GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Vapur
‘Düş düşü açıyor, tüm ülke vapura dönüşüyor, ebemkuşağına doğru ilerliyoruz...’

… 
Açsın için halkın güler yüzü 
Açmıyor kahvede fabrikada tarlada 
Çok dolaşıyorum çok 
Yağmur diniyor yine dolaşıyorum 
Bitürlü açmayan bir ebemkuşağı 
Ebeme kızıyorum o zaman 
Sırılsıklam

Can Yücel

07.40 vapuruna yetiştim. Genelde böylesi erken bir saatte yola düşmem, bir zorunluluğum yok artık, şehirde olma hevesimi de yitirdim. Bu sabah hasta ziyaretine gidiyorum. Gece, bir dostumun kalbi teklemiş, Çapa’ya kaldırmışlar. Demek ki, bir yandan,“Ben değilim” ferahlamasını, bir yandan “Geliyor,” korkusunu yaşayacağım döneme ben de giriyorum.

Yok. İnsan bu duygulara kendini kaptırmamalı. Daha yapacak çok iş var. En büyük resim henüz bitirilmedi. Işık ne güzel.Yağmur bütün gece yağdı. Doğa arındı. Bahar kokusu bukağılanmış ruhlara kadar ulaşmış olmalı.

Gitar sesi mi bu? Evet. Bu saatte bu yönde yol alırken de vapurda müzisyenler var, ne güzel.

İlk 18 Temmuz 2016’da rastlamıştım gemi müzisyenlerine. O gün iskeledeki insan kalabalığını görünce yaşadığım şaşkınlık, hani her şeyin farkındasınızdır da siz ilk kez yaşıyorsunuzdur, aşına bir şaşkınlık, öyleydi sanırım. Vazgeçmeği, Kadıköy’e dönüp biraz dolaşmayı istedim. Fakat arkadaşıma söz vermiştim. O zamanlar daha Büyükada’daki evime taşınmamıştım. Yazları Kınalıada’da yaşayan arkadaşım, “Darbe girişiminin kasvetini biraz olsun üzerimizden atarız, bizden konuşuruz,” diyerek beni evine davet etmişti. Ben de aynı umutla kabul etmiştim. Bilmediğimse, o gün ulaşımın ücretsiz olduğu idi.

İstanbul’un güzelim emekçileri, çoluk çocuğuna yol parası yetirecek kadar maaş alamayanların çoluk çocukları, işsizler, evden dışarıya çıkmamaya mahkum edilmiş kadınlar İstanbul’un kuytu köşelerinden kalkmış, soluğu adalar iskelesinde almışlar, ada gezisine çıkıyorlar. Eminönü’nde dolan vapura Kadıköy’den kalabalık canavarının gövdesinde sürüklenerek biniyorum. İnsan kokusu denizin kokusunu bastırıyor, hiçbir yere tutunmadan ayakta duruyoruz, düşecek yer bile yok. Fakat bu kadar insanın gezmeye giderken bindiği bir araçta şamatadan eser yok. İnsanlar, dilini bilmediği, anlayamadıklarının gerilimini yaşadığı yabancı bir dünyaya yol alıyormuşçasına içine kapanmış, ineceği iskeleye yanaşmayı sabırsızlıkla bekliyor.

Müzik sesi duyuyorum, dinliyorum. Telaşsız gitar sesi serin bir esinti gibi yayılıyor. Müzik, muktedirlik hırsı ile harlanmış Temmuz sıcağında dilsiz kalabalıklarla kuşatılmışlığımdan çıkarıp, bir yayla evinde bahar sabahına uyanmış, tulumbadan akıtılan dağ suyunu bütün duyularıyla yudumlayan şehir insanı gibi hissettiriyor.

Ve işte şarkı da yükseliyor,

“Güzel günler göreceğiz çocuklar, motorları maviliklere süreceğiz.”

Menevişli kadın sesinin gitar eşliğinde dokuduğu hayat halatı vapurdakilerin ruhlarına atılıyor. Kulaklarımdan tüm bedenime bir minnet dalgası yayılıyor. “Özür dilerim, pardon”larla, vücudumu eğip bükerek bulunduğum kalabalıktan sıyrılıyorum, müziğin yükseldiği yöne doğru ilerliyorum.

Yeni bir şarkı başlıyor,

“Seher yeli çık dağlara güneş topla benim için.”

Nihayet müzisyenlere ulaşıyorum. İki gösterişsiz genç insan. İkisi de kot pantolon giymiş. Gitar çalan delikanlının tellerin üzerinde kıvrılan uzun kararlı parmakları var. Bedenini saran su yeşili tişört giymiş. Gülümseyişi gözümüzün önünde yeşeren hayat ağacı gibi. Kadının v yaka beyaz akışkan bluzu sesi dalgalandıkça çoğalıyor, bedeninden sıyrılıp kanatlara dönüşüyor ve sanki bu kanatlar vapurdaki her yolcunun iki küreğine birer birer yerleşiyor.

Müzisyenler dışında vapurun içi siyah-gri. Koca salonda şarkılar dışında yalnızca başka dillerdeki birkaç konuşma duyuluyor. Müziğin duyulup duyulmadığını, şarkıların sözlerinin bir etki yaratıp yaratmadığını merak ediyorum. Gezindiğim yüzlerde müziğin nefesini arıyorum. Bir kadın gözlerini kaçırmıyor, bir çocuk oturduğu yerde ayaklarını sallıyor. Gençten bir erkek kulaklığını çıkarıyor. Liseli gösteren gencecik iki kadın şarkıya bedenleri ile eşlik ediyor. Çay dağıtıcısı “Çaaaay” diye seslenmiyor. Güvenlik görevlisi kenara çekilmiş, dinliyor. Tartışan iki kişi susuyor.

Müzisyenlerin önlerinde küçük bir karton kutu, kutunun içinde de birkaç demir para var. Yaptıklarının paha biçilmez olduğunu düşündüğüm halde kağıt parayı kutunun içine koyuyorum. Gitar çalan müzisyen başıyla teşekkür ediyor. Vapurun yanaştığı ilk ada olan Kınalıada’da iniyorum.

Müzisyenler bugün de Vapurdalar. Aynı kişiler mi? Bu saatte Büyükada’dan yola çıkan gemide ne işleri var? Belki de Büyükada’da yaşıyorlar. Hafta içi erken saatlerde Adalardan şehre giden vapurlar daha çok şehirde çalışanları ve okula gidenleri taşır.

Deniz dalgalı. Vapur sallanıyor. Karayel olmalı. Oturduğum yere sıkıca tutunup sallantıya teslim olarak sağ salim kıyıya varmak için dua edebilirim. Öyle biri değilim. Hayallere dalıyorum, denizi, martıları, rüzgârı, gökyüzünü… İşte işte! Gökkuşağı bu! Can Baba’nın beklediği ebemkuşağı. Yaşasın! Bir tansık mı, belki de bir şiir.

Yakınında olmak için dışarıya, güverteye çıkmalıyım. Koltuk arkadaşlarıma bakıyorum, kendileriyle uğraşıyorlar, sallantının nereye varacağından endişeliler. Erkekler korkularını belli etmemek için efeler gibi oturuyor, televizyona bakıyorlar. Dışarıyı, ebemkuşağını işaret ediyorum. Yüzlerde bir ışıma oluyor. Eskiz defterimi elime alarak ayağa kalkıyorum, sırt çantamı sırtıma yerleştiriyorum. Fakat ilerlemek oldukça güç, sürekli sendeliyorum, iki adım geriye bir adım ileriye, yalpalıyorum.

Gözüm televizyona ilişiyor, haberler var. Erken seçim kararı alınmış. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili konuşuluyor. Yine geriye savruluyorum, bacağımı bir koltuğa çarpıyorum. “Memleket gibi,” diye düşünüyorum, öne doğru hamle yapmaya çalışıyorum, ilerliyorum. İzleyicilerimin bakışlarından, yüzümdeki çizgilerden de yola çıkarak ayakta oluşumu, güverteye çıkma hamlelerimi bana yakıştırmadıkları, biraz kaçık olduğumu düşündükleri sonucuna varıyorum. Bacaklarımı açarak ayaklarımla iyice zemine tutunup dengemi sağlıyor, ilerliyorum. Güverteye varınca heyecanım artıyor. Profesyonel fotoğraf makinesi ile fotoğraf çeken genç bir kadın var, sanatçı olmalı, herkesten önce ayırtına varmış ebemkuşağının.

Yağmurdan sonra açan güneş doğaya ebemkuşağını armağan etmiş. Yarım daire şeklinde, gökyüzünden Burgazada açıklarında denize iniyor. Yedi rengi de açıkça görebiliyorum. Birbirinin içinde kaybolmadan birleşerek yayı oluşturmuşlar. Kendimi güvertede tahta koltuklardan birine atıyorum, eskiz defterimi çıkarıyorum. Vapur ebemkuşağına doğru ilerliyor, zihnimden geçen, “Altından geçersek belki cinsiyetim de değişir, o zaman kaçık olduğumu düşünmezler, yiğit adam olduğumu düşünür gıptayla bakarlar bana,” düşüncesi ile eğleniyorum.

“Ebemkuşağı belki de yalnız cinsiyeti değiştirmiyordur, büsbütün yeni bir varoluşun ebesidir,” diye düşünerek resmetme heyecanımı artırırken kapı sürekli açılıp kapanıyor. Ebemkuşağını fark eden şehre giden işçiler, öğrenciler, beyaz yakalılar düşmeyi göze alarak güverteye doluşuyor, işte müzisyenler de geldi. Evet onlar. 18 Temmuz’da, “Güzel günler göreceğiz çocuklar,” diyenler. Ebemkuşağı içimde daha da büyüyor, parlıyor, gülüşmeler, kahkahalar güverteyi kaplıyor, “Hayır, kesinlikle yalnızca cinsiyeti değiştirmiyordur,” diyorum, düş düşü açıyor, tüm ülke vapura dönüşüyor, ebemkuşağına doğru ilerliyoruz. Genç fotoğrafçı gözleri kamaşmış gibi vizörden gözünü çekiyor, gözlerimi yokluyor, gülümsüyoruz. Objektifi ebemkuşağına yaklaşan vapura yöneltiyor.

Aklımdan bizim eski tüfek geçiyor, vardığımda, “Sen de kalbine mukayyet ol, insan yenilgilerden bir gecede ölmemeli, dirime gebe günlerden birinde istersen öl,” diyeceğim.

Vapur yol alıyor.

Nisan 2018

Öykünün yazarı Figen Öcal kimdir?
Iğdır’da doğdu. İlköğrenimini Iğdır’da, orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Ana Bilim Dalından mezun oldu. Yine aynı üniversitenin Kadın Çalışmaları Bölümünde yüksek lisans yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde, muhabir ve editör olarak çalıştı. Öğretmenlik yaptı. Öyküleri; Varlık, Notos Öykü, Dünyanın Öyküsü, Feminist Politika, Özgür Edebiyat, Sarnıç, Granada gibi dergilerde yayımlandı. Makaleleri; Kadın Araştırmaları Dergisi ve “Kadınlar Dile Gelince” adlı kitapta yer aldı. “Hiçbir Mevsim Geçmedi” ve “Gün Ortasında Gökyüzü” adlı iki öykü kitabı bulunmakta.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Van Gogh sarısı

Zeytin ağacının dibinde açıverdi ışıl ışıl gözlerini Sevda. ”Toprağın kızı” dedi Ayşe kadın, “Bu top...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Çığlık

Sonraki gün bu kirli odada gözlerimi açtığımda gırtlağım delinmişti. Ellerim, bu bilinmez çukurda ge...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Sarı çizmeler

‘Depo önceki zamanlarda geldiği depo değil gibiydi. Hangara saçılmış kasaların yerinde, kapakları aç...