Devlet görmüyor bakım yükü kadına kalıyor
Devlet engelli çocukları görmezden gelirken kadınların sırtındaki yük katbekat artıyor. 26 yıldır otizmli çocuğuna bakan Saliha, bu yıl yüzde 98 engelli çocuğunun maaşının kesildiğini anlatıyor.

Türkiye'de engelli çocukların ve çocukların tüm bakım yükünü üstlenen kadınların yaşam koşulları devletin kamuda tasarruf politikialarıyla birlikte vahimleşiyor. Devlet engelli çocukları görmezden gelirken kadınların sırtındaki yük katbekat artıyor.

Saliha; Sergen doğduktan sonra yaşamayı unuttuğunu anlatıyor. "Bir kızım 9, diğeri 6 yaşındaydı Sergen doğduğunda. Sergen'den sonra hayatımız tamamen değişti. Anlatılmaz yaşanır. Sürekli tedirgin ve tetikte geçen 26 yıl. Mesela onu bırakıp sizinle buluşmaya geldim ama kafamda ‘Evde duruyor mu? Çok yaramazlık yapar mı? Anneme zarar verir mi?​’ gibi sorular dönüyor" diyor Saliha.

Saliha, Sergen'in bakım sürecinin sadece kendisini değil, kızlarının da gelişme sürecini etkilediğini anlatıyor; "Sergen çocukken çok kaçan bir çocuktu. Dolayısıyla hiçbir yere gidemiyorduk. Kızlarım da vardı ama hiçbir yere gidemedik mesela. Onları da sinemaya, tiyatroya götüremedim çünkü Sergen'i bırakabileceğimiz bir yer yoktu."

Sadece bakım yükü değil, bu süreçte başka zorluklarla da karşı karşıya kalmış Saliha. "Eşimden yemediğim dayağı çocuğumdan yiyorum. 26 yıldır tabi ki istemeden nöbet geçirdiğinde ilk vurduğu kişi ben oluyorum. Ellerim, vücudum morluklar içinde" diyor Saliha ve otizmli çocukların belirli düzen ve alışkanlıkları olduğu için rutinde bir aile yaşantısından farklı yaşadıklarını anlatıyor.

Yıllar içerisinde Sergen'in aldığı eğitimler sonucunda hayata daha kolay uyum sağladığını söyleyen Saliha, "Şimdi rahatlıkla masada, istediğimiz gibi yemek yiyoruz. Bu da bizim için bir lüks" diyor.

Hayatının adeta bir maraton olduğunu söyleyen Saliha, sabah 8'den gece 12'ye kadar çocuğunun bakımı ve evin işlerinin yanı sıra torun baktığını da anlatıyor.

Saliha derneğe gelmeden birkaç saat önce yaşadıklarını şöyle özetliyor; "Sergen'in çamaşır asma ve katlama takıntısı var. Çamaşırlar ıslak bile olsa makineden çıkarılır ve katlanır. Ben tekrar onları makineye atarım ve bu döngü devam eder. Bugün de yine aynısını yaşadık.”

Saliha evdeki iş yükünün yanı sıra Sergen'in eğitim sürecinde de yalnız kaldığını anlatıyor; "Ya aman Saliha, eğitime götürüyorsun da ne oluyor? Değişen bir şey yok’ diyorlar. Ama o değişimi onunla yıllarını sürdüren ben görüyorum."

ADETA 'GÖREVLER' ÇEMBERİNDE

Saliha bu baskının aile içinde de oluştuğunu anlatıyor, "Ben bir gün yemek yapmasam, evi temizlemesem, ütü yapmasam, ilk söyleyecekleri şey 'Sergen'i eğitime götürüyorum diye gezmeye gidiyor, evin işi kalıyor' olacak. Ben çocuğum eğitimini alabilsin diye bütün işleri en mükemmel şekilde yapmak zorundayım. Çünkü bana yüklenen bütün görevler bazen Sergen'den daha önemli oluyor onlar için."

Saliha, bu süreçte çevresinden ve toplumdan soyutlandığını da anlatıyor, daha izole bir hayatın yanı sıra dışarıda Sergen'in geçirdiği nöbetlerin faturası da Saliha'ya kesiliyor, "Dışarıda engelli çocuklar için düşünülen herhangi bir alan yok, ayrıca çocukları bu toplumdan soyutlamak da mümkün ve doğru değil. Ancak Sergen'in toplu taşımada veya sokakta yaptığı her davranış, bana etraftan gelen tepkiyle sonuçlanıyor" diyor Saliha. Sadece çocukların değil, engelli çocuğu olan annelerin de bu şekilde toplumdan soyutlanarak yalnızlaştığını söylüyor Saliha.

80 DAKİKA EĞİTİM, 4 SAAT YOL

Saliha Sergen'i haftanın iki günü eğitime götürüyor. Eğitime gittiği günlerde Sergen'in 80 dakika eğitim aldığını anlatıyor. Servisin o bölge ve etraftaki bölgelerden çocukları anneleriyle birlikte aldığını söyleyen Saliha, servis sayısı yetersiz olduğu için 2 saat boyunca serviste dolaşmak zorunda kaldıklarını ifade ediyor; "80 dakikalık ders için 2 saat dersten önce, 2 saat dersten sonra yolculuk yapıyoruz. Çocuklar derse girince 80 dakikalık zaman dilimi ise bizim için paha biçilemez. Kadınlarla koşa koşa bir kafeye gidip çay içip sohbet ediyoruz. Birbirimizi anlıyoruz, çünkü aynı şeyleri yaşıyoruz."

Saliha, Sergen'in yıllarca aldığı eğitim sürecinin hiç kolay olmadığını söylüyor. Sergen'in eğitimini bir buçuk yaşındayken özel bir kurumda başlattığını söyleyen Saliha, özel kurumda sadece 6 ay Sergen'i okutabildiğini anlatıyor; "Önce ücretli eğitime başladık ancak bu sürdürülebilir değildi. Daha sonra sunduğum raporlar sonucu eğitimin ücretini MEB üstlenmeye başladı. Eğitime ilk başladığımız yıllarda servis yoktu. O yıllar Kayaşehir'de yaşıyorduk. Haftanın üç günü Sergen'i kendi imkanlarımla okula götürüyordum. 8 yıl böyle geçti ve daha sonra Avcılar'da, şimdi de Bakırköy'de Sergen eğitime gidiyor. Tabi artık servis var ancak dediğim gibi eğitim süresi 80 dakikayla sınırlı."

'EĞİTİME DEVAM EDECEK MİSİNİZ?' BASKISI

Saliha, her sene rehberlik merkezlerine giderek Sergen'in eğitim durumunu güncellemeleri gerekeceğini anlatıyor ancak son senelerde rehberlik tarafından "Artık 26 yaşında eğitime ihtiyaç var mı?" diye sorularla karşılaştığını anlatıyor; "Onlara 'Tabi ki ihtiyaç var' diyorum. Çünkü çocuğum bu eğitimlere gitmezse ne olacak? Sürekli evde mi kalacak? Buldukları yöntem bu mu? Özellikle eğitimin Sergen'in hayatında çok etkili yanları oldu. Onu sürdürmek benim için çok önemli."

Saliha özel eğitim merkezlerinin ayda 20 bin liradan başlayan ücretlerle yarım gün çocuklara eğitim ve bakım verdiklerini anlatıyor, "Özel eğitime yazılsak yemek yiyecek paramız olmayacak" diyor.

Saliha'nın eşi emekli, ancak geçinebilmek için asgari ücretle nakliyat işlerinde çalışıyor. Saliha ise devletten 10 bin liraya yakın bir bakım ücreti alıyor. Ancak bu sene çocuğuna ödenen 5 bin lira engelli maaşının kesildiğini anlatıyor; "Eşim emekli maaşı alıyor, ayrıca başka bir işte çalışmak zorunda. Başka bir işte çalıştığı için çocuğumun 5 bin lira engelli maaşı kesildi. Evimize giren para neredeyse iki asgari ücret kadar. Kim bizim durumumuzun iyi olduğuna karar veriyor?"

'DEVLET YÜZDE 98 ENGELLİ OĞLUMUN MAAŞINI KESTİ'

Saliha oğlunun 5 bin liralık engelli maaşına devletin göz dikmesine öfkeli. "Bu çocukların bakımı sadece eğitimle mı sınırlı? Düzenli sağlık taramalarına ihtiyacı var. Hastaneye götürüyorum her hafta kendi imkanlarımla. Ayrıca beslenme en önemli mesele. Her ailenin bir haftalık pazar alışverişi bizde 3 günde tükeniyor. 3 günde bir çuval patates alıyoruz" diyor Saliha.

Bu senenin çok zor geçtiğini söyleyen Saliha, temel ürünlere gelen zamlardan dolayı geçinmekte zorlandıklarını söylüyor; "Devlet bize 'Kemer sıkın' diyor. Bizim belimizde artık kemer bile durmuyor. Belimiz büküldü.”

Devletin engelliler için "avantaj" saydığı ve üzerinden propaganda sürdürdüğü engellilere satılan KDV'siz araçların bile birçok şarta tabi olduğunu söylüyor; "KDV'siz araçları almak için yaklaşık 600 bin lira ön ödemeye ihtiyacımız var. Bizim öyle bir paramız yok tabi ki. Ayrıca herhangi bir ön parayla engelli araç alanların, engelli maaşı kesiliyor. Daha yeni şahit oldum. Devletin gözü üç kuruş ödediği parada."

BİRKAÇ KİŞİNİN GÖRECEĞİ İŞ KADININ OMZUNDA

Engelli çocukların sosyalleşebileceği, vakit geçirebileceği alanların olmadığını söyleyen Saliha, Bakanlığın açtığı özel bakım evlerinin çok yetersiz olduğunu ve koşullarından dolayı hiç tercih edilmediğini anlatıyor; "Bizlerin en büyük korkusu genelde 'Ben öldükten sonra çocuğuma ne olacak?' oluyor. Çünkü devletin bakımevlerinin durumunu biliyoruz. Bir arkadaşım mecbur çocuğunu bırakmak zorunda kaldı çünkü çok ağır engelliydi ve bakımını karşılayacak gücü yoktu. Çocuğun bakımevinde sürekli şiddete uğradığını duyuyoruz, görüyoruz. Can kayıpları çok çoğaldı bakımevlerinde. Bu da bizim için çok ürkütücü. Yani özetle ben hayatta kaldığım sürece çocuğumu bile bile ölüme gönderemem."

Saliha, kendine dair hayallerini anlatıyor, "26 yıldır en çok istediğim şey hiçbir şey düşünmeden bir gün gezmek. Devletin buna imkan sağlaması gerekir. Bu çocuklara, kadınlar olmazsa ne olur? Birçok personele verilecek işi biz tek başımıza yapıyoruz. Devletin her an kesmeye çalıştığı ücret ise asgari ücret kadar bile değil. Üstelik emekli de olamıyorum. Emekli olmak isterdim."

Saliha, devletin engelli ve özel gereksinimli bireylere bütçe ayırmakla birlikte çeşitli imkanlar yaratması gerektiğini vurguluyor, toplumun da bu meseleye duyarlı olması için devletin uygulayacağı politikaların önemli olacağını söylüyor.

DEVLET BÜTÇE AYIRMALI, BÜTÜNCÜL POLİTİKALARI HAYATA GEÇİRMELİ
İZGE Engelliler Derneği Başkanı Nail Yurdusev, devletin engellilere yönelik bütünlükçü bir politikasının olmadığını söylüyor; "Alanda uzman yetersizliği bir yana engelli bireylerin ihtiyaçlarının planlanması devletin sorumluluğundadır. Sivil toplum kuruluşları ancak ihtiyacı ortaya koyabilir. Ancak planlama ve çözüm noktası devletin sorumluluğundadır."
Yurdusev, engellilerle ilgili yürütülmesi gereken süreçlerin eğitime sıkıştırıldığını ifade ederek, "Mesleki beceri, rehabilitasyon, bireyin aldığı bilgiyi hayatta nasıl kullandığı ve nasıl var olacağı gibi süreçlerin çalışılması gerekiyor ancak bununla ilgili herhangi bir çalışma yok. Kağıt üstünde sahada çalışma sürdüren kuruluşların buna dair çalışma önerileri olsa da devlet uygulamaktan çok uzakta" diyor.
Devletin özel rehabilitasyon merkezlerine belli bütçe ayırdığını ancak bunun da belli bir yaş ve modül üzerinden ilerlediğini söyleyen Yurdusev, "Çocuğun yaşı büyüdükçe bu eğitimin gerçekten işlevini yitirdiği doğru, ancak şu soruyu sormak lazım, peki bu çocuk ne yapacak? Daha sonra hayata nasıl dahil olacak?"
"Bütçe kısıtlamaları nedeniyle engellilere yönelik daha acımasız politikalar yürütülüyor" diyen Yurdusev, "Engelli maaşların kesilmesi ve eğitimin durumu bütçe kısıtlamalarının sonucudur. Devletin politikaları tamamen yok saymak üzere kurulu. Çünkü engellilerden fayda sağlayamıyor. Yük olarak görüyor ve dolayısıyla başından salıyor" diyor.
Devletin bakımevlerinde personel yetersizliğinin yanı sıra bu alanda eğitim alamamış veya bilgi birikimi zayıf olan kişilerin görev alması sonucu engelli çocukların daha sık şiddete maruz kaldığını söyleyen Yurdusev, devletin sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini vurguluyor ancak alanda çalışanlara da sorumluluk düştüğünü söylüyor ve "Toplumda tüm dezavantajlı bireylerin ve insanların örgütlenmesi ve sorunları tekil değil, bir bütün olarak görmesi çözüm sağlayabilir. Yoksa tek başına tekil yanıtlar aramak bizi çözüme götürmez" diyor.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül