Dayanışmanın gücüyle bir adım öteye
Teslim olmuş değiliz. Bunca kazanımımızdan vazgeçmek istemiyoruz çünkü. Kafamızı çevirip yok saymanın, sorunu ortadan kaldırmadığı gibi bizi yalnızlaştırmaktan başka bir sonucu olmadığını yaşıyoruz.

Kötü bir senaryonun içinde gibiyiz. Dört bir yanımız sarılmış; nereden ve ne zaman hangi hamlenin geleceğini bilmediğimiz bir güvensizlik ortamında, hayatta ve ayakta kalmaya çabalıyoruz. Bir anda, adımızı çok imzalı bir listede görüp işimizden, ekmeğimizden, özgürlüğümüzden olmamız sıradan bir mesele oldu. Bir kanun hükmünde kararname ile artık evden dışarı adım atamayacağımızı öğrensek, şaşırmayacak duruma geldik.

Sonunu göremediğimiz savaş ortamında, her gün bir başkası üzerinden çeşitli biçimlerde tehdit ediliyoruz. Kısık sesle söylediğimiz sözcük sayısı arttı. Konuştuğumuz ya da yazdığımız hangi cümle, başımıza ne getirir kestiremiyoruz. Yoktan yere, uydurma suçlarla aylarca cezaevlerinde tutulma tehdidi her an kapımızdayken adaletin bize dağıtılmadığını biliyoruz.
Kasıp kavuran işsizlikle birlikte kadını eve kapatmaya ant içmiş anlayış karşısında şayet bir işimiz varsa; işyerimizde de güvende değiliz. Bir yanımız iş cinayetlerine, diğer yanımız işyeri tacizlerine karşı hep tetikte. Patronun keyfiyle sınırlı bütün iş güvencelerimiz. Haklarımız için greve çıkalım desek, OHAL patrona sunulmuş bir lütfa dönüşüyor. Her muktedir bulunduğu alanın “tek adam”ı rolünü üstleniyor. Kapıya konursak haklarımızı alıp alamayacağımız bile bir muamma. Sosyal haklarımızı anlatmaya sıra gelmiyor zaten. Lütfederlerse bir çorba parası...

UMUTSUZLUK KÖRÜKLENİYOR
İktidarla sermayenin bu kol kola geçmiş şiddet ve tehditleri her birimizin günlük yaşantısında da yansımasını buluyor. Evden çıkmadan evvel ne giyeceğimizi düşünürken hava durumuna değil, ülkedeki buluttan nem kapma oranına bakıyoruz. Yeni düzenin bu sarmalında, yaşam alanlarımız gitgide daralıyor. Şiddetin biçim değiştirip vahşete dönüştürülmesi, kadınlar için şiddetsiz bir yaşamın mümkün olmadığı; kadın ve erkeğin eşit olamayacağı politikasının somut bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Geldiğimiz noktada, fantezi öğelerine sahip cinayetler gündemden düşmezken, ‘bol kanlı’ olmayanları ise basitleştirilerek ve olağanlaştırılarak görünmez kılınıyor.

Erkeklere bahşedilmiş “cinnet getirme hakkı” ise sadece eş, sevgili, ağabey ya da babanın da değil! Toplumdaki her erkeğin her kadını “terbiye etme” hakkı ve sorumluluğu iktidar ve temsil ettiği ideolojinin her ferdi tarafından rahatça dile getiriliyor. Hiç tanımadığımız bir adam, beğenip seçtiği bir sebepten sokak ortasında bize saldırabiliyor. Üstelik ceza dahi almıyor. Adalet burada da bizi teğet geçiyor.

BİR ŞEY YAPMALI! AMA NE?
Bu çok boyutlu güvensizlik ortamı endişelerimizi katmerliyor. Bir şeyler yapmak gerektiğini düşünsek de bu duygularla ne yapmamız gerektiğini bilemez hale geliyoruz, kendi kabuğumuza çekiliyoruz. Kimimiz ucu bize dokunana kadar kafamızı çevirip görmezden geliyoruz, kimimiz hemen yanımızda olana dahi dokunmaktan kaçıyoruz, kimimiz “geçer” deyip bekliyoruz... Hiçbirimiz yaşadığımız toplumdan bağımsız değiliz; dolayısıyla ve ne yazık ki bu şiddetten de nasibimizi alıyoruz.

Ama umudumuz kırılsa da teslim olmuş değiliz. Bunca kazanımımızdan vazgeçmek istemiyoruz çünkü. Kafamızı çevirip yok saymanın, sorunu ortadan kaldırmadığı gibi bizi yalnızlaştırmaktan başka bir sonucu olmadığını yaşıyoruz. Biz durdukça bir şeylerin yararımıza değişmesinin olanaksız olduğu, sorunlarımızın kaynağının kendiliğinden ortadan kalkmayacağı şüphesiz.

HAYAL DEĞİL GERÇEK, GEÇMİŞ DEĞİL GELECEK!
Tarih ne bugünle ne bizimle ne de onlarla başladı. AKP iktidar olmadan, OHAL ilan edilmeden evvel de şiddetsiz yaşamıyorduk. 25 Kasım’ı “tarih” yapan döneme, 1960 senesinin Dominik Cumhuriyeti’nin tek adamı Rafael Trujillo’ya ve ona karşı mücadele eden kadınlara baktığımızda bugünün Türkiye’sini görebiliriz. Önümüzdeki tarihe yazılmaya aday bir mücadele var. Kadınlar için insanca çalışma koşulları, eşit, özgür ve barış içinde bir yaşam, kurulmuş bir hayal değil, kuracağımız dünyanın gerçekliği.



HER YERDE, HER YERELDE
Dayanışma bu mücadelenin ilk adımı. Hatta bütün bu karanlık süreci bazen yalnızca dayanışmanın gücü ile göğüsleyebildik. Üstelik bu, belki de en iyi yaptığımız şey; çünkü memleket ortamı, dayanışma olmadan gündelik hayatın bile sürdürülemez hale geldiği zorluklar dayatıyor kadınlara. Ancak bir adım daha fazlasına ihtiyacımız var; birlikte mücadeleye. Bu şiddeti doğuran ve büyüten nedenlere karşı hep birlikte omuzlamamız gereken örgütlü bir mücadeleye.

Yan yana durmaya müsaade edilmeyen, bütün birliklerin dağıtılmak istendiği, iktidarınki dışında hiçbir sözün duyulmak istenmediği bu baskı döneminde birlik ve mücadelede ısrar etmek kolay değil elbette. Ama işte tam da bu nedenle, bizi güvensizliğe hapsedip yalnızlaştırıp umudumuzu tüketmek istedikleri için, her yerde, her yerelde birlik ve mücadele demeliyiz.
Elbette kadın mücadelesi -birlik sorununa rağmen- kimsenin sokağa çıkamadığı dönemlerde bile sesini yükseltmeyi bildi. Ama giderek cılızlaşlaşan, bilinçli bir biçimde marjinalleştirilen bu sesin daha da güçlenmesi gerekiyor. Bu da kadınları ‘uzak’lara çağırarak olmuyor. Çağrıların kadınlara, onların gündelik kaygılarına, kördüğüm olan sorunlarına ulaşması gerekiyor. Dolayısıyla çağrıyı nasıl yaptığımız, hangi zeminde örgütlediğimiz önem kazanıyor.

Kadına yönelik her türden şiddete ilişkin örneğin merkezi yerlere yapılan eylem çağrılarının çok da karşılık bulmadığı bir dönemde, okulunun önünde katledilen Helin’in mahallesinde yüzlerce kişi hızla bir araya gelerek tepkilerini ortaya koydukları bir eylem gerçekleştirdi. Eylemin kitleselliğinin de, sonrasında özellikle genç kadınların çözüm arayışının da gösterdiği en temel şey, yalnızlık ve güvensizlik duygusundan çıkma, şiddet sarmalından kurtulma ihtiyacı ve isteğidir. İşte bu isteği ve ihtiyacı örgütleyerek mücadeleye seferber etmenin yol ve yöntemlerini hayata geçirmeliyiz.

Kadınların kendi bulundukları yerde, gündelik hayatlarını sürdürürken sırtlarını dayadıkları diğer kadınlarla birlikte yaptıkları her buluşma, şiddetin sadece sonuçlarına değil, nedenlerine ilişkin tartışmaların da en etkili biçimde yapılabileceği buluşmalar. En yereldeki en küçük bir aradalık, kadınların güç bulabilmesinin, güvenle hareket edebilmesinin en büyük dayanağı. Bu dayanağın gerçek bir mücadele içeriği kazanması için bize düşen, sadece dertleşen değil bu dertlerin nedenlerinin, neler yapılabileceğinin tartışıldığı ve harekete geçildiği yerel birliktelikleri artırmak. Sokaktaki daha büyük birlikteliklere ancak bu yoldan gidilebilir.

İlgili haberler
Korkuya biat edecek miyiz?

"Korkmak insana dair ve güçlü bir duygu, fakat korkudan daha güçlü ve dönüştürücü bir his var: Cesar...

Şiddette ve erkek egemen yasalara karşı mücadelemi...

Hacıhüsrev Mahallesi kadınları mahallelerinde katledilen Birgül Çoban için eylemdeydi.

Bu yasalar kimin ihtiyacı?

Yasaların oluşturduğu düzen her zaman toplumsal ihtiyaçla şekillenmez. Kimi zaman bu ihtiyaç, toplum...