Yolculuğu kolay olmayan kadınlar
‘Kayıtdışı Ekonomide Örgütlenen Kadınlar: Zayıfların Silahları ve Ötesi’ kitabında ortak olan kayıt dışı sektörlerde çalışan bu kadınlar için mücadele yolculuklarının hiç ama hiç kolay olmadığı...

‘Kayıtdışı Ekonomide Örgütlenen Kadınlar: Zayıfların Silahları ve Ötesi’ kitabının bir tarafında Hindistan’ın Uttarakhand dağ köylerinden kadınların, örgütlenmek için hayatlarında ilk kez köylerinden öte seyahate çıktığı, diğer bir tarafında ise yolların sonunda cehennem gibi sömürü düzeninin tam ortasına düşen göçmenlere uzanan hikayeleri var. Sanıyorum ortak olan, kayıt dışı sektörlerde çalışan bu kadınlar için mücadele yolculuklarının hiç ama hiç kolay olmadığı...
Kitap, Pathways of Women’s Empowerment (Kadınları Güçlendirme Yolları) isimli bir uluslararası araştırma programının parçası olarak, özellikle kadınların çalıştığı sektörlere odaklanarak hem kadınların örgütlenme deneyimlerini anlamayı, hem de denenmemiş yolları keşfederek olanakları derinleştirmeyi hedefliyor.
Kitabın ortaya çıkmasını sağlayanlar, aynı zamanda bu mücadele hikayelerinde yer alan aktivistler. Bu aktivistlerin temel hareket noktası ise, ücretli işi tek başına, kadınlar için işleyen çok yönlü sömürü mekanizmalarını dönüştürücü bir olanak olarak görmemeleri. Çünkü ücretli çalışmanın kadınlar için güçlendirici etkisinin, daha çok kayıtlı ekonomiler için geçerli olduğunu; bu yüzden kadın işgücünün önemli oranda kayıt dışı olduğu coğrafyalarda çok yönlü eşitsizlik hali ve çalışma koşullarının kendine has izole, dağınık özelliklerinin örgütlenmeyi de oldukça karmaşık bir boyuta taşıdığını düşünüyorlar. Araştırma için seçilen sahalardaki kadın çalışanların kayıtlı ekonomi oranı oldukça düşük. Bu anlamda Güney Afrika, Latin Amerika ve çokça Asya’dan izi sürülen ve bu sınırlılıkları aşan/aşmaya çalışan mücadele hikayeleri okuyucuya ufuk açıcı bir izlek sunuyor. Her coğrafyanın kendine özgü kültürel örüntüleri, örgütlü mücadelenin biçimine ya da dinamiklerine dair geleneksel sınıf temsili örgütlenmelerden -özellikle sembolik siyaseti gözeten- daha farklı temsiliyetlere de odaklanıyor. Bu şekilde kalkınmaya da daha uzun vadeli bir süreç olarak bakmayı ilke
edinen araştırma, kadın mücadelesinin büyük bir toplumsal hareket olarak ivme
kazanmasında bu yönelimin önemli olduğunu vurguluyor.


ZAYIFLARIN GELENEKSEL SİLAHLARI
Kayıt dışı ekonomilerde ücretli çalışmanın, kadınların maruz kaldığı her türlü
toplumsal eşitsizlikle mücadele için tek başına harekete geçmeyi sağlamadığına ve hem
bireysel hem toplumsal düzeyde özgürleştirme olanağının kısıtlı olmasına dikkat
çekiliyor. Engels’in kadınların ekonomiyle ilişkilenmesinin özgürlükleri açısından temel
önemde olduğu fikrine de referans veren kitap, sınıf olma ve bu yönde ortak bir
mücadele hattı ortaya konulmasını, kayıt dışı ekonomide “örgütlenme kapasitesinin yokluğu” olarak ortaya koyuyor. Bunun, kadınların yaşadığı çok katmanlı sömürü ilişkisinin ana kaynağını aşındıran sorunlu tarafları var aslında.
Kitapta bu yaklaşımı pratikler üzerinden ortaya koyan örnekler oldukça görünür. Bu da, tarihsel olarak sendikaların kayıt dışı çalışanlara ve kadınlara yönelik duruşuyla ilişkilendirilebilir. Özellikle 1970’lerden sonra artan sermaye hareketliliğiyle birlikte çalışma biçimlerinin dönüşümünün sendikal stratejileri baskıladığı bir süreç yaşandı. Bunun neticesinde güvencesiz çalışan kadınların örgütlenme alanında açılan yarık daha da derinleşti. Ancak bir sonraki aşamada güvencesizliğin getirdiği sınırlılıklar ve kadınların örgütlülüğünün önündeki riskli boyutların artışı karşısında küreselleşme ve ulus ötesi ittifaklar bir imkan olarak sunulduğu için; aktivist yazarlar tarafından örgütlülük, ana akım sendikal hareket dışında sadece sivil toplum kuruluşlarına sıkıştırılmış görünüyor. Burada elbette aktivistlerin çalıştıkları yerlerin (özellikle Brezilya dışında) toplumsal hareketler açısından tarihsel birikimi de belirleyici. Mücadele deneyimlerinde özellikle zor coğrafyalarda kadınlar için korku, hareketlerin önündeki en büyük bariyer ve “zayıfların geleneksel silahları” olarak bahsedilen çatışmasız ya da daha az çatışmalı kanalları benimseyen direnişler geliştirilmiş. Ancak dünyanın pek çok yerinde sınıf mücadelesinin geleneksel formunun, kayıt dışı çalışanlar için stratejik biçimlenmesi zaman alsa da hatta zafiyetler içerse de, bu durum çalışma koşullarından dolayı eşitsizlikleri derinleşen kadınların emek eksenli varoluşlarını görünmez kılmaya yetmez.


ÖNCE TANINMAK VE VAROLMAK...
Aktivistler deneyimlerinden hareketle, bu direnişlerin çoklu eşitsizlik halinden ortak bir kimlik geliştirmeye odaklandığını ve eylem repertuarlarının da bu eksende daha bireyselleşmiş ve gizil yıkıcılık barındırdığını ifade ediyorlar. Deneyimler gösteriyor ki, devrimci ya da sendikal örgütlenmenin olmadığı yerlerde kayıt dışı sektörde çalışan kadınlar, ücret ve çalışma koşulları gibi sınıfsal sorunlarından ve buradan kurulacak stratejilerden ziyade, daha çok “tanınma” ve “varolma” adına kendi önceliklerini ve mücadele biçimini belirledikleri pratikler geliştiriyorlar. Çalışma, sendikaların göçmen işçileri tehdit olarak gören zayıflıkları ve pratiklerinin eril olduğu yönünde bir sonuç ortaya koysa da aslında yer verdiği deneyimler içinde, bunların içeriden aşılabildiği ısrarcı örnekler de var. Genel olarak kayıt dışı alanda kadınların örgütlenmesinin uzun zaman aldığı bu deneyimler, daha çok kimlik etrafında şekilleniyor. Bu deneyimlerde değişimin, kadınların hayata geçirmek istediği neyse onu talep etmenin sürekliliğinden geldiği ve politik ilişkilenmenin aslında bir sonuç olarak ortaya çıktığı ifade ediliyor.

HER COĞRAFYADA FARKLI DENEYİM, HER DENEYİMDE ÖZGÜN REFLEKSLER
Kitaptaki her bir örgütlenme hikayesi, kadınların zorlu ve riskli koşullar altında küçük komiteler, gruplar olarak hakları için bilinçlenmeye dönük eğitimlerle başlayıp kendi yapılarını oluşturma yolculuklarını anlatıyor. Bazı toplumlarda inançlarla çizilen sınırların ahlaki dirence rağmen zorlanması, kadınlara dayatılan normları da değiştirmiş. Kadınların bu anlamda gelenekselden bugüne bağ kuran yöntemlere inandığını görüyoruz. Bu süreç sivil toplum örgütleriyle ya da sendikalarla gerilimli ilişkiler de yaratıyor. Ama tamamen yerele ve bireysele, güçlendirme politikalarına dönük yapıların hemen hepsinin izole olmuş hareketi aşma ve politikle ilişkilenme çabası da kadın mücadelelerine dair dersler veriyor.
Sonuçta bu mücadele deneyimlerinin hepsi, kayıt dışı çalışanların politikaya katılması ve bunun stratejilerini biçimlendirme sürecinde, farklı coğrafyalarda farklı eşitsiz durumlara uygun refleks gösterebilmenin önemini ortaya koyuyor. Özellikle sivil toplum örgütlerinin kaynaklarıyla yola çıkan hareketlerde, orta sınıf aktivistlerin öncü olmasının sınıf içinde yarattığı gerilimli ilişkilerin bir ortak kimlik siyasetini dayattığını da görüyoruz. Bazı deneyimlerde, başlangıçta sınıfsal vurguyu pragmatik görerek kaçınan aktivistlerin, süreç içinde ırk, etnisite, yasal statü gibi eşitsizlikleri, mücadeleyi parçalamadan kapsayan örgütlenme düzeylerine doğru hareket alması da öğretici.
Nihayetinde kayıt dışı çalışanların gündeminde güvencesizliğin olmadığı hiçbir yer yok. Ancak kadınlar için kendi yaptıkları işi sadece yaşamı devam ettirebilmenin zorunlu bir edimi olarak kodlamak, kendilerini işçi olarak sınıflandırmalarını zorlaştırmaktadır.

DÜNYANIN BİR UCUNDAN DİĞERİNE YARATICI DİRENİŞ
Kitapta yer alan mücadele hikayelerine baktığımızda, kuzeydoğu Brezilya’da São
Francisco üzüm vadisinden Güney Afrika çiftliklerine ya da Hindistan Uttarakhand
dağlarına, sermayenin ulus ötesi hareketliliğiyle birlikte küresel ekonomide kullanılmak
üzere doğal kaynakların metalaştırılmasına dayalı bir düzen ve güçlü ekonomilerin
pazarlarına bağımlı hale getirilen üreticiler üzerindeki yaptırımları görüyoruz. Mücadele
örneklerinde her coğrafyanın tarihsel birikimiyle şekillenen deneyimler yer alıyor. Bu
güvencesiz istihdam alanlarında, kadınların çalışmaya daha fazla ihtiyacı olduğu için
ezici ağırlıkla var olmaları, ama hak elde etmeye başladıkça ve kapitalizmin maksimizasyon mantığı geliştikçe istihdamın düşmeye başlaması ise tüm kayıt dışı çalışan kadınların ortak kaderi gibi. Yine bu ülkelerde, sendikaların erkek egemen yapısı olduğunu ve yoğun olarak kayıtlı sektörlere odaklandıklarını söylemiştik. Ama deneyimler bunun da dönüştürülebilir olduğunu ortaya koyuyor.
Brezilya’da tarihsel birikim, mücadelenin sınıfsal ve politik ilişkilenmeyle gelişmesine olanak verirken, Güney Afrika’da ticari tarımın köklerinin köleliğe dayanmasından dolayı Apartheid sonrası görece demokratik koşullarda bile çiftliklerde kadınların yoğun olarak ayrımcılığa, şiddete ve ataerkil baskıya karşı mücadele ettiklerini görüyoruz. Burada kadın hareketi güçlendikçe, Sikhula Sonke’de sınıfsal olarak kitle tabanlı örgütlenmeye biçim verme eğilimi güçlü şekilde açığa çıkıyor. Yine Tamil Nadu’da balıkçılık işçisi yoksul kadınların bu çalışma sahasında, geleneksel yöntemlerin tükenişiyle işbölümünden dışlanmalarına karşı erkek şiddetine ve kastlara rağmen varolma mücadelelerine tanık oluyoruz.
Hindistan ve Brezilya’da en marjinalleştirilen gruplar arasında yer alan ev işçisi kadınların, kölelik mirasına karşı önce yurttaşlık haklarını kazanmakla başlayıp, sonrasında işçi sınıfının parçası olarak ev işçileri sendika federasyonu (FENATRAD) kurmaya kadar uzanan sabırlı yolculuğu, tüm ezilen halklarla (kadınlar, siyahiler) birlikte yürütüldüğünde hız kazanıyor. Pek çok kayıt dışı işin örgütlenme zorluğu yaratan koşullarını dahi katlayarak, işverensiz, mekansız, dağınık ve özdeğer duygusunu kaybetmelerini sağlayacak dışlanmayla (hatta suçlanmayla) karşı karşıya olan Pune’deki atık toplayıcıların yasal olarak işçi kimliğini kazanmak için devletle, iktidarla yüzleşme süreçlerinde izledikleri stratejiler ve geliştirdikleri eylem repertuarları ait oldukları kültürün yer yer sıkıntılı sembollerini yeniden üretse de oldukça yaratıcıdır. Sendikalaşma süreçlerinde sınıflar arası eşitsizlikler (cinsiyet, kast, göçmenlikte yeni gelen statüsü gibi) de aşılması gereken ve pek çok benzer coğrafyada tekrar eden sorunlar. Kitapta yer alan mücadele deneyimleri, marjinalleştirilen seks işçilerinin haklarını savunan ve geliştiren Veshya Anyay Mukti Parishad kolektifinin eylemleriyle ve Burmalı göçmen kadınların Tayland’da verdikleri varolma hikayeleriyle çeşitleniyor.

KÜNYE
Kayıtdışı Ekonomide Örgütlenen Kadınlar: Zayıfların Silahları ve Ötesi
Hazırlayanlar: Naila Kabeer & Ratna Sudarshan & Kirsty Milward (2013)
Kor Kitap (Aralık 2017)
Çeviren: Fulya Alikoç

İlgili haberler
Kayıt dışı çalıştırılan kadın öğrenci sömürü çarkı...

Kayıt dışı ‘öğrenci işçi’ sömürüsüne Eskişehir’den örnek: Bir kadın öğrenci çalıştığı yerde hem sigo...

İspanyalı işçi kadınların zengin patronlara karşı...

İspanya’da dünyanın en zengin patronu olan Bershka patronuna karşı ilk kez greve çıkan kadınlar tale...

GÜNÜN RAKAMI: En az 288 bin kadın kayıt dışı çalış...

Çalışan kadınların karşılaştıkları en büyük sorunlardan biri kayıt dışı istihdam. TÜİK, Ağustos ayın...