İkbal ve Ayşenur'un katledilmesi münferit değil | Örgütlü şiddete karşı kime tutunacağız?
Devlet artan yoksulluktan kazanılmış haklara saldırılarla kadınları çepeçevre sarıyor. Kadınların mücadele alanlarını kriminalize ediyor, onları yalnızlaştırıyor. Ancak kadınlar birbirine tutunacak.

“Caninin son günü”, “Kopyacı seri katil”, “Odanın her köşesi satanizm”... Bunlar geçtiğimiz gün gazetelerde yer alan haber başlıkları. İkbal ve Ayşenur’un vahşice katledilmesinin ardından yazılanlar aşağı yukarı bu başlıklar gibi; failin özelliklerini öne çıkartan, fail ve katledilen kadınlar arasındaki ilişkiyi magazin malzemesi haline getiren...

Böyle bir tavrı yakın bir zamanda da görmüştük. Narin Güran’ın ölümüne yönelik tartışmalar magazinsel ele alınmış ya da “siyaset üstü” diye nitelendirip toplumun vicdanına da oynayarak çarpıtılmıştı.

Sosyal medya platformu X’te “#turkishwomenneedhelp” başlıklı bir gündem var. Birçok kadın kendilerini ısrarla takip eden, tacizde bulunan, şiddet uygulamakla tehdit eden erkeklerle yaşadıklarını sosyal medya hesaplarından paylaşıyor, destek istiyor. Bu durum insanın aklına şu soruyu getiriyor: Kadınlar kimden yardım istiyor? Bu soruyu yanıtlamadan önce bugün böyle bir cinayetin işlenmesinin koşullarına bakmakta fayda var.

TEPKİ SÖNÜNCE FAİLLERE NE OLUYOR?

Artan kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri, kayıp kadınlar ve çocuklar... Devletin kadınları şiddete karşı korumaması, belki de hiç olmadığı kadar toplum nezdinde ortaklaşmaya başladı.

Son süreçte 6284 sayılı Kanun’da geçen koruma kararları, şiddet failinin beyanı esas alınarak veriliyor. Tedbir kararları süreleri kısa tutuluyor. Koruma kararları uygulanmıyor. Geçtiğimiz haftalarda Döne Bozdemir, boşanma aşamasında olduğu Gafer Bozdemir tarafından uzaklaştırma kararı ve elektronik kelepçe tedbirine rağmen öldürülmüştü. Kadınların şikayetlerine takipsizlik kararları veriliyor. Sevilay Karlı’nın tehdit edildiğine dair şikayetine savcılığın ‘Kovuşturmaya yer yoktur’ kararı, Sevilay öldürüldükten sonra tebliğ edilmişti.

Devletin kadınları korumadığı gerçekliğini her gün kadınlar yaşamlarıyla ödüyor.

Beyoğlu’da bir kadına cinsel saldırıda bulunan iki erkeğin serbest bırakılıp kamuoyu baskısıyla tutuklanmasında, Leyla Akay’ı bıçakladıktan sonra dahi serbest bırakılan Sinan Akay örneklerinde de bunu görüyoruz.

Kadınlar bu cinayetlere, şiddete ve cezasızlığa tepki gösteriyor elbette. Ancak tepkiler yalnızca tekil vakalar ve bu vakaların kendine özgü nitelikleri üzerinden kurgulandığında belki faillerin tutuklanmasını sağlayabiliyor. Tepki sönünce ise faillere ne olduğunu bilmiyoruz.

Durum böyle olunca, yalnızca şiddete uğrayan kadının güvenliği sorununu aşıyor. Toplumun tümünde kadınlar için daha güvensiz, şiddet dolu bir ortam yaratılıyor. Faillerin birbirinden öğrenmesinin, mevcut cezasızlık sistemi içinde nasıl daha az ceza alacağını öğrenmeye çalışmasının, kendisine bir şey olmayacağı düşüncesinin önünü açıyor.

DEVLET, ŞİDDETİ HER ALANDA ÖRGÜTLÜYOR

Kadının aileye, dolayısıyla erkeğe tabii olduğu algısı da çeşitli ideolojik akımlarla perçinleniyor. İktidarın öne sürdüğü ‘fıtrat’, kadın ve erkeğin toplumsal pozisyonlarında öne çıkartıyor. Özellikle son süreçte daha çok gündeme gelen “blackpill, redpill, incel” gibi akımların pratiklerinde erkek saldırganlığı kadınlara atfedilen çeşitli özelliklerle meşrulaştırılıyor. Bunlar bazen kadınların sadece dış görünüşleriyle ilgilendikleri gibi, bazen de kadınların kendilerine kötü davranan erkeklere daha çok bağlandığı gibi savlarla pekiştiriliyor.

Bu düşünceler yalnızca kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği “normalleştirmeye” değil, tüm toplumsal eşitsizliklerin doğallaştırılmasının ve buradan bir çıkış olmadığının örgütlenmesinin bir aracı haline geliyor.

Yaşamın her alanında ayrımcı politikalarla şiddet yaygınlaştırılıyor. Her fırsatta propaganda edilen milliyetçilik bir yandan ezilen ulusların kadınlarına yönelik ezen ulusun erkeklerinin şiddetini özel bir araç olarak örgütlerken bir yandan da ezen ulusun emekçi kadınları da toplumda yükselen şiddet eğiliminden payını alıyor.

Yoksulluğun toplum içinde yarattığı çaresizlik ve gerginliğin de kadına yönelik şiddeti artırdığı da artık dünden daha belirgin. Yoksulluk arttıkça kadın şiddet dolu evliliğine de iş yerinde patronun her türlü mobbingi ve tacizine de daha mahkum hale geliyor. Bıçağın kemiğe dayanmasıyla çıkılan hak mücadelelerinde ise kadın işçi ve emekçiler doğrudan devlet şiddetinin hedefi oluyor.

Bu sıkışmışlığın yanında kazanılmış haklara yönelik saldırılar, kadınları gittikçe vahşileşen şiddetin hedefi haline getiriyor. Özellikle İkbal ve Ayşenur’un katledilmesiyle ortaya çıktığı üzere; bir yandan öfkeyi örgütlüyor, bir yandan da korkuyu yaygınlaştırıyor.

KADINLARIN MÜCADELE ALANLARI MARJİNALLEŞTİRİLİYOR

Kadınlar yaşamının her yanında potansiyel faillere karşı diken üzerinde. Bu iki genç kadının bu kadar vahşice katledilmesi ve katliamın göz göre göre gelmesi; bu cinayetlerden önce biriken yüzlerce kadın cinayeti ve bu cinayetleri sessizce onaylayan devlet, kadınların o diken üzerindeki halini daha da çekilmez hale getiriyor. Kadınlar geçtiğimiz günlerde yapılan eylemlerde taşıdıkları dövizlerde, yaptıkları sohbetlerde, yazdıkları gönderilerde “Ya sıradaki bensem?​”, “Eğer intihar ettiğimi söylerlerse inanmayın” diyor.

Birçok kadın da eylem çağrılarına “Ya bir şey olursa? Ya içeriğinde ortaklaşmadığım bir eyleme katılıyorsam?​” gibi kaygılarla katılmadığını dile getiriyor. Bu durum kadınları daha da yalnızlaştırıyor, şiddete karşı korunabileceği bir kadın dayanışmasından, örgütlülükten uzağa düşürüyor. Yani iktidar kadınların mücadele alanlarını kadınlar için marjinalleştiriyor, erişilemez hale getiriyor. AKP’nin kadın ve LGBTİ örgütlerine, siyasi partilere yönelik yürüttüğü düşmanlaştırma hamlesi, kadın derneklerinin önüne göz korkutmak amacıyla dikilen polisler, üniversite topluluklarının stantlarını tehdit eden gruplar kadınların şiddete karşı korunabilmesi ve daha eşit bir yaşam için mücadele edebilmesinin önünü çat diye kesiyor. İktidar kadınları örgütsüz bırakarak katlediyor.

KORKMA KIZ KARDEŞİM!

Sosyal medyada sesini duyurmak için debelenen, birkaç ayda bir sokakta yan yana gelen kadınlar şiddeti yeniden üreten sistemi değiştiremediği durumda yaşadığı vahşetin farkında ancak çıkış yolu bulamayan bir hale bürünüyor. Ancak böyle olmak zorunda değil. Yazının girişinde kadınlar kimden yardım istiyor diye sormuştuk. Bu sorunun cevabı basit: Türkiyeli kadınlar birbirinden yardım alacak, birbirine tutunacak. Kendi mahallesinde yan yana gelen kadınlar, o mahalledeki failler için bir gözdağı, kadınlar için bir sığınak oluyor. İş yerlerinde bir araya gelen kadınlar; patronun sömürüsüne, ustabaşının mobbing ve şiddetine karşı birlikteliklerini sendikal örgütlenmeye çevirebiliyor. Üniversitelerde örgütlenen kadın toplulukları, kampüs içinde yaşanan her türlü şiddete ve eşitsizliğe karşı bir ses çıkartma aracı haline gelebiliyor. Hepsinden öte, kadınlar yaşadıkları koşulları değiştirebilecek güce de burada sahip oluyor. Bu yüzden korkma kız kardeşim! Bizi yalnızlaştırmaya, çaresiz bırakmaya çalışan iktidara da devlete de faillere de karşı yan yanayız.

Fotoğraf: Evrensel