6 Şubat sabahı hepimiz büyük bir acıya uyandık. Bize bu acıyı deprem değil, bir avuç patron, inşaat şirketleri, müteahhitler ve onların iktidarı yaşattı. Doğayı, insanı, kentleri bir meta aracı olarak gören sermaye sınıfı için iktidar geçen 21 yıl boyunca bütün engelleri kaldırdığı gibi, gerekli altyapıyı da hazırladı. Denetim yetkisi olan tüm kurumların, meslek örgütlerinin, üniversitelerin, bilim insanlarının etkisizleştirilmesi, imar değişiklikleri ve imar afları… Hepsi sınıfsal ve siyasal bir tercihle, bile isteye, adım adım hayata geçirildi.
Bu büyük depremin sonrasında da aynı siyasal tercih devam ediyor; en ufak eleştirel ses çıkarana gözaltı, gözdağı, baskı, dayanışmaya engel çıkarmak için hızına yetişilmeyen, bütün kurumlarıyla holdingleşmiş iktidar sahada. Bir yanda sermaye öte yanda emekçiler; sahada bir kez daha tüm çıplaklığıyla ayyuka çıkan iki sınıf arasındaki karşıtlığı şiddetle yönetmeye çalışıyor. O karşıtlık; işçiler ellerini araç yapmış can kurtarmaya çalışırken patronların elindeki büyük beton kalıplarını kaldırabilecek iş makinalarının kontaklarını açmadığında görüldü. Hiç ihtiyacımız olmayan çılgın projeler, otobanlar, santraller, azami kâr hırsı için var olan o iş makinaları, hayat kurtarmak için yoktular. Şimdilerde aldıkları hafriyat ihalelerinden sonra yeni inşaat piyasasının rantı için tam teşekkül bölgedeler.
PATRONLARIN KÂR HIRSI EVSİZLİK, BARKSIZLIK DİNLEMİYOR
Ama yetmedi; fay hatları boyunca binalar dikip, emekçilere milyonlarca lira karşılığında tabutluk satanlar, felaketin ortasında hayatta kalmış insan canı karşısında da aynı kayıtsızlık içindeler. Sermaye sınıfı ve örgütleri yıkıma uğramış işçilere her koşulda üretimi sürdürmek zorunda olan, bir makine uzantısı, bir dişli gibi bakmaya devam ediyor.
Yakınlarını, evini kaybetmiş, barınma sorunu çözülmemiş tekstil işçilerine patronlar daha depremin ilk günlerinde iş başı yapmazlarsa tazminatsız işten atılacakları tehdidiyle mesaj atmaktan utanmadılar. Malatya’daki 5.6 büyüklüğündeki deprem sırasında Chantuque tekstil işçileri fabrikaya kilitlendi, dışarı çıkmaları engellendi. Makinalar ve hammaddeler önce zarar görmesin diye fabrikadan dışarı, sonra üretim başlasın diye içeri işçilere taşıtıldı. İşçilerin hayatı patronlar için bir makine, üretilmiş tencere tava kadar bile önem taşımadığından Maraş’ta işten çıkarılma tehdidiyle giriş yasağı olmasına rağmen ağır hasarlı Sufle Metal binasına girmeye zorlandılar. Bina çöktü. Mal taşıtılanlardan biri hayatını kaybetti, 4 işçi yaralandı.
Deprem bölgesinde bütün işçiler tazminatsız atılmakla tehdit ediliyor. Depremden önce derme çatma, en kötü koşullarda barınan, şimdi çadırlara sığınmış, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları, can güvenliği sağlanmadığı için kâbus içinde olan Suriyeli işçiler, çalışmadıkları sürede de fabrikalarda yatırılıyor. Böylece gece gündüz patronun makinası, malı, kârı korunmuş oluyor.
SERMAYE ÖRGÜTLERİ ‘EMEKÇİLERİ BARINDIRMAYIN’ DİYOR
En büyük yıkımın yaşandığı illerden biri olan Adıyaman’da Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı “Organize sanayide altyapı hizmetlerinde sorun yok; elektrik, doğalgaz, su tamam,” diyor bir açıklamasında. Buradan anlıyoruz ki ilk müdahale organize sanayi ve fabrikalara yapılmış. Halkın hâlâ çadır, temiz su, tuvalet, barınma sorunu bugün olmuş çözülmemişken, kız kardeşlerimiz kardan su eritirken, yoldaki şebeke suyunu tasla biriktirip kaynatıp yemeğe, bulaşığa, çamaşıra alırken… Aynı patron “İşçiler il dışına çıkmasın, çalışmak zorundayız,” diyor.
Bölge patronlarının sesi deprem dışı bölgelerde eko yapıyor. Kocaeli Sanayi Odası başkanı, “Bölgeden gelen işçilere iş vermeyin,” çağrısı yapıyor. Ege Plastik Sanayicileri Başkanı Şener Geçer ise “Depremzedeleri istihdam eden işletmelere işsizlik fonundan teşvik sağlansın” istiyor. Depremzedeler istihdam edilecekse maliyeti yine işçi sınıfına kesilsin, işsizlik sigortası fonu patronların yağmasına açılsın isteniyor.
SARI SENDİKALAR TEK ADAM YÖNETİMİYLE TEK YÜREK
Dostu düşmanı tanımakta biraz daha ustalaştığımız bugünler aynı zamanda sendikalar açısından da ak koyunu kara koyundan ayırmanın bir vesilesi oldu. Ülkenin en çok üyeye sahip işçi ve kamu emekçisi konfederasyonları HAK-İŞ, MEMUR-SEN, TÜRK-İŞ, iktidarın ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalarına bire bir benzer açıklamalar yapıp “başsağlığı ve şifa” mesajları yayınlamakla yetindiler. On binlerce işçi ve ailesi hayatını kaybetmişken ne rant ve sömürü düzeninin ne de iktidarın sorumluluğuna dair tek bir söz etmediler. Örgütlü oldukları işyerlerindeki işçilerin kayıplarına, onların içlerinde delegelerin de olmasına bakmaksızın, HAK-İŞ ve TÜRK-İŞ sendika genel kurul süreçlerini dualarla açarak sürdürmeye devam ettiler. Petrol-İş’in delege temsilci seçimleri de, Öz Gıda-İş, Öz İletişim-İş, Öz Orman-İş gibi sendikaların genel kurulları da bu süreçte oldubittiyle yapıldı.
Hem iktidarın hem de Kızılay, AFAD gibi kurumların itibarını kurtarmak için ‘Türkiye Tek Yürek’ kampanyasına katılan TÜRK-İŞ 20 milyon, MEMUR-SEN ve HAK-İŞ ise 10’ar milyon tutarında işçilerin parası olan sendika aidatlarını bağışladıklarını açıkladılar. Bu tutum sendikal bürokrasinin, sermaye sınıfı ve iktidarın yarattığı felaketin bedelini önümüzdeki günlerde de işçi ve emekçilere ödetme isteğine rıza gösterme işidir. Yeni vergilere, harçlara, OHAL uygulamalarına, grev yasaklarına, hak gasplarına sendikal bürokrasinin vizesidir. Böylece anladık ki, Türkiye’nin değil ama sendikal bürokrasinin yüreği patronlar ve iktidarı ile atıyor.
SİVİL TOLUMCU SENDİKAL ANLAYIŞIN UZAK TUTUMU
Kendisini patroncu sendikacılığın karşısında mücadeleci olarak tanımlayan sendikalar için de büyük bir sınav oldu deprem. DİSK, çoğu durumda yaptığı gibi bölgeye bir heyet ziyareti yaparak kamuoyuna bir rapor açıklamakla yetindi. KESK ise kurduğu dayanışma çadırları ile deprem bölgesinde dağıtımlar yapıyor. Şüphesiz ki bunlar önemsiz değil. Ancak bölgede yaşananlar karşısında esamisi okunmayacak işler. Terazinin bir kefesinde işçilerin, kamu emekçilerinin hasarlı binalarda çalışmaya zorlanması, başta sağlık emekçileri olmak üzere emekçilerin hâlâ enkaz altında kalarak hayatını kaybetmesi duruyor. Ailesini, evini kaybetmiş, içlerinde hamile ve yaralıların da olduğu emekçiler, işten atılma tehdidiyle dinlemeksizin uzun ve ağır çalışmaya zorlanıyorlar. Yine başka illerden gelerek çalışma yürüten on binlerce temizlik, su, kanal işçisi, zabıtalar, sağlıkçılar son derece kötü koşullarda kalıyor ve çalışıyor. Buna rağmen acil talepler etrafında sermaye sınıfına karşı dayanışmayla birlikte bir sınıf mücadelesi hattı çizilemiyor. Sınıf sendikacılığı bakışından yoksunluğun doğal sonucu yardımsever, dayanışmacı bir sivil toplumculuk anlayışı olarak işliyor. Üstelik, Tüm Bel-Sen Genel Başkanı gibi bazı “mücadeleci” sendika yöneticileri, sendika üyelerinin bir aylık toplu sözleşme maaşlarını bağışlayarak deprem sonrası yaratılan bağış kültürüne katkıda bulunuyor, hak arama çizgisinde bile durulamıyor. Bölgedeki işçilerin insanlık dışı çalışma ve yaşama koşulları karşısında terazinin sendikal kefesi çok hafif kalıyor.
YANGIN YERİNDE SINIF SENDİKACILIĞI ÖRNEKLERİ
“Tüm emekçi halkın ve işçi sınıfımızın ihtiyacı olan nasıl bir sendikal anlayıştı?” sorusuna yanıt bu yıkımın içinden çıkmıştır aslında. Yaşadığımız felaketin kapitalizmin kaçınılmaz, doğal bir sonucu olduğu bilinciyle işçi sınıfına yaşamak için sermaye sınıfına karşı örgütlenmekten başka çözümün olmadığı çağrısını içeren bir sendikal anlayış. Acil olarak işten çıkarmaların yasaklanması, OHAL’in kaldırılması, mülteci işçilere yönelik ırkçı provokasyonların son bulması talepleri örgütlenmeliydi. Depremle birlikte mücadeleci sendikaların önemi bir kez daha ortaya çıktı.
Çoğaltmamız ve güçlendirmemiz gereken örnekler de çıkmadı değil. Gıda-İş, Ümit Özdağ ve çetelerinin sokak sokak dolaşarak başta Suriyeli işçiler olmak üzere mülteci işçilere yönelik ırkçı gerici kışkırtmasına karşı açıklamalar yaptı, örneğin.
Birleşik Tekstil İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) yeni kurulmuş bir sendika olmasına ve olanaklarının sınırlılığına rağmen bölgede tek sendika gibi mücadele ediyor. İşçi ailelerini, kadınları, çocukları ihtiyaçları ile birlikte önemserken, dayanışma Suriyeli, Türk, Kürt, Arap her milliyetten işçi komiteleriyle yürütülüyor. Bölgede ölüm ve işten atma tehdidinin ikisini birden yaşatanlara karşı;
- Deprem bölgesinde işten çıkarmaların koşulsuz olarak en az 6 ay süreyle yasaklanması,
- Depremden etkilendiği için çalışamayacak durumdaki işçilerin ücretli izinli sayılması, bu süre zarfında en az asgari ücret düzeyinde kısa çalışma ödeneği ya da işsizlik ödeneğinin güvenceye alınması, işçilerin pandemideki gibi patronların insafına terk edilmemesi,
- İşten ayrılıp başka bir yere yerleşmek isteyen işçilere kıdem tazminatının ödenmesi
- OHAL’in kaldırılması talepleri için mücadele ediyor.
Tekstil üretiminin yoğun olduğu deprem bölgesinde örgütlü olan TEKSİF ve Öz İplik-İşin adı anılmıyor. Ne bölgede ne de bölge dışında örgütlü sendikalardan bir sınıf dayanışması gösterilmiyor. BİRTEK-SEN’in işçilerle yaptığı açıklamalardan sonra geri adım atmak zorunda kalan işverenler oldu. Örneğin Malatya’da işçilere işbaşı yapılmazsa tazminatsız işten çıkarılacakları tehdidini mesaj atan Mil-May patronu, BİRTEK-SEN’in işçilerle yaptığı karşı açıklaması üzerine bunun “bir iletişim kazası” olduğunu söyleyerek işten çıkarma olmayacağının sözünü vermek zorunda kaldılar.
Bu örnek bile mücadeleci sınıf sendikacılığının önemini anlatmaya yetiyor. Ne sarı sendikalar ne de sivil toplumcu, muhalefetçi sendikalar kapitalizm koşullarında sınıfa karşı sınıf tavrı için işçi sınıfının birleşme ve mücadele merkezleri olamıyor. Milyonlarca işçinin hayatını hiçe sayan, makinanın, hammaddenin dahi işçiden değerli görüldüğü bu kapitalizm koşullarında sendikalarımızı gerçek bir sınıf örgütüne dönüştürmenin aracı olarak sınıf sendikacılığı platformunun önemi ortada!
ENKAZA KOŞAN VE DAYANIŞMAYI ÖREN İŞÇİLER
Dostu düşmanı gösteren, ak koyunu kara koyundan ayıran fay hatları, sınıf sendikacılığının örgütlenme hattını da açığa çıkarmış durumda! Bugün açısından örgütlü bir sınıf müdahalesi ortaya koyamasa da aslında üretimden gelen gücüyle gerçek dayanışmayı işçiler ördü.
Maden işçileri ellerine geçen ilk poşete alelacele koydukları kişisel eşyaları, omuzlarında domuz damı yapmak için taşıdıkları meşe ağaçlarıyla gönüllü olarak yola çıktı. İnşaat işçileri, beton ve demir ustaları, itfaiye ve sağlık emekçileri, temizlik, su, kanal işçileri, iş makinaları operatörleri can kurtarmaya koştu. Senelik izinlerini alarak, saatlerce yollarda kalarak, dönüşte işten atılmayı göze alarak. Hepimizi sevince boğan pek çok mucize kurtuluş onların sayesinde oldu, akşam verdiği bağışı sabah vergi teşvikiyle geri alan patronların sayesinde değil.
DAYANIŞMAYLA AYAKTAYSAK ÖRGÜTLENEREK DEĞİŞTİREBİLİRİZ
Enkazlara ilk koşanın maden işçileri olması, herkes şok içindeyken dayanışmayı ilk örenin emekçiler olması tesadüf değil. Enkazın altında kalanlarla kurtarmaya gidenler aynı sınıfın üyesi. O yüzden örgütlenmekten söz ederken içinde bulunduğumuz her araç ve örgütün işçi sınıfı mücadelesi ile birleşmesi hayati.
Bu örgütsüz halimizle bile dayanıştığımızda neleri başarabileceğimizi hep birlikte gördük, görüyoruz. Şimdi birlikte düşünelim: Başta işyerlerinde, sendikalarda olmak üzere örgütlü olmuş olsaydık, o iş makinalarını bulundukları yerden çıkarıp bölgeye götürmez miydik? Deprem bölgesinde arama kurtarma ve bütün ihtiyaçlar karşılanana kadar iş bırakıyoruz diye elimizi şaltere atmaz mıydık? OSTİM’de varilden soba yapan işçilerin “Keşke üretimi durdurup sadece bunun için uğraşsak” sözünde olduğu gibi üretimi çadır, konteyner, tuvalet gibi en acil ihtiyaçlar için yoğunlaştırmaz mıydık?
6 Şubat depremleri ve sonrasında olanlar açığa çıkardı ki insana, vicdana, üretime, hayata, kurtarmaya, mucizeye dair ne varsa işçisi sınıfında, ölüme, kayıtsızlığa, vicdansızlığa dair her şey sermaye sınıfında ve iktidarında tüm çıplaklığı ile cisimleşmiş duruyor. Ancak sendikalarda ve sınıfımızın partisinde örgütlenmediğimiz sürece bu iyi özellikler hayatta kalmamız için yeterli olamaz.
İşte tam da bu yüzden tüm işyerlerinde 8 Mart 2023, Dünya Emekçi Kadınlar Günü, dayanışmayla kurduğumuz Kız Kardeşlik Köprülerimizi güçlendirmeye, gecesinde gündüzünde insanca, korkusuzca, güvenli yaşama mücadelemizin geliştirilmesine vesile olmalı. Bizi hayatta ve ayakta tutan birliğimizin, mücadelemizin günü 8 Mart’ımız kutlu olsun!
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.