Sesleri hâlâ yankılanan kadınlar (2): Peruz Terzakyan
Hayranı da derdi de çok bir kadındı. Kantonun piri, kantocuların kraliçesiydi. Rengarenk, yanardöner pullu fistanı, neşesini esirgemeyen hali ile çok aşıklar edinmiş, maalesef sefalet içinde ölmüş...

Peruz Terzakyan, 1880’lerde sahneye çıktı. Çoğunu kendisi yazıp bestelediği kantolarını “Neşe-i Dil” adıyla yayımlayan Peruz Hanım, 1912’ye kadar sahnelerde kaldı.
Sermet Muhtar Alus 11 Temmuz 1934 tarihli Yedigün Gazetesi’nde yayınladığı makalesinde Peruz’dan bahsederken; “Kaşta gözde bol rastık ve sürme, başta arkaya dökülmüş saç, sırtında göğüs ve kolları dekolte, dizkapağı boyunda yavruağzı, kanarya sarısı, camgöbeği veya filizi, rengarenk pullu, yanar döner kemerli, bol saçaklı fistan. Çiğ pembe çorap, pomponlu ve sırmalı iskapinler.” der...
Ahmet Rasim Bey de Peruz’un hayranlarından bahsederek; “Peruz Hanım’a hayran olan çoktur. Onun çıkacağı tiyatroda salon boş yer kalmamacasına dolar. Erkenden gelip sahne kenarında yer kapmak ayrı bir gönül işidir. Peruz’un en iyi söylediği kantolar, ‘Kalb-i viranım yanıyor, yok bana rahmedecek’ ve ‘Arap Kantosu’dur. Tersane topçu neferinden kalem efendisine kadar her türlü hayran, sahneye çiçekler, fiyonklu mektuplar, hatta para bile fırlatır.”

O SADECE ÇİÇEĞE MERAKLIDIR
Semiha Ayverdi, anılarından oluşan Hey Gidi Günler Hey kitabında az da olsa bahseder Peruz Hanım’dan: “Kantocu Peruz’un zamanına yetişemedim. Şehzadebaşı’nın tulûat tiyatrolarının meraklıları, oyundan evvel sahneye çıkan Peruz’u görmek için şehrin her tarafından tiyatroya akın ederlermiş. Peruz, hem çok güzelmiş hem de kantoları adeta bir sanat hadisesi olurmuş.”
Cemal Ünlü, Kalan Müzik için hazırladığı “Eski Kanto, Yeni Kanto” yazısında Ahmet Rasim’in Fuhş-i Atik (Eski Fuhuş Hayatı) kitabından alıntılar yapar: “Peruz daha işveli, daha marifetli, daha şehvetli, daha munis görünüyordu. Onun için tiyatronun sahneye yakın yerleri dopdolu bulunurdu. Tersane topçu neferlerinden, sıkma potur üstüne kukuletalı sako giyimli natırlardan, tellaklardan, hafiyelerden, mavnacı, salapuryalardan tutun da, kalem mümeyyizlerine, on dört on beş yaşlarında çocuklara varıncaya kadar hekes buralarda yerini alırdı. O zaman Peruz için derlerdi ki: ‘Çok kimsenin katili olmuş, çok gencin canını yakmış bir kahpedir.’ Şarkısını bitirdi mi, localardan sandalyeler, çiçekler, buketler, fiyongalı mektuplar atılır, şangırtı, höngürtü, patırtıdan bina yıkılacak zannedilirdi. Rakipler arasında tokattan, sopa, usturpadan başlayan çekişme, ustura, bıçak, demir çekme, bazen de tabanca atmakla son bulurdu. Gerçekten de Peruz ve öteki kantocular için bu türden sonu acı biten pek çok sevda hikâyesi anlatılır. Peruz’un Ayvansaraylı hamal kahyası bir sevgilisi olduğu, ona sıkı sıkıya bağlı olduğu ve sahneye savrulan paralara yan gözle bile bakmayacak, pas vermeyecek, namuslu bir kadın olduğu da söylenir. O sadece çiçeğe meraklıdır. Kim bir çiçek atarsa onu alır, koklar ve göğsüne takardı.”

ONA DERLER ‘BILDIRCIN’
1884 Ramazanında Küçük İsmail ile Hamdi Efendi, Temaşahane-i Osmani adlı topluluğu kurup Şehzadebaşı’nda Ayyar Hamza’yı oynamışlardır. Ahmet Rasim’in de sık sık bu oyunu izlemeye gittiğini belirten Salah Birsel, Galata’daki Avrupa Tiyatrosu’nda ünlenen Peruz Hanım’ın da burada sahne aldığını ekler. Peruz, hakkında çıkan dedikodulara kulak asmadan, hayranlarının karşısında çıkıp tangosunu okur ve “bıldırcın” lakabına yaraşır biçimde etrafa gülücükler dağıtırmış. Pek çok kalbe girmiş, yuva dağıtmış, çok kişiyi katil etmiştir. Peruz için söylenenler, bir yandan onun yakıcı güzelliğine ışık tutar, diğer yandan dönemin eğlence hayatını açımlar: “Çok kimsenin katili olmuş, çok gencin canını yakmış bir kahpedir derlerse de, Ahmet Rasim buna kulak asmaz. Ne var ki, bir gün Avrupa Tiyatrosu’nda iken Galatalı hacamatçılardan Balıkçı Petri’nin onun uğrunda bir adamı doğradığını kendi gözleriyle görünce ayakları suya erer. Ama Peruz Hanım kendisine çamur atanlara kulak asmadan, bu akşam yine sahneye çıkacak ve fıkırdağının en güzeliyle bize niçin ‘bıldırcın’ diye anıldığını çaktırmak üzere rast makamındaki kantosunu okuyacaktır.”
“Osmanlı dönemi sahne dünyası renkli aldatmacalarla doludur. Peruz, kanto dünyasının minicik boyuna rağmen en büyük dilberidir. Yakmadığı can kalmamıştır. Devrin paşazadelerinden tutun da en yıldız aktörlerine kadar cümle alem Peruz’un pençesine düşmüştür. Ama işvesi ve gönülçelenliği ile erkekleri birbirine düşüren Peruz sonunda baltayı taşa vurmuş, devrin kabadayısı Bıçakçı Petri’ye çarpılmıştır. Çarpma ama ne çarpma... Petri bir paşazade ile aldatılınca kıskançlığının doruk noktasında Peruz’u kalçasından bıçaklamış ve kantocu bu yüzden kendini erkeklere değil, müziğe vermiştir.” (Rayman, Özer, Osmanlı'da Temaşa Sanatı, Tuluat-Kanto ve Ortaoyunu, 2008)

“BİR DAHA YAR SEVERSEM/ YEMİN ETTİM GÖZÜME”
Semiha Ayverdi, Hey Gidi Günler Hey kitabında Peruz’un hazin sonunu şöyle anlatır: “İstanbul’un kıyısını, köşesini, girdisini çıktısını yakından tanıyan, zevk ü sefa âlemlerinin canlı şahitlerinden olan Âtıf Bey isminde bir yaşlı dost, bizim gibi Peruz’un şöhretini duyarak değil, görerek yaşamış bir kimse idi. Bu çok güzel kantocu kadının gençliğini, güzellik ve cazibesini tablo çizer gibi anlattıktan sonra kazandığı büyük servetle Harbiye’de Peruz Akâretleri denen bir sıra binanın sahibi olduğunu, fakat olgunluk ve yorgunluk çağında tutulduğu kara sevda ile sevdiği genci elinden kaçırmamak için mevcut nakit ve mücevherleri ile değeri çok yüksek olan bu binaları da bir bir satıp ona yedirdiğini, sonunda ise artık alıcı değil, verici hale gelen bu salhurde ihtiyar kadının, günün birinde, yiyecek ekmeği olmadığını bilen eski dostları tarafından son defa sahneye çıkarılarak hâzırundan ekmek parası istenmek suretiyle bu hazin taleple sahne hayatının sona ermiş olduğunu nakletmişti.”
Belki de aşağıdaki kantoyu bu olaylardan sonra yazmıştır Peruz Hanım: “Ne bakarsın gözüme/ Peruz derler özüme/ Bir daha yar seversem/ Yemin ettim gözüme”…





Kaynak: Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu “Kadın Müzisyen Portreleri ve Şarkılarında Şiddete Karşı Duran Kadınlar” dosyası



İlgili haberler
GÜNÜN ŞARKISI: Gesi Bağları; şiddete karşı kadın t...

Gesi Bağları’nın belki yüzlerce kez dinlemişsinizdir. Peki bu türkünün kocası ve kaynanasının şiddet...

GÜNÜN FOTOĞRAFI: Osmanlı’da köle kadınlar

Bugünün fotoğrafı kadın köleler. Osmanlı’da köle ticareti 1856’da resmi olarak yasaklanmasına rağmen...

Sesleri hâlâ yankılanan kadınlar (1): Kantocular

Aşağılayıcı sözleri göğüsleyerek çıkıp şarkı söyleyen, dans eden, erkeklerle dalgasını geçen Ermeni,...