İşte iktidarın vergi adaleti
Açıkladıkları paketlerde milyonlarca işçi ve emekçinin ciddi ücret kaybı yaşamasına neden olan vergi dilimi adaletsizliğini giderecek herhangi bir düzenleme var mı? Cevabını biliyoruz. HAYIR!

Türkiye’de emekçilerin durumu, son yıllarda sıkışan ekonomi, artan enflasyon ve hayat pahalılığı ile birlikte daha zor hale geldi. Enflasyon artışının devam etmesiyle birlikte emekçilerin alım gücü düştü.

En temel ihtiyaçlarımızın bile fiyatları dudak uçuklatmaya devam ederken hükümet bu sene asgari ücrete ara zam yapmayacağını açıkladı. Bu açıklamayla birlikte barınma ve beslenme gibi en hayati ihtiyaçlarını bile karşılamakta güçlük çeken işçi ve emekçi kadınların kaygısı katlanarak arttı.

Böylesi ekonomik sıkışmışlığın içinde işçi ve emekçi kadınlar her gün uygulanan zamlarla boğuşurken vergi yükü altında ezilmeye de devam ediyorlar. Maaşlardan en temel ihtiyaç ürünlerine, faturalardan neredeyse aldığımız nefese kadar vergilendiren iktidar; patronları, zenginleri vergiden muaf tutuyor. Sermayenin yükünü yine işçinin, emekçinin sırtına bindiriyor.

PATRONLAR VERGİ ÖDEMEMEKTE REKOR KIRDI!

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in hazırladığı program çerçevesinde açıklanan vergi paketinde hükümetin az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınacağına dair algı yarattığını görüyoruz.

Ancak gerçek böyle değil. Bazı örneklere birlikte bakalım:

*AKP’nin hazırladığı vergi paketinin ilk imzacısı olan AKP Milletvekili Nilgün Ök’ün eşinin üzerine kayıtlı şirket son beş yılda, ağabeyiyle birlikte kurduğu şirket ise son üç yılda hiç vergi ödememiş.

* Türkiye’de sanayi patronlarının temsilcileri son üç yılda ya hiç vergi ödememiş ya da servetlerine oranla çok az vergi ödemiş. Sanayide kârın ikiye katlandığı 2022 yılında sanayi odaları başkanlarına ait şirketlerin yüzde 54’ü; 2023’te yüzde 31’i hiç vergi vermedi. “Vergi ödememe rekortmeni” ise son üç yıldır İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan.

* Devletin 2024 yılında almaktan vazgeçtiği 2.2 trilyon liralık vergi gelirinin 1.8 trilyon lirası, patronlara sağlanan vergi istisnaları ve muafiyetlerinden oluşuyor.

Sadece bu kısıtlı örneklerde bile görüyoruz ki AKP patronlardan alması gereken vergileri tahsil etmiyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanlığı yaptığı açıklamada “büyük mükellef” denilen dev şirketlerden 735’inin zarar ettiği gerekçesiyle vergi ödemediğini itiraf etti. Devlet bu düzenlemeyle birlikte sermayeden vergi almadığını açıkça ortaya dökmüş oldu. Vergi istisnaları ve teşvikler ile vergiden düşülen milyarlarca lira varken emekçi kadınların üç kuruşluk ücretinden kesilen yüzde 27’lik vergi korunuyor. KDV’si, ÖTV’si, ped gibi kadınların en temel ihtiyaçlarından alınan lüks tüketim vergisi de cabası.

EMEKÇİDEN KES SERMAYEYİ BESLE

Burada “bizden kesilen vergiler nereye ve kime harcanıyor?” sorusu akıllarımızda canlanıyor. Yine bir örnek verelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 26 Temmuz'da yabancı sermayeli uluslararası şirketlere verileceğini açıkladığı 30 milyar dolar (992 milyar lira) tutarındaki teşvik paketine ilişkin detaylar geçtiğimiz günlerde belli oldu. 30 milyar dolarlık teşvik 2023 yılında faize ödenen tutar olan 28.4 milyar doları aşacak. Türkiye'de 2024 yılında devlet bütçesinden faize ayrılması öngörülen tutar ise 1.2 trilyon lira. Uluslararası sermayeye yönelik teşvik paketi içinde birçok vergi avantajı da yer alıyor.

Hükümet yıllardır sermayenin üzerindeki yükü hafifletmek için kırk takla atarken bir taraftan vergi indirimleriyle diğer taraftan yatırım teşvikleri ve sigorta prim destekleri üzerinden patronları ihya etmeye devam ediyor. Kamunun finansmanı ise genel olarak işçi ve emekçilerin gelir ve harcamaları üzerinden alınan vergilerle sağlanıyor. Ancak sıra emekçilerin bütçeden alması gereken paya gelince işler birdenbire tersine dönüyor. Hükümet ücretli emekçilerin geliri üzerinden aldığı vergileri halka hizmet olarak vermek yerine, şirketlere aktarmayı tercih ediyor.

Bu ülkeyi yönetenler diyor ki “Verginin amacı halkın güvenliğini, eğitim, sağlık, barınma, ulaşım gibi ihtiyaçlarını karşılamaktır.”

Ama bir yandan bütün bu hizmetleri paralı hale getiriyorlar, bir yandan da tasarruf paketleriyle kamuya harcanacak bütçeyi kıstıkça kısıyorlar. O zaman geriye tek bir gerçek kalıyor. Sermaye güçleri vergiyi esas olarak kendilerinin servetini ve zenginliğini büyütmek için topluyor.

Peki soruyoruz, şimdi açıkladığınız paketlerde milyonlarca işçi ve emekçinin ciddi ücret kaybı yaşamasına neden olan vergi dilimi adaletsizliğini giderecek herhangi bir düzenleme var mı? Cevabını biliyoruz. HAYIR!

HESAP SORACAĞIZ

İş yerlerindeki ucuz emek sömürüsüne dayalı düzen bir de vergi soygunu ile katmerleniyor. Türk-İş, açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasının temmuz ayı sonuçları açlık sınırının 19 bin 234 liraya yükseldiğini gösteriyor. Bu tabloda 17 bin lira olan asgari ücret ile bütün bir yaşamını idame ettirmeye çalışan biz emekçi kadınlar, enflasyon oranında ancak zam alabiliyoruz. Ki temmuz ayında beklediğimiz zammı bile alamadık. Üstelik asgari ücretten vergi muafiyeti de patronların yeni hedefi oldu!

Hedef tahtasına dönüştüğümüz bu günlerde kadınların insanca yaşanabilir bir ücret ve insanca bir yaşam için mücadele etmekten başka çaresi yok. Bunun örneklerini son günlerde işçi grev ve direnişlerinden görüyoruz.

Çiğli Belediyesi’nden patron tarafından Kod-4 ile 10 Haziran’da işten çıkarılan TOLEYİS sendikasında örgütlü 147 işçinin başlattıkları direnişten tutalım da yüzde 77’sine Arap sermayesi Ürdün tekeli Siniora Food’un sahip olduğu Polonez’de ağır çalışma şartlarına ve düşük ücretlere karşı sendikalaşan ve işten atılan 100 işçinin fabrikanın önünde günlerdir hakları için mücadele etmesine emekçi kadınların direniş ve örgütlenme örneklerine şahit oluyoruz.

İşten atılan kadınların, “Bizi duymuyorlar, duyduklarında da görmüyorlar. Hava serin, geceleri de buradayız. Yağmur yağıyor. Zorlu oluyor bizim için. Bir tecrübemiz yok. Hepimiz birbirimize destek oluyoruz. 12 gündür Ankara’da olup, çocuğunu göremeye gidenler var. Tekrar yanımıza gelecekler. Böyle dönüşümlü bir şekilde direnişi devam ettirmeye çalışıyoruz” sözleri yan yana durup mücadele etmenin ve örgütlenmenin örneğini gösteriyor bizlere.

Görüyoruz ki işçi ve emekçiler de geri durmuyor, hakları için mücadele etmeye devam ediyor. Baskıya, şiddete ve işsizlik tehdidine rağmen örgütlenmekten, yan yana gelmekten başka çare olmadığını biliyor.

Bir yandan sendikalaşma hakkı için mücadele eden kadınlar bir yandan da sendikaları harekete geçirmeye çalışmalı. Neden mi? Hatırlayalım.

Ağustos ayına girilirken Türk-İş, Hak-İş ve DİSK 9 Temmuz’da ücret zammından vergide adalete kadar 10 maddelik bir talep listesi açıklamıştı. İşçi ve emekçiler bu adımı önemli bulurken bu açıklama “sözde kalmasın” demişti. İktidar tarafından bu taleplerin hiçbiri dikkate alınmazken sendikalardan ise ses çıkmadı. Dolayısıyla bir yandan örgütlenmenin aciliyeti bir yandan sendikal bürokrasiyle mücadele etmek işçi kadınların önceliği olmalı.

Bugün düne nazaran daha fazla yan yana gelmeye ve örgütlenmeye ihtiyacımız var. Akşam ne yemek yapacağını düşünen kadınlar, artan gıda fiyatlarından dolayı çocuğunun beslenmesini dolduramayan kadınlar, yarınını göremeyen, borç kıskacı içinde hayatı zapturapt altına alınan biz emekçi kadınlar olarak bizden çalınanı geri almak için haklarımızı gasbedenlerden hesap sormak zorundayız. 

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Birliğimizle geçit vermeyeceğiz

Ücretlere zam bir zorunluluk haline gelmişken iktidar bu ihtiyacı daha fazla sömürüyle, daha fazla h...

Staj mı kölelik mi?

‘Kadınlar eşit işe eşit ücreti, nitelikli staj alanlarını talep etmeli ve bu konuyu daha çok gündeme...

Tasarruf çocukları da vurdu: MEB öğrencilerin yeme...

MEB, ikili eğitim yapan okullardaki taşımalı eğitim kapsamındaki öğrencilerin ücretsiz yemek hakkına...