 14 bin çocuğun kaybedildiğini görüyoruz.
Tek adam iktidarı süresince de adaletin “güçlü, zengin, erkek” olandan yana işlediği bir tablo söz konusu. Haliyle kamuoyu baskısıyla alınan kararların dahi uygulanmadığı, İstanbul Sözleşmesi’nin devre dışı bırakıldığı, 6284’ün tartışmaya açıldığı bir ortamda göz göre göre gelen cinayetler, istismar haberleri özellikle genç kadınlar için tahammül edilemeyecek bir seviyeye ulaştı. Genç kadınlar artık bir fikirde ortaklaşıyor: Devlet kadınları şiddete karşı korumuyor.
Kadınlar üzerindeki çok yönlü baskı hem iktidarın hem çeşitli ideolojik akımların söylemleriyle perçinleniyor. Yıllardır “fıtrat” denilerek toplumsal yaşamın bu biçimde dizayn edilmeye çalışılması eşitsizliği olağan şeymiş gibi gösteriyor. Dolayısıyla kadınlara yüklenen özellikler günün sonunda erkeklerin saldırganlığını da meşrulaştıran bir koşulmuş gibi bizlere sunuluyor. Öte yandan da faillerin durumu -madde bağımlılığı, psikolojik rahatsızlıkları- cinayetlerin münferit vakalar şeklinde görülmesine yol açıyor. Bu yaklaşım, iktidarın elinde, medyada, hukukta, toplumsal alanlarda yeniden üretiliyor.
Meselenin siyaset üstü bir vicdan ve insanlık sorunu olarak görülmesi adına iktidar ve çevresi, tüm araçlarla sorunun politikliğini örtbas etmek için harekete geçiyor. Bir yandan da kadınların yan yana gelebileceği alanları kriminalize ederek kadınların şiddetin karşısında örgütlü bir dayanışmanın parçası haline gelmesini engellemeye çalışıyor.
Koruma adı altında, liseli genç kadınların eve giriş çıkış saatlerinin sıkılaştırılması, dışarıda geçirdiği vakitlerde ne yaptığının denetlenmesi; yurtlarda kalan üniversiteli genç kadınların yurtlara giriş saatlerine daha fazla müdahale edilmesi, yurt görevlilerinin denetiminin artması gibi çeşitli baskı mekanizmaları daha hızlı bir şekilde işletiliyor. Bu durum aynı zamanda genç kadınları, yan yana gelme alanlarından uzaklaştırıyor.
ARTIK HAREKETE GEÇME ZAMANI
İkbal ve Ayşenur için yapılan eylemlerde gördüğümüz üzere en çok atılan sloganlardan biriydi “Yaşasın kadın dayanışması.” Bu slogan, çarenin nerede olduğuna ilişkin bizlere ipuçları veriyor.
Genç kadınların bugün artık daha iyi öğrendiği bir şey var; birlikte hareket etmekten aldıkları güç ve cesaret. Bu aynı zamanda genç kadınlara bulunduğu her alanda birlikteliklerini nasıl büyüteceklerine ilişkin bir adım atma sorumluluğu da yüklüyor. “Biz üzerimize düşeni yaptık, eylemlere katıldık” demek yetmez. Birbirimize sahip çıkmak için bulunduğumuz sınıfta, okulda, mahallede dayanışmayı büyütmek, kalıcı hale getirmek zorundayız!
O zaman, bir üniversite öğrencisiysek üniversite yönetimlerinin engellemelerine rağmen bulunduğumuz kadın topluluğuna sahip çıkacağız. Elimizde bu yoksa kendi kadın birliklerimizi kuracağız. Üniversitelerdeki kadınların mücadelede bir araya gelmesini sağlamak için etkin CİTÖK talebinde buluşacağız.
Liseli genç kadınlar okullarının önünde onları engellemeye çalışan polislere kafa tutarken gösterdikleri kararlılığı, okullarında baskıya, zorbalığa, şiddete karşı dayanışma grupları kurmak için kullanacak. Mücadelenin yolunu, yöntemini birlikte belirleyip yaşamımızı dönüştürmeye bulunduğumuz alanlardan başlayacağız.
Güvenli bir geleceği kazanmak için yarın değil, şimdi harekete geçeceğiz. Biz genç kadınlar tüm bu yaşadıklarımızdan bir şey daha öğrendik: Bugün bu tohumların içinde geleceğin ormanı saklı ve biz o ormanın hayalini taşıyoruz; büyüme cesareti gösterirsek rüzgarların dansıyla filizleneceğiz.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
İkbal ve Ayşenur'un katledilmesi münferit değil |...
Devlet artan yoksulluktan kazanılmış haklara saldırılarla kadınları çepeçevre sarıyor. Kadınların mü...
Üniversiteli kadınlar kadın cinayetlerine karşı ay...
İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil'in vahşice katledilmesinin ardından memleketin dört bir yanından ünive...
Çukurova Üniversitesi öğrencileri: Sıradaki biz ol...
Adana'da yaşanan kadın cinayetleri Çukurova Üniversitesinde öğrenciler tarafından protesto edildi.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.