GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Cüce!
Saklanmalı ya da yıkmalı, önce kendi içindeki sınırları. İşte, özgürlük ve hatta yaşamak, göze almak demek!..

Herkes gider, o gelir. Böyle olur, hep.

Hava berrak. Gökyüzünde tek bir bulut dahi yok. Deniz uyuyor. Ara sıra bir dalga, hevessizce süpürüyor kıyıyı.

Yılın bu zamanlarında yamaçlardaki tüm otlar kurumuş, harman kalkmış, hasat taşınmış, biçerdöverlerden arta kalan sap saman balyalanmış olur. Yasak masak, köylü, anızı cezasız kaldırmanın kaçamak yolunu bulur. İşte, sol yandaki alçak tepelerin yamaçlarında uzanan tarlalar incecik dumanlarla işaretleniyor. Tozaran atıkların keskin kokusu genzine dolup gözlerini yaşartırken mevsim, ‘küçük’ kadına, bir gece önceki yağmurdan kalan berrak bir kare yaratıyor (havaya güven olmaz bu mevsimde, neye güven olur ki): Tabloda kayalar var; yumuşak eğimli, ışığın patladığı yüzeylerinde, keskin hatlarla ayrılan koyu gölgeler... Oyuklarından kaçışan hareketli böcekler... Eteklerini sarıdan yeşile kadar renklendiren arsız yosunlar... Sonra, kayaların her hali; mesela dip köşe ağır gövdeleri altında ezilen kaymaksı çakıllar...

Kaymaksı…

Kadın, kesilip biçilerek üstüne göre ayarlanmış eğreti mayosunun askılarını düzeltiyor önce, sonra uzanıp çakılların güneşli sırtlarını okşuyor.

“İçim güvercinleri okşamış gibi rahat / Sen yanımdayken ister istemez” dedirten, zihninde beliriveren, önceki yaz sonuna ait anılar… Belirivermedi aslında. Tatile çıkmadan önce bile bunu düşünüyor. Neden yine yapmasın?

Kısacık bacaklarını ve bacaklarına göre hayli uzun sayılabilecek gövdesini alçak bir taşa yaslayıp telaşla isteyen bir kadın o, hiç kimseyi, olanca özlemiyle.
Bir başka gece ve bir başka köşe… Cesaret yürek işidir. İnsan ölümü bile göze alabilir, insana inat!

***

Çarpışıyorlar. Adam özür dileyip ilerliyor. ‘Küçük’ kadın, adamı izliyor. Geçen yılki gibi. Arabaya binmiyor. Kapısına yaslanarak adamın yola hemen çıkmasını engellemekle yetiniyor.

Delilik mi? Öyle. Çare, aynı zamanda! Saklanmalı ya da yıkmalı, önce kendi içindeki sınırları. Demin de dediğim gibi işte, özgürlük ve hatta yaşamak, göze almak demek!

Bakışları önce öfke, kısa bir tereddüt anının ardından arzuyla kararan erkek, çenesini kavradığında… serbest elinin içine kayması için parmak uçlarında olabildiğince yükselerek bacaklarını aralıyor. Fazlasıyla hızlı. Ama kadın içine hapsolduğu farklılığı şaşkınlıktan yararlanarak çekici kılacak kadar akıllı. Adam düşünceli artık. Oyuna girmekten alıkoyamıyor tabiatını. Teni abanoz gibi koyu kadının ve ‘kaymaksı’. Saçları güzel kokuyor. Evet, uzandığı anda bir mendil gibi aralanıyor dili, ipeksi.

Dokunuşundaki nüansları iki yönde çoğaltan, ‘elle’ yapılmış bir enstrümana benzetiyor kadının küçük bedenini. Telleri eksik. O yüzden sanırım, ezgisi de tanıdık değil. Bu sadece giriş.

Seçkilik bir enstrümanın sürprizi oluyor, yaşanan gece: Adamın umduğu nitelikler nihayet tezahür etmiş; öyle bir kadın ki, tufandan doğmuş, eksik serpilmiş, bambaşka güzelleşmiş.

Yüklendiği ağırlıkla bel veren bir cüce! İfade gücü güzel ve yüksek ağzının, açılan pembe boşluğunda, o alışılmadık kokuyu genzinde biriktirerek, arzuyu tekrarlı bir çağrıya dönüştürüyor, adam için.

Adam, hazzı yankılayan koyağın sırtında kendinden geçerek, kendi elleriyle tutup uzattığı memesine kadının, nazik diş izleri ekleyecek evde. Bazı insanlar sınır ötesi yaşarlar, iyi ki; kendilerini her nasılsa akan anın getireceği her duruma hazırlıklı hisseden, yürekli insanlar. Kadın! Yabancılardan ya da tanınmaktan kaçınmayan, fakat karanlıktan…

Adam karanlık değildir, artık! Yabancı da değildir. Birlikte gidebilirler.

Çürümüş çerçevelerden sızan esintinin böyle hoşuna gittiği başka bir zamanı hatırlayamaz kadın ve çarşaflardaki serinliğin… Çatıda guruldayan güvercinlerin, geciken aydınlığın, bekâr evinde biriken küf kokusunun… Yalnızlığın sonucu olan ihmallerle dolu bu evin, kırık çini taşların, buz gibi suyu sakına sakına akıtan muslukların, yayları gevşemiş eski yeşil koltuğun, ilk kez sevişen bir çifte bu denli rahat geleceğini asla tahmin edemez. Yere konulmuş yaşlı kasetçalardan yükselen Ahmet Kaya şarkılarının bir sevişme anına bu kadar iyi eşlik edebileceğini de… Şimdi adam kadar şaşkın o da ve doğallıkla vahşi.

Daha dün doğa telaş içindeydi, erkek hatırlıyor, zorla nefes alıyor, başı nabız gibi zonkluyordu. Ilık yağmurun yanmış alnına dokunuşunu bekliyordu çatıda. Nihayet gece olduğunda fırtına patladı. Ateşler aktı. Kaba yağmur damlalarıyla dolup taşan çukurlar fazladan çamuru denize kattı. Toy, eril bir heyecana kaptırmıştı, doğa kendini. Bir ağaç yere indi, bir sandal suya devrildi, unutulmuş havlular, terkedilmiş kitaplar, henüz baş vermiş zambaklar ezildi. Fırtına izini her yere bıraktı. Zorunlulukla yıkımın birbirinden doğduğu saatler… Çiftleşen kedilerin vahşi çığlığını bilirsin. Aslında doğanın yaşamakta olduğu acıya arzu duyduğunu kavramak, şaşırtıcıydı. Adam, olup bitenleri, içinde beliren bir arzuyla ve yapayalnız seyretmişti, kafası karışarak.

Acıya arzu duymak! Kadın ne dur dedi ne itiraz etti. Aslına bakarsan orkestranın hem enstrümanı hem şefi sayılırdı. Öyleyse… Gecenin içinde, göklerle birlikte çalan her müziği iyi dinle hayat!

Önyargıları aşan ‘gücün’ tutkunu oluverir insan, yeterince duyarlıysa. İşte, fortissimo! Kadını kollarında sıkarken bunu geçirdi içinden adam: yaşamı düşünce üretir, kendinden üretir.

Bir takıntı gibi (mi?)… Hâlâ o alışılmadık kokuyu genzine çekerek pek çok defa tekrarlamak, aynı geceyi; geceleri ve köşeleri gözetlemek, sıradan olmayanı bulabilmek için; bulabilmek için belki, aynı ‘küçük’ kadını; doyurabilmek için, yüreğinde var olduğunu bile bilmediği arzuları.

Sabah kadın, bir hayalet miydi, çekip gider. Kırılıp dökülen tüm anımsamalardan devşirilen, suçlu bir doygunluk, naif bir yorgunluk hali.

Bir kez çıkmayagör yoldan, sürekli tartacaksın kendini… Adam için bu, bir çeşit armağan, belki de lanetti. Yok, yok, aslında, en sert geçişten en iyicil sapış olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü o gece, adam da kadın da yine aynı köşedeydi.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Babamın oğluyum

Erkek gövdesine tıkıştırılmış ruhum, gözlerimden ele verdiğinde beni, nasıl olacak? Lafta kolay her...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Fal bozumu

Bir de evlilik çıkmazlarındaydı. Kocası durduk yere sinirleniyor. Üzerine yürüyor. Ne giyse, biraz s...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Hacıkıran

İnsan, bir bütün olarak insan. Niçin böyle yaşıyoruz? Ve hatta niçin ölüyü kadınlar bekler bu memlek...