Tarihin tozlu sayfalarında değil işçi kadınların mücadelesinde
8 Mart geldi çattı. Tüm takvimlerden, yer kürenin her bir parçasından biriktirdiği eşitlik türküsünü söyleyen kadınların tarihini de yeniden gösterir bize mart güneşi.

8 Mart geldi çattı. Güneşten tenimize ulaşan ışığın, içimizi de ısıttığı zamanlardayız şimdi. Tüm takvimlerden, yer kürenin her bir parçasından biriktirdiği eşitlik türküsünü söyleyen kadınların tarihini de yeniden gösterir bize mart güneşi. Tanıklık ettiği mücadeleleri, hem ekmek hem de gül isteyen kadınların her birini bir ışık parçası olarak, kadınlara yol göstermesi için gönderir dünyaya. Nasıl ki her kışın bir baharı varsa, en kötü gecelerin de bir sabahı olduğunu hatırlatır. Umuda ihtiyacımız olan şu günlerde, hafızamızı tazeleyelim öyleyse.

KADINLAR TERK EDİLDİKLERİ DİPSİZ KUYUDAN ÇIKIYOR

Sefalet ücreti, uzun çalışma saatleri, sağlığa aykırı çalışma ve yaşam koşulları, ağır bakım yükü, aile, sosyal, politik ve ekonomik yaşamda haklardan yoksunluk... Kadınlar, Çarlık iktidarı, din ve koca baskısıyla hayatta kalmaya çalışıyor, bir somun ekmeği dahi karşılayamadığı bir yoksulluk içinde yaşıyordu. Çarlık Rusyası da dahil olmak üzere kadınlar Sanayi Devrimi’nin etkisiyle hızlıca iş gücüne çekiliyor ve “modernleşmenin” görkemli ışıkları onların atıldığı dipsiz kuyuyu aydınlatmıyordu.

8 Mart’ın tarihi, kitaplara yazılmayan emekçi kadınların tarihidir. Deniz aşırı ülkelerden yanı başımıza, milyonlarca emekçi kadının yaşamaya ve yazmaya devam ettiği bu tarih, büyük şirketlerin televizyonlarda gördüğümüz 8 Mart kliplerinde yer bulmaz kendine. Oysa 8 Mart*, 1917’de Petrograd’lı kadın işçilerin savaşa, açlığa ve Çarlık rejimine karşı gerçekleştirdikleri büyük gösterilerle Şubat Devriminin fitilini ateşledikleri gündür. Bugünden aylar sonra, kadın işçilerin sömürü ve tahakküm ilişkilerini yıkmak üzere verdikleri mücadele Ekim Devrimiyle taçlanacak, işçi ve köylü kadınlar ilk kez, çok eşliliğin yasaklanması, şiddet ve cinsel saldırı suçunun ceza yasası kapsamına alınması gibi yasalardan başlayarak, hızla tam eşitlik için adımlar atacaktı. Böylece 1921’de toplanan İkinci Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü’nü dünyanın tüm ülkelerinde aynı anda kutlanacak ortak günü olarak belirledi. 1910’da İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle alınan karar doğrultusunda Uluslararası Kadınlar Günü zaten düzenleniyordu fakat o güne kadar tek bir ortak günü olmamıştı. Ama talepleri ortaklaşıyordu: Seçme ve seçilme hakkı, sekiz saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret, ücretsiz sağlık ve eğitim, kreş ve anaokullarının hizmete sokulması, barış, ekmek…

SORUNLAR VE MÜCADELE TARİHİN TOZLU SAYFALARINDA MI?

Talepler oldukça tanıdık değil mi? Kadınların 107 yıl önce, belki daha öncesinde yaşadığı sorunlar ve formüle ettiği talepler; bugün işçi, emekçi kadınların kendi aralarında yaptığı sohbetlere, bir araya geldiği etkinliklere, seslerini çıkarmak için indiği alanlara konu oluyor. Kadınlar güvencesiz ve kayıt dışı istihdam ediliyor, patronun keyfine göre işten çıkartılabiliyor. Sağlıkta özelleştirme kadınların, kendileri ve çocukları için sağlık hizmeti alamamasına yol açıyor, yaşlı ve çocuk bakımı kadınların sırtlarında büyüyen bir yük olarak kalmaya devam ediyor. İşçi ve emekçi kadınlar kendi yaşadığı kentlerde ne evlerinde ne de çalıştığı iş yerlerinde söz sahibi olabiliyor. Mahallelerde bir somun ekmek için kadınlar fırınlara askıda ekmek soruyor, daha ucuza ekmek alabilmek için Halk Ekmek büfeleri istiyor. Kadınlar, tarihin tozlu sayfalarında kaldığı iddia edilen sorunları her gün yeniden yaşıyor.

Kapitalizm, kadınların üzerindeki baskıyı kendi eşitsiz güç ilişkilerinin bir parçası yaparak kadınları daha çok sömürürken bu sistemin siyasal temsilcisi olan tek adam yönetimi de attığı her adımla kadınların dişi ve tırnağıyla kazandığı politik ve ekonomik haklara saldırıyor. Haklara yönelik saldırılar devam ederken kadınların iş gücü olarak piyasaya girebilmesi için şirketlere teşvikler yapılıyor, iş yerlerinde kadın kotaları uygulanıyor. Hürriyet Gazetesi’nin 29 Şubat’ta attığı manşet aslında durumu özetliyor: “Ara eleman evden çıktı.” Evet, kadınlar istihdama çekiliyor ama istihdam edilme biçimleri olarak ucuz, esnek ve güvencesizlik tercih ediliyor patronlar tarafından. Tek adam iktidarı da patronları memnun etmek için adım atmakta gecikmiyor.

PATRONA YASA, SENDİKALI İŞÇİYE CEZA

Geçtiğimiz yıl sonunda açıklanan 12. Kalkınma Planı, kadınların istihdamına dair çeşitli düzenlemeler içeriyor. Bu planda, kadınların iş gücüne katılımının teşvik edilmesine yönelik önerilen şey iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi olarak tarif ediliyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2024-2028 yılları için açıkladığı strateji belgesinde ise “iş ve aile yaşamını uyumlaştıran uygulamalar dahil kadınların iş gücü piyasasına katılımlarını kolaylaştırıcı politika ve uygulamalara ihtiyaç duyulmaktadır” şeklinde bir ifade yer alıyor. Tek adam rejiminin, strateji belgeleri, Orta Vadeli Plan ve 12. Kalkınma Planı ile “esneklik” ile gerçekleşeceğini ifade ettiği kadın istihdamını artırma hedefi, kadınlar açısından ne anlama geliyor? Patronların istediği biçimde esneklik, istendiği zaman işten çıkartılma, düzensiz mesailer ve daha düşük ücretler... Yani güvencesizlik, emek sömürüsünün haf safhaya çıkartılmaya çalışıldığı, kadınların birer makineden daha aşağı görüldüğü bir istihdam modelini tek adam iktidarı devreye sokmaya çalışıyor.

Bunun yanında işçi ve emekçi kadınların sendikal örgütlenme haklarını kısıtlıyor, grevleri yasaklıyor, iş yerinde hakları için ses çıkartan örgütlenen kadınlara yöneltilen mobbing ve baskıyı görmezden geliyor. Geçtiğimiz günlerde Bursa’da Aunde Teknik Tekstil Fabrikasında bir kadın işçi sendikalı olduğu için mesai bitimine kadar tek ayak üzerinde bekletilmişti, başka fabrikalarda sendikalaşan kadınların aileleri polis tarafından aranmıştı. Bunlar münferit değil kadın işçilerin sendikalaşma haklarına, seslerini çıkarmalarına, örgütlenmelerine karşı sistematik bir saldırı.

Tek adam iktidarı, kadınları her yönden kuşatıyor. Asgari ücretle yaşamak açlıkla imtihana dönüşüyor, ücretler enflasyon karşısında eriyor, makarna fiyatları dahi geçen yıla göre yüzde 94,26 artarken sağlıklı ve iyi beslenmek lüks halini alıyor. İşçi ve emekçi kadınların birçoğu kendi kişisel ihtiyaçlarından çoktan vazgeçmişken çocuğunun dolduramadığı beslenme çantasının derdiyle, iş yerindeki aşağılamalarla, evdeki stresle tükenmişlik, umutsuzluk ve mutsuzlukla boğuşuyor. Ancak bunun karşısında eşit işe eşit ücret, güvenli işyerleri, insanca çalışma koşulları, 8 saatlik iş günü ve güvenceli iş gibi taleplerini gündemleri haline getirmeye devam ediyor.

KUTSAL AİLE SERMAYEYE YARIYOR

Tek adam iktidarının kadınların politik haklarına yönelik düzenlediği saldırılar bazen halkın ihtiyaçlarından ziyade sermayeyi ve patronları gözetmesinden ayrı bir şeymiş gibi görünüyor. Halbuki “kutsal aile” söylemi, boşanma hakkının, nafakanın kısıtlanması ve arabuluculukla fiilen engellenmeye çalışılması, özelleştirilen sağlık, bakım, eğitim gibi hizmetlerin aile içinde, kadınlar tarafından karşılanmasına yarıyor. Kadınların yaşamları pahasına aileye hapsedilmesi, devletin işçi ve emekçiler için vermesi gereken hizmetlerden kaçmasına, patronların da emekçilerin ihtiyaçlarını karşılayacak ücretlerden ve haklardan çok çok azını emekçilere vermesini kolaylaştırıyor. Kadın emeğini ucuzlaştırıyor çünkü toplum içinde ikincilleştiriyor. Kadın işçi ve emekçileri eşine daha bağımlı kılarak en güvencesiz ve insanlık dışı koşulları kabul etmeye zorluyor. Kadına yönelik şiddetin yasalarla, devlet bürokrasisiyle örgütlenmesi kadınların bir araya gelmesi, birbiriyle dayanışması, yaşadığı sorunlara karşı ses çıkartabilmesinin önünde bir engel oluşturuyor.

Ancak kadınlar şiddete karşı birbirinin yanında durmaya devam ediyor, irili ufaklı topluluklar, dernekler oluşturarak kendi hayatlarını birlikte değiştirmek için yan yana geliyor. Eşleriyle, aileleriyle tehdit edilen işçi kadınlar ne pahasına olursa olsun kendi emekleri üzerinde söz sahibi olabilmek için örgütleniyor, verdikleri mücadele ailelerini, çevrelerini, kentlerini değiştiriyor. Eğitimde örgütlenen gericiliğe, medeni haklara yönelik saldırılara, şiddete karşı kadınlar çıkarabildikleri her yerde ses çıkartmaya çalışıyor. Silah tüccarlarının, patronların zenginleşmesi dışında işçi ve emekçilere ölüm ve yoksulluk dışında bir şey getirmeyen, kadınlara “fethedilecek özel topraklar” olarak görülerek özel saldırıların gerçekleştirildiği savaşların karşısında kadınlar yaşamı ve barışı savunuyor. Yıllar önce resmiyette kazanılmış olsa da fiilen işçi ve emekçi kadınların erişiminin kısıtlı olduğu seçme, seçilme hakkı için mahallelerde, kentlerde kadınlar kendi taleplerini temsil edecek adayları yerel yönetimler için birlikte belirliyor. Şimdi kim diyebilir ki emekçi kadınların yüz yıllık mücadelesine konu olan talepler bugün artık güncel değil?

TARİH KADINLARA YOL GÖSTERİYOR
Lawrence’da düşük ücret ve kölece çalışma koşullarına karşı birleşen binlerce kadın tekstil işçisinden Londra’da kadın kibrit işçilerine kadar, insanca yaşam ve çalışma mücadelesi üzerinde yükseldi Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Yani 8 Mart, emekçi kadınların eşit politik ve ekonomik haklar için gerçekleştirdiği sayısız grev ve protestonun, kadın işçilerin dayanışma ve mücadelesinin cisimleştiği gündür. Kadınların ayrımcılık, baskı, aşağılanma gibi her türden soruna karşı mücadelesinin yanı sıra, tüm bu sorunlara kaynaklık eden kapitalist sisteme karşı topyekûn bir mücadeleyi de işaret eden gündür.
Sermaye egemenliğinin kendi sömürü sistemini sürdürmek adına görünmez kılmaya çalıştığı tarih işte budur. Fakat yaşamın gerçekleri gizlenemiyor, kadın işçilerin Özak Tekstil’de insanca bir muamele için, Agrobay’da insanca bir ücret için sürdürdüğü mücadele ile gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. 1912’de Lawrence grevi kentin valisi tarafından nasıl yasaklandıysa, işçiler nasıl bastırılmaya çalışıldıysa; Urfa valisi, müftüsü ve jandarması aynı şekilde saldırdı Özak işçilerine. Özak işçisi kadınların mücadelesine engel olabilecek her türlü cinsiyetçi baskıya rağmen yoksulluk sınırı üzerinde ücret ve sendika seçme hakkı için direnmesiyle yüz yılı aşkın süre önce farklı uluslardan emekçi kadınlar arasında kader birliği sağlayan şey, aynı biçimde sömürülüyor olmaları, aynı sınıfa ait olmalarıdır. Bugün 8 Mart’ın hala anlamlı olmasını sağlayan da dünyanın dört bir yanında işçi ve emekçi kadınların geçmişteki kız kardeşlerinin taleplerini ilerletmek için verdiği mücadelelerdir.

En temel yaşamsal haklarımızın dahi yok edilmek istendiği şu günlerde, eşit ve özgür bir yaşam hayalini gerçeğe dönüştürmek için 8 Mart’a sıkı sıkı sarılmaya ve onun önümüze çizdiği rotaya bağlı kalmaya ihtiyacımız var.

“Dur ve tanığım ol

Kutlarken 8 Martı dünya kadın emekçileri

Söz veriyorum

Tüm dünyada ödenene kadar alın teri

Susmayacağım

Sözcükler boğsa da beni”**

Söz mü?

*Rusya’da kullanılan Gregoryen takvime göre şubat

**Sennur Sezer, 8 Mart Güneşi

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
8 Mart’a giderken kalkın ayağa kadınlar...

'Biz kadınlar eşitlik istiyoruz. Adalet terazisi, kadını da eşit tartsın istiyoruz. Nitekim, adalet...

Kendine yeni bir yol çizen kadının hikayesi: Bahar

'Hepinizden önce başlar bizim mesaimiz. Hepiniz uykudayken biz hazırlarız güneşi, günü, baharı. Bilm...

Kaybedilen ilk aşkın hikayesi: Gül Mevsimidir

‘Mesaadet, dönüştüğü huysuz ve yaşlı kadın olarak tüm gün bir başına bırakılıyor. İlk aşkını kendi k...