
Türkiye’de doğurganlık oranı düşerken iktidar “demografik fırsat penceresi” söylemiyle çeşitli politikalar hayata geçiriyor. Ekmek ve Gül’e konuşan Leeds University Business School’dan Dr. Esra Uğurlu, doğurganlıktaki düşüşün arkasındaki ekonomik ve toplumsal dinamikleri anlamadan atılan adımların, çözülmek istenen demografik sorunları derinleştirebileceğini vurguluyor.
İktidar bir süredir demografik fırsat penceresi adı altında doğum hızını artırmaya yönelik çeşitli politikalar uyguluyor. Doğum teşvikleri, kadınlara dönük esnek çalışmaya teşvik bunlardan bazıları. Siz bu politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye kalkınma serüveninin çeşitli dönemlerinde genç nüfusa sahip olmasından farklı biçimlerde faydalandı. Örneğin 2000’lerde yakalanan yüksek büyüme performansında demografik faktörlerin kuşkusuz payı vardı. Ancak son yıllarda doğurganlık oranı hızla düşüyor. Bu demografik dönüşüm çeşitli iktisadi sorunları beraberinde getirebilir. Bu bakımdan doğum oranlarını artırmaya yönelik politikaları tartışmaya açmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak uygulanan politikaların doğurganlıktaki düşüşün dinamiklerini tam olarak kavrayamadığını, bu nedenle yetersiz kaldığını ve kadın iş gücünü eve hapsetmeye iterek bir yandan çözmeye çalıştığı demografik sorunları diğer yandan daha da körükleyebileceğini düşünüyorum.
Kadınların istihdama güvenceli ve eşit bir şekilde katılabilmesi için alınması gereken çok temel önlemler var kreş gibi. Bunların bugün gerçekleştirilmiyor oluşunu nereye bağlıyorsunuz? Bunun kadın istihdamı üzerindeki etkisi ne?
Okul öncesi eğitime yatırım yapılması ve büyük işyerlerinde kreş açılmasının zorunlu tutulması gibi politikalar, çocuk bakımının maddi ve zamansal maliyetlerini düşürerek bir yanda doğum oranlarını artırabilir, diğer yandan kadınların iş gücüne katılımını ve istihdamda kalmasını teşvik edebilir. Oysa 2025 aile yılı çerçevesinde gündemde olan politikalar, kadınları iş gücünden uzaklaştırarak doğum oranlarını artırmayı amaçlıyor. Bu yönde bir tercih yapılmasının tamamen ideolojik nedenlere dayandığını düşünüyorum.
Bu süreçte iktidar özellikle aile kurumunun “bozulmasına” ya da doğum hızının azalıyor olmasına ilişkin tartışma odağını yoksulluk ve güvencesizlikten ziyade daha “manevi” konulara çeviriyor. Siz iktidarın bu tercihini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Artan yaşam maliyetleriyle, özellikle büyük şehirlerde, birlikte birçok hane ancak iki gelirle geçinebiliyor. Uzun çalışma saatlerine ev içi mesaisi de eklenince, maddi yoksulluk ve zaman yetersizliğiyle karşılaşan çiftler çocuk sahibi olmaktan uzak duruyor. Hükümet nüfus dinamiklerinin maddi boyutundan ziyade “manevi” boyutuna odaklanmış durumda ve bunu geleneksel aile normlarını vurgulayan muhafazakâr bir gündemle düzeltmek istiyor. Türkiye’nin kalkınmasını ve cinsiyet eşitliğini savunan herkesin, hükümetin çizdiği bu dar ve gelenekselci çerçevenin dışına çıkarak kadınların iş gücüne katılımını arttırırken doğum oranlarını da arttırabilecek politikaları tartışması gerektiğini düşünüyorum.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
14 ülkeden 14 bin kişi ile anket: Yüzde 91’i ekono...
UNFPA raporunda doğurganlık politikalarının hak gaspları için araç olduğuna dikkat çekiliyor: “Demog...
Aile yılı soslu yarı zamanlı çalışma yemeğine karn...
İktidar, memurlara yarı zamanlı çalışma uygulamasını aile yılı sosu ile önümüze sunuyor. Peki kamu e...
İlk 6 ayda aile yılının kadınlara 'müjdeleri': İşs...
Yılın ilk altı ayında binlerce kadın Esenyalı kadın dayanışma derneğine çeşitli yardım talepleri ile...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.