Kadınım, mülteciyim, hayat hakkımın peşindeyim…
‘Çocuklarıma sarılıp her defasında yeniden kalktım ve yılmadan saatlerce yürüyerek sesimi duyurmaya çalıştım. Ne de olsa kadınların ‘Beyaz Çarşamba’yı doğurduğu topraklardan geliyordum.’

Her şeyi geride bırakıp; anneni, babanı, kardeşini, sevdiğin her şeyi ve hatta kimliğini… Elinde küçük bir bavul ile geri dönememek üzere doğduğun toprakları terk etmek zorunda kalabiliyor, binlerce kilometre uzağa gelebiliyorsun. İşte bu, benim! 

Anne ve babamın dediği gibi, onlar beni toprak altında görmek için yetiştirip büyütmemişlerdi. Tehditlerden daha beteri, tecavüz ve işkence edilip bilinmeyen bir yerin toprakları altında kalma fikri… Çaresizlikle ülkemi terk etmek zorunda kaldım. Gerçi sol elimde söndürülen sigaraların izi, ölene kadar ülkemde geçirdiğim son günün hatırası olarak kalacaktır.

Ah güzel annem ve dağ gibi babam… Beni o kadar hazırlıksız yollamak zorunda kaldılar ki, annem yol masrafları ve harçlığım için altınlarını satmak zorunda kaldı. Malum orada da emeğe çok değer verilmediği için aybaşı gelmeden maaşlar bitiyor.

Türkiye’ye geldiğim ilk birkaç gün ne duyduğumu anlayabiliyordum ne de konuştuğumu anlayan vardı. Sonra baktım olmuyor, CV’mi hazırlayıp dershanelere ve okullara bıraktım. Sanıyordum ki burada emeğimin karşılığını alacağım. Maalesef hayaller, hayatlar gibi olmuyor. Ben burs kazanıp en yüksek puanlarla üniversite bitirdim. Mesleğimi aşkla yaptım ve kendi alanımda başarılı sayılan bir eğitimciyim ancak burada çalıştığım sürede hiçbir zaman emeğimin karşılığını hak ettiğim ölçüde alamadım. Neden mi? Ben kadınım, yabancıyım üstelik de bir mülteciyim.

Bu noktada anladım ki, emek hırsızlığına uğramak benim ve çoğu kişinin kaderi sayılıyor. Yine de kimseye muhtaç kalmamak için canla başla çalışmaya devam ettim. Çünkü artık yalnız değildim. İki tane evladım vardı. 2015 yılında bir Türkiye vatandaşı ile evlendim. Dünyaya gelen iki çocuğumun kimliklerinde anne olarak benim adım yazsa da vatandaşlık başvurum bile kabul edilmedi. Sadece anne olmamdan kaynaklı değil, yıllardır burada bir eğitimci olarak emek verdiğimden de kaynaklı vatandaşlık başvurusu yapmak istemiştim.

Uzun ve yıpratıcı süreçlerin ardından boşanmak zorunda kaldım. Ve ben hâlâ yılmadan, çocuklarımın geleceği için gözlerimle gördüğüm bütün haksızlıkları bir kenara koyarak mücadele etmeye devam ediyordum.

Kovid-19 çıkınca bir de baktım ki; ne işim var, ne de güvencem. Çalıştığım bütün büyük kurumlarda bile herhangi bir resmiyetim yoktu. Bu dönemde dibe vurduğum günlerim çok oldu. Çoğu kez sonumun geldiğini hissettim. Çocuklarıma sarılıp her defasında yeniden kalktım ve yılmadan saatlerce yürüyerek sesimi duyurmaya çalıştım. Ne de olsa kadınların “Beyaz Çarşamba”yı doğurduğu topraklardan geliyordum. Onlar yılmadan devam ederken benim durmam olmazdı. Bu zor zamanlarımda ise ancak kadınların dayanışması ile sesimi duyurabildim. Bu dayanışma hem beni ayağa kaldırdı hem de anladım ki kadınlara kadınlardan başka yurt yok.

Bugün buraya geldiğim noktadan, kendimi daha güçlü hissediyorum. Çünkü artık evim soğukken çocuklarıma sarılıp ısıtmayı ve kalan küçük ekmekler ile onları doyurmayı öğrendim. Bence kadınların özellikle de annelerin kanatları var. Ne kadar kanatlarımı kırmaya çalışsalar da ben mücadele etmeye devam edeceğim.


İlgili haberler
Ekmeğin zor girdiği evden devlet sabun parası isti...

İşsizlik, çocuk bakımı, yoksulluk içinde eğitimden yararlanma çabası… Adana’da Fatma ve Esra’nın yaş...

Emeklilik kalbimizde bir yaradır!

Ankara’dan Filiz ve Serpil, Adana’dan Şenay, Aydan ve Ayşe’nin anlattıkları, kadınlar için emeklilik...

Belediye işçisi Seher: Kısa çalışma uzatıldıkça y...

Seher, iki çocuğuna tek başına bakmaya çalışan bir işçi. Sözde geçirildiği kadroyla ücreti zaten her...