Aylin her sabah saat altıda uyanır. “Alarm gibiyim yıllar beni aynı saatte uyanmaya alıştırdı” der biri soracak olsa.
Evin üç gözünden en küçüğüdür Aylin’in yatak odası. Kirli beyaz dört duvarın arasına çift kişilik bir yatak bir de üç kapılı elbise dolabını ancak sığdırmıştır. Uyanınca gökyüzüne bakmayı sevdiğinden yatağını pencereye karşı yerleştirmiştir. İki yıldır, kafasının içinde bir dolu bir boş bardak bir araya gelmemişse, bir sağa bir sola dönerek rahat rahat uyuyup uyanır. Biri çıkıp da “Bıkmadın mı yalnızlıktan?” dediğinde “Ne bıkması ben ömrü hayatımda bu kadar rahat uyumadım, siz boş yere koca kahrı çekiyorsunuz” diye kahkahalı cevabını yapıştırır. Bunu bazen güçlü görünmek bazen kendini korumak adına yapar, çünkü her ay birileri görücü getirmektedir ona ve o da bilir kadın başına iki çocuğa yalnız bakmanın ne demek olduğunu. Yine de gelen görücülerin hiçbiriyle muhatap olmaz. “Bu yaşımda görücü usulü evlilikle mi uğraşacağım” diye çıkışır kendisini kullanarak izdivaç programı çekmeye çalışan iş yerindeki ablalarına. Ablaları yine de ikna etmeye çalışır onu: “İki çocuğunla bir de kendine aşık mı bulacaksın? Evlen de çocuklarının yükü ikiye bölünsün. Hem bu son kısmet yağlı, seni işe bile göndermez evinin hanımı yapar.”
İki sözcüğün ek alıp bir araya gelmesinden ancak bu kadar çirkin bir şey ortaya çıkar: Evinin hanımı! Mahmut da onu on yedinci yaşında böyle kandırmamış mıdır? Hem kadın çalışmalı, parası olmayan kadının ne hanımlığı olur ne hatınlığı…
***
“Kalk Aylin kalk! Geç kalmadan şu çocukların karnını doyur.” Her sabah üç beş saniye aynada kendini inceler ve hep yirmi beş değil de otuz iki yaşında gibi göründüğünü düşünür. Onu yıpratanın ne olduğunu düşünmek istemez, çünkü bunun karamsarlığına kapılmak için saatin çok erken olduğunun farkındadır. Kafasında dolu ve boş bardaklar cenk ederken gözü aynanın önündeki diş macununa ilişir, yine vaktinden önce bitmiştir. “Ah şu çocuklar…”
Yüzünü yarım yamalak kurulamış bir şekilde hışımla mutfağa girer. Mutfağın darlığından kapının girişine yerleştirilmiş masa, hareketini hep kısıtlar hatta zaman zaman bacağını masanın kenarına çarpar ama yapacak bir şey yok kiracı neticede. Masanın iki adım sonrasında pencerenin kenarına 90’lı yılların başından kalma bir buzdolabı yerleştirilmiştir. Biraz beyaz peynir, orta kalite zeytin, domates ve salatalık... Hepsi akşamdan hazır olduğu için dakika sürmez Aylin’in bunları masada hazır etmesi. “Yumurta gecikecek, süt de kalmamış, boğazlarına dizilir kuru kuru yiyemezler. En iyisi su bugünlük…”
-Anne süt!
-Süt kalmamış, bugün hep birlikte su içeceğiz.
Uzun süreli bir sessizlik oluşur. Sütün olmaması memnuniyetsizlik yaratsa da Aylin aldırış etmez, ne yapsın yok işte! Çocuklar küçük lokmaları ağızlarına atarken o, beş yıldır bir türlü eskimeyen, beyazları artık griye siyahları ise kızıla çalmış kareli gömleğiyle geniş paçalı kot pantolonunu üstüne geçirir. Ablalar, bu kıyafetlerden kurtulup yeni kıyafetlere sahip olmanın yolunun da kocadan geçtiğine ayak diremektedirler ya neyse…
-Hadi çıkıyoruz geç kaldık!
Kahvaltılıklar çocukların ikazla masadan kalkmasından sonra hızla geldiği gibi yandaki buzdolabına gönderilir. Kirli çatallar ve masaya yayılmış bayat ekmek kırıntıları ise temizlenmek için mesai bitimini beklemek zorundadır.
İlgili haberler
Iraklı Sedra’nın hikayesi
Irak’tan Türkiye’ye gelen, 7 kardeşin sorumluluğunu alan 13 yaşındaki Sedra, aydınlık yüzünde savaşı...
Fethiye emeğiyle yeniden hayat buldu
Fethiye, küçük yaşta annesini kaybetti, eğitim hayatı sona erdi, eşini iş cinayetinde kaybetti... Am...
Türkan
Türkan’ın gittiği her yerde, gördüğü her haksızlıkla ‘mücadele’ anlayışı, tek tercihi olmuştur hep.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.