Devletin makasına karşı Katina’nın makası
Toplumsal hicvi dolu dolu, pek çok meseleye göndermesi incedendi Huysuz’un. Siyasetçilere de iğnesini batırdı ama hiçbir iktidarın yanında görünmeye ihtiyaç falan duymadı.

Huysuz Virjin (Seyfi Dursunoğlu) ayrıldı aramızdan. Ölümlerden sonra yazmak becerebileceğim bir şey değil aslında; çünkü hüzünleri paylaşmakta zorlanırım ben. Bu nedenle neşesiyle bu dünyadan geçen Huysuz’u yine öyle mizahıyla, heyecanlarıyla, kırgınlıklarıyla, nefes almaya devam edecek sanatıyla yolcu etmeyi deneyelim derim.  

Onun hakkında bir şeyler söylerken kimi yanlarını sivriltmeye çalışacağım, malumunuz kendisi sivriltmenin ustası! Nereden başlayacağımı hâlâ bilemiyorum, fakat lafını esirgeyenleri sevmezdi sanırım, bizzat tanışmadıysam da Huysuz Virjin bize evvela cüretkârlığı miras bıraktı kuşkusuz. Bu cüret etme hali hayatının pek çok kavşağından onu Huysuz Virjin olmaya taşıdı. Hakkında hazırlanan bir biyografide “Bu bir kişinin değil, iki kişinin hikâyesi aslında” diyordu. Ne kadar doğru; nezaketiyle saygısıyla artık rastlayamayacağımız bir İstanbul beyefendisi Seyfi Dursunoğlu ile makasından kimsenin kaçamadığı Huysuz Virjin… İki kişiyle vedalaştık yakınlarda; birinin yumrukladığı duvarların ardında diğerinin hikâyesi başlamıştı.

SEYFİ’DEN VİRJİN’E

Kendi ifadesiyle mutaassıp, kalabalık ve varlıklı bir ailede büyüdü Seyfi Dursunoğlu. Gelgelelim despot babasının “Ne yapacaksanız bahçesinde yapın” diye aldığı büyük evin sınırlarına sıkıştırılmak istenmişti. Zaman içerisinde kendi yöntemleriyle aştı zorlu engelleri. Lise hayatının devamında ve üniversite yıllarında hep tiyatro yapma imkanları aradı, yarattı. Üniversitede Beylerbeyi Cemiyeti’nde ilk kez sahneye kadın kılığında çıkarak bir zenneyi canlandırdı. Bu esnada babası iflas etti, o da okulu bırakarak SSK’da memur olmak zorunda kaldı.

18 yıllık devlet memurluğuyla bodrum kattaki evinin kirasını bile ödeyemeyince hayallerine ve yeteneklerine yüzünü döndü. Gazinolarda iş aramaya başladı. Ancak erkek haliyle yaptığı şakalar çok da prim yapmadı. Mizahının daha özgür olmasını da istiyordu ve kadın kılığında bir erkek olarak sahne almak anlaşılan daha çok su kaldıracaktı.

Kantonun ilk temsilcilerinden, Abdülhamit devrinde “Ermeni komitacısı” diye jurnallenen “Verjin Hanım”ın adını aldı sahne için. Huysuz, sonradan geldi Virjin’in önüne. Huysuz’un ilk dragqueen olarak sahneleri şenlendirdiği, giderek ünlendiği yıllar başladı. Neredeyse kırk yaşında hayallerini yaşıyor, kendisiyle beraber bütün toplum için geçilmekte olan bir eşiği de temsil ediyordu. Belki neyi başardığını o da yıllar geçtikçe daha iyi fark edecekti. Dragqueen tanımının yanından bile geçilemeyen o dönemde Huysuz Virjin; devletin başındakilerden ordu mensuplarına, sanat dünyasının kıdemlilerinden vatandaşa uzanan bir skalada saygı ve itibar kazanmıştı.

Sonuçta tastamam bir drag artistti; toplumsal hicvi dolu dolu, pek çok meseleye göndermesi incedendi Huysuz’un. Siyasetçilere de iğnesini batırdı ama hiçbir iktidarın yanında görünmeye ihtiyaç falan duymadı. Ne Müslüman kadınların sahneye çıkmasının “caiz olmadığı” zamanların Ermeni ve Rum sahne sanatçıları Peruz Hanım’ları, Minyon Virjin’leri canlandırması tesadüftü, ne tüm mal varlığını eğitim için bağışlayarak, kendi deyişiyle, halktan aldığını halka vermesi...


RENKLİ CAMDA OLAĞANÜSTÜ HAL

Komedyenler denildiğinde adının bir türlü anılmamasına da kırgındı haklı olarak; “Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Beyaz... Aralarında benim adım geçmez mesela” demişti bir seferinde. Sahi neden yanlarına adı yazılmamıştı? Kadın temsilinden mi? Kadın kılığına giren bir erkek temsilinden mi? O yaşarken bunu da sormadık, üstelik çok hürmet eder görünen bu “erkek komedyenler” de sormadı!

2007’de “Kanalların umum müdürlerini toplayıp ‘kadın kılığında erkek görmek istemiyoruz’ demesi çok ağrıma gitti.” dediği yasaklı dönemi başladı. Ve boğazımızda düğümdür; yasaklı gitti Huysuz Virjin aramızdan. Sosyal medyada “Tutucu babalarımıza dragqueen bir karakteri” yadırgatmamayı başardığını yazdık. Oysa ekranlara ilk kez devlet kanalı TRT’de çıkmıştı. “40 küsur yıldır beni kabul eden bu halk şimdi mi etmiyor” demişti gene bir demecinde.

Jüri üyeliği yaptığı “Benzemez Kimse Sana” yarışmasının final bölümünde son kez Huysuz Virjin olarak sahneye çıktı ve “Bu benim son kantom” dedi. Yaşını gerekçe gösterdi ama ağırına giden şeylerin ağırlığı da etkili olmuş muydu bu kararında? Huysuz Virjin’e getirilen yasak, her zamanki gibi mizahtan ve sanattan başlayan sansür ve otoriterleşme döneminin işaretlerinden biri oldu. O sessizliğimiz bizi ofansifin de kraliçesi Huysuz’u alkışlamaktan aldı genç mizahçıların yeni deneyimlerinin soruşturulduğu, haklarında tutuklama kararlarının çıkarıldığı bir iklime getirdi. Bu esnada biz de seyirciliği iyi öğrenmiş olacağız ki hicvin cezası da katlandıkça katlandı.


O KANTO BİTMEDİ HUYSUZ, SEN DE BİLİYORSUN!
Evet, çok şey söyledim hakkında çok şeyi de söyleyemedim. Ama gelişine vuruşların da kraliçesi Huysuz’u eksiksiz anlatmak yakışık almazdı sanırım. Yoksa mizah nasıl olurdu, doğaçlama nasıl değil mi! Huysuz makasını daima bağnazlığa, nefrete, cinsiyet ayrımcılığına vurdu. Türkiye Tiyatrosu’nun en geleneksel sahnelemelerini Batı Tiyatrosu formuyla harmanladı. Her şeyiyle yeni ve özgür bir deneyim yaşadı, yaşattı.
Özel hayatına dair konuşturmadı pek, doğrusu anlatmadı da ama aslında kendini de hiçbir şekilde saklamadı. O sahnesine heyecanla, ciddiyetle, emekle ve daima gözleri parlayarak sarıldı. Bizim Huysuz Virjin’e ve temsil ettiklerine ne kadar sahip çıktığımız, sansürlenmesine neden yeterince itiraz etmediğimiz sorusu, bugünün Türkiye’sinin de bir parçası. Yanıtı sanatsal ifade özgürlüğümüze, eleştiri hakkımıza, cinsel özgürlüğümüze, neşemize kadar dayanıyor.
Neyse Huysuz’u kızdırmayalım, neşeli kapayalım iyisi mi; gökkuşakları çıktığında bize göz kırpacak nasılsa. O kanto bitmedi Huysuz, sen de biliyorsun!


İlgili haberler
GÜNÜN ŞARKISI: Katina

17 Temmuz günü 88 yaşında hayatını kaybeden Seyfi Dursunoğlu, Huysuz Virjin karakterine hayat vermiş...

Pandemi döneminde yeni anne olmak

Aslı, bebeğini ilk koronavirüs vakasının açıklandığı gün kucağına aldı. Kaygılarına devletin ödemedi...

Evdeki işlere ‘dolap beygiri’ gibi koşarken kendim...

Evdeki yaşlılarıma bakmak hem ekonomik olarak hem de beden olarak ciddi bir yorgunluk ve tükenmişlik...