60 milyar dolarlık cirosu, 27 milyar dolarlık ihracat kapasitesi ve sendikaların ifadelerine göre 2 milyon, resmi rakamlara göre ise 1 milyonu aşkın istihdamla imalat sanayinde ilk sıralarda yer alan tekstil, hazır giyim ve deri ürünleri, kadın istihdamının en yoğun olduğu sektörler.
Türkiye, tekstil ve hazır giyim ihracatında dünya yedincisi. Hükümet, sektörde Türkiye’ye rakip olarak Bangladeş, Hindistan, Pakistan, Vietnam, Güney Kore, Mısır, Ürdün, Fas gibi ülkeleri sayıyor. Yani işçi haklarının esamisinin okunmadığı, işçi sağlığı konusunda kötü ünleriyle bilinen, 10 kişilik işçi koğuşlarında 90 kişinin yaşamaya çalıştığı, kölece çalışma koşulları yüzünden yaşanan yangınlarda, kazalarda aynı anda yüzlerce işçinin öldüğü ülkeler...
Bu ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de tekstil ve hazır giyim sektörü “rekabet” gücünü, ucuz işgücü olan kadınların yoğun emek sömürüsünden alıyor.
Uzun çalışma saatleri, sağlıksız çalışma şartları, güvencesizlik, kayıtdışılık, çocuk işçilik, düzensiz ücretlerle anılan sektörde çalışmak, geleceği olan bir iş değil, daha çok bir “zorunluluk”, kötü koşullar nedeniyle bir an önce “kurtulmak” istenen bir çalışma alanı olarak görülüyor... Artan yoksulluk, ucuz çocuk ve kadın emeğinin bu sektöre sürekli akışına neden olurken, işsizlik ve krizin etkileri “kurtulmayı” da mümkünatsız kılıyor. Savaş ve ekonomik göçler nedeniyle sayıları sürekli artan mültecilerin en yoğun biçimde tekstil ve deride kölece çalıştırılması ise “fıtrattan” sayılıyor...
TEKSTİLDE KÜRT İLLERİ GERÇEĞİ:
PATRONLARA ‘UCUZ KADIN EMEĞİ’ VAHASI
Yalnızca merdivenaltı atölyelerde değil, büyük teşviklerle açılan ve yüzlerce işçinin çalıştığı büyük firmalarda bile “ucuz kadın emeği”, tekstil sektörünün rekabet gücü için “stratejik anahtar etmen” olarak görülüyor; teşvik belgelerine, işveren örgütlerinin raporlarına bu ifadelerle geçiyor.Örneğin 2007’de hazırlanan Türk Hazır Konfeksiyon Sektörü için Yol Haritası belgesi, konfeksiyonları doğu illerine konuşlandırmanın “işçilik maliyetlerini” düşüreceğinden, düşük maliyetler için de “kadın istihdamının önemli” olduğundan söz ediyor, bunun için devletten patronlar için “kolaylıklar” bekleniyor. Sermayenin talepleri, hükümet tarafından 2009’da hazırlanan Tekstil, Konfeksiyon ve Dericilik Sektöründe Milli Strateji’de “işçilik maliyetinin düşürülmesi amacıyla işverenin vergi yükünün azaltılması, kullanılan enerji için devletin ödenek ayırması, alt yapı hizmetleri için destek sunulması” gibi “geniş kıyaklarla” karşılandı. Bugün Malatya’da tüm sanayi şirketlerinin yüzde 13’ü, Adıyaman’da yüzde 25’i, Maraş’ta yüzde 34’ü, Antep’te yüzde 30’u konfeksiyon sektörünün parçası olurken, Malatya ve Adıyaman’da kayıtlı istihdamın yüzde 35’i, Maraş’ta yüzde 44’ü, Antep’te yüzde 42’si konfeksiyon işçilerinden oluşuyor. Kayıtdışı çalışmanın yaygınlığı düşünüldüğünde rakamlar çok daha büyüyor.
Doğu ve Güneydoğu’da kurulan bu atölyelerin ve işyerlerinin bir kısmı, Marmara ve Ege’deki büyük fabrikaların “taşeronu” işlevi görürken, işçi ücretlerinin düşürülmesinin de vesilesi haline getirildi. Sermaye Bangladeş, Pakistan, Fas gibi ülkelerin “ucuz iş gücü potansiyelini” Türkiye’nin önüne sürerken, ülke içinde de Kürt illerindeki yoksul kadınları batıdaki işçilerin karşısına “işgücü maliyetini düşürmek için” rakip olarak çıkardı.
EVLERDEN FABRİKALARA UZANAN SÖMÜRÜ AĞINA ‘KADINLARA DESTEK’ KILIFI
Yalnızca firmalar arasında değil aynı zamanda ev-eksenli çalışanları da kapsayacak şekilde kurulan taşeron ağı, konfeksiyon sektörünün ayrılmaz bir parçası. Bu ağlar sayesinde kadın ve çocuk işçiler ev içlerinde, uzun saatler yok pahasına fabrikalara üretim yaparken, bu ucuz emekten yalnızca fason üreticiler değil büyük markalar da “kadın emeğinin desteklenmesi” adı altında faydalanıyor.Yoksul evlerden merdivenaltı atölyelere, organize sanayi bölgelerinden teşviklerle parlatılmış özel üretim havzalarına uzanan bu devasa sektörde çalışanların gerçek sayısı bilinemese de 2019 Ocak ayı resmi rakamlarına göre 1 milyon 42 bin 846 kayıtlı işçi var. Ve işçilerin yalnızca 96 bin 41’i sendikalı ve 2016 verilerine göre sendikalı işçilerin yüzde 30’u kadın.
Tekstil ve deri işçisi kadınlar anlatıyor...
ZOR ‘TERCİH’: ÇOCUĞUMUN İHTİYACINI KARŞILAYAMAMAKTANSA SİGORTASIZ ÇALIŞIYORUM
İstanbul Küçükçekmece’de, 28 ülkede 700’e yaklaşan mağazasıyla hazır giyimin en bilinenlerinden biri olan markaya fason üretim yapan 20 kişilik bir atölyede, haftada 6 gün, günde 12 saat çalışıyor Sevda. Uzun çalışma süresi, kötü muamele, kayıtışı çalıştırma, iş kazalarına karşın patronunun “Yok bir şeyin, abartma, devam devam...” sözlerinde somutlanan, vahşilik işkolunun özeti gibi.Canına tak etmiş artık, ama “Yok başka çaresi, çalışacağız” diyor. Neden? Yanıtı basit; “Geçim derdi...” Eşi cezaevinde; çocuklarına bakmak, kira ödemek, faturaları yatırmak için elindeki tek şey bu atölyede kazandığı para. “Hiç bir sosyal güvencem de yok. İşyerinde başıma bir şey gelse ben bunu hiçbir şekilde kanıtlayamam. Geçinemediğim için sigorta isteyemiyorum. Sigortama yatırılması gereken paranın yarısını bana veriyor patron, yarısı kendi cebine kaldığı ve patronun da işine geldiği için kabul etti. Bunu yapmak zorundayım, çünkü yetişmiyor aldığım maaş. Kiramı verememektense, çocuğumun ihtiyacını karşılayamamaktansa sigortasız çalışmayı tercih ediyorum. Sosyal yardım kurumlarına başvurdum, çocuklarım için para veriyorlardı aylık, yılda bir gelip incelenme yapıyorlardı. Denetlemeye geldiklerinde çalıştığım için evde olmadığımdan kestiler o parayı. Sigortayı bir de bu sebepten yaptırmıyordum, yardımlar kesilmesin diye...” diye anlatıyor.
Korkmuyor da değil bu güvencesizlikten: “Ben makinacıyım, bugün elimi makinaya kaptırabilirim, elimde iğne kırılabilir. Ne yapacağım o zaman? Atölyede uzun ve yoğun çalışmaktan bayılanlar oluyor. 12 saatte toplasan sadece 1 saat 15 dakika molamız var. Uzun yıllar çalışınca bel fıtığı, boyun fıtığı oluyoruz. Uzun süre aynı noktaya bakıp odaklandığımız için bir süre sonra gözlerimiz bozuluyor. Bazen bileklerimi ve bacaklarımı hissetmiyorum.” Yalnızca bunlar da değil; “Yemekler kötü, yemeklerin yendiği ortam daha da kötü. Kullandığımız tuvaletler olsun, mutfak olsun... Mikrop kapmamak mucize. Biz işçileri insan yerine koyan yok” diyor. Bir de atölyede sürekli yinelenen “Hadi hadi”, “Seri olun” seslerinin evde kulaklarında yankılandığını söylüyor Sevda.
İNSANCA YAŞAYACAK BİR ÜCRET!
“Günde en fazla 5 saat uyuyorumdur, çocuklara yetişemiyorum memlekette ne olup bittiğini nasıl takip edeyim! Bazen atölyede kulaklıkla radyo haberlerini dinliyorum. İşte o kadar...”Peki, nasıl değişecek bu koşullar? “Aslında işyerindeki çalışan arkadaşlarımızla dayanışarak bu durumu değiştirebiliriz, ben bunu biliyorum. Ama çok korkuyoruz işimizden olursak nasıl geçiniriz diye. Hiçbirimiz cesaret edip o dayanışma ortamını sağlayamıyoruz. Kadınlar yarım gün çalışıp tam gün para alsa çok güzel olur. En büyük talebim bu. Yani aslında aldığımız ücretin geçinebileceğimiz bir ücret olmasını istiyorum, yoksa çalışmaktan kaçtığımız yok yani kadınlar olarak...”
‘TEKSTİL İŞÇİSİ ARASINDA EN AZ BİR KEZ İNTİHARI DÜŞÜNMEYEN YOKTUR’
Bursa’da Demirtaş Organize Sanayide ince tül ve ipek dokuma üzerine bir fabrikada 7 yıldır çalışan Neslihan, daha önce de uzun yıllar tekstil işçisi olarak çalışmış. “Kalifiye işçiyim ama maaşım mesailerimle birlikte 3 bin lirayı belki buluyordur” diyor. Üç vardiyalı fabrikada, 8 saat boyunca ayakta, gürültülü bir ortamda çalışıyor. “Kumaş sarılı toplar bizden ağır, ama kaldırıyoruz. Bu yorgun halimizle bir de gidip evi sırtlanıyoruz” diyerek kaldırıyor kollarını: “En çok bunlar ağrıyor.”Uzun yıllardır işçilik yaptığını ama daha önce son yıllardaki kadar yorulduğunu ve umutsuzluğa kapıldığını hissetmediğini söylüyor Neslihan; “Tamamen köle gibi hissediyorum kendimi. Eskiden pazara gitmekten bile keyif alıyordum insan görüyorum, hava alıyorum diye; şimdi ondan bile keyif almıyorum, o fiyatları görünce... İşçi arkadaşlar içinde o kadar yorgunluktan sonra ek işte çalışanlar var. Bence tekstil işçisi arasında en az bir kez intiharı düşünmeyen yoktur; ne beyin dinleniyor ne vücut, geçim derdi de bitmeyince iyice içine kapanırsın, kafayı yersin...” Dünya kadar anlatacak şeyi var ama elinin tersiyle yaptığı hareketle “Boş ver” diyor...
Tekstilin başının krizden hiç kurtulmadığını ama böylesi bir kriz dönemini hiç yaşamadığını söylüyor: “Bursa’da dikim üzerine tekstil sektöründe bir azalma var, dokuma, boya ve iplik fabrikalarında da kriz gerekçesiyle tek tek kapananlar olduğunu duyuyoruz. Krizin bedelini biz işçilere ödettikleri yetmiyormuş gibi şimdi tek güvencemiz olarak gördüğümüz kıdem hakkına da göz diktiler. Bizleri tamamen köle yapmaya çalışıyorlar.”
‘KREŞ’ DİYE ÖRGÜTLENDİĞİMİZ SENDİKA ŞİMDİ LAFINI BİLE ETTİRMİYOR
Tuzla’da 450 işçinin çalıştığı ve yurtdışında çok pahalıya satılan gömlek ve pantolonlar üreten bir fabrikada çalışan 300 kadın işçiden biri Aysun. “Kendimi bildim bileli…” diye yanıtlıyor, ne zamandır tekstilde çalışıyorsun sorusunu. Her kademede, her koşulda çalışmış, sendikayla ise yeni tanışmış.
“Sigortasız 6 yıl çalıştığım yerden, sorgusuz sualsiz ve beş parasız atıldım. Sonra şimdi çalıştığım yere girdim, 13 yıldır burada çalışıyorum. Buraya sendikayı ellerimizle, dişimizle tırnağımızla getirdik” diye anlatıyor verdikleri mücadeleyi. “İlk sözleşmemiz fena sayılmazdı. Öncü işçi arkadaşlarımızın çoğu sendikalaşma sürecinde işten çıkartıldılar. Yani bedel ödediler, ödedik. En önemlisi de bu mücadelenin hep sürmesi gerektiğini öğrendim. Neden mi? İlk zamanlar sendika gelecek, herşey yoluna girecek sanıyordum, öyle değilmiş. Sendikamız var ama sorunlarımız bitmedi” diyor.
300 kadının çalıştığı fabrikada kreş yok. “İlk sendikalaşma sürecinde sendikacılar bize şöyle propaganda yapmışlardı;‘Kreşiniz olsun istemez misiniz?’ İnan bana fabrikada birçokları böyle ikna oldu da sendikaya imza attı. Ama şimdi lafını ettirmiyorlar” diyor öfkeyle.
İŞİ YAPANLAR KADIN, ŞEFLER ERKEK
Çalıştığı fabrikada kadın işçilerin sayısının erkeklerden fazla olduğunu belirterek, “Ama her işi bizler yapıyorken başımıza erkek şef dikiyorlar. Bir kadın işçi ancak şu koşulda şef olabilir; ya patrona sürekli iş arkadaşlarını ispiyonlayacak ya da şeflerden gelen tacize göz yumacak. Bunu yapmayan kadın işçilere ise sürekli mobbing uygulanıyor. Çalıştığı makineyi değiştirirler, fazla mesai dayatması yaparlar, tuvalete her gittiğinde azar yersin vb.”
KIDEM: ÇOCUKLARIMIN, ANALIĞIMIN HAKKI VAR ORADA
Şu an fabrikanın ana gündemi kriz ve kıdem tazminatlarının gasp edilmek istenmesi: “Her şeyi unuttuk tek derdimiz bu oldu. Yıllarımızı verdik tek güvencemiz kıdemimiz. Herkesin bir hayali var. Bir arkadaşım ‘Kıdem tazminatıyla tüp bebek yapacağım’ diyor, diğeri ‘Evleneceğim, bütün kredi borucumu öderim’ diyor. Herkesin kendince bir planı var.”
Yalnızca gelecek planları değil, ekmek parası için harcanan bir ömürdeki “ah”lar da kıdem tazminatına göz dikilmesine çok öfkelenmelerine neden oluyor. Fabrikada 20 yıldır çalışan Hayriye ablasının tepkisini aktarıyor bize; “Ben 1 aylık bebeğimi sütten kestim de işe geldim. Çocuklarım ortalıkta büyüdü. Neden? Patronlar öyle istedi diye... Ben çocuğuma bunlar yüzünden annelik yapamadım. Şimdi bu hakkı elimizden alacaklarmış, çocuklarımın, benim analığımın hakkı var orada, uzansınlar da bak nasıl kırıyorum o eli.” Hayriye’nin tepkisini anlatırkenki keyfi, laf sendikaya gelince bozuluyor. “Herkes tepkili sendikaya, herkes! Bizim uzansınlar da kıralım o eli dediğimizi sendikalar resmen seyrediyor. Ben 6 yıl çalışıp beş parasız işten atıldığımda yaşadım emeğinin hakkını alamamanın acısını, bana yetti. Bu iş bu sendikacılarla hallolmaz. İş bizde başladı, bizde biter” diyor.
KENDİNDEN BAŞKA HER ŞEY İÇİN ÇALIŞAN ROBOT: KADIN
Eskişehir’de üç fabrikasında 2000’e yakın işçi çalıştıran büyük giyim markası, hem kendi markasını üretip satıyor hem de Zara, Tommy gibi uluslararası firmalara üretim yapıyor. Çalışanların yüzde 85’i kadın. Kadınların büyük kısmı “Evleninceye kadar çalışayım” diye genç yaşta çalışmaya başlamış, ama sonrasında çalışmaya devam etmiş. Örneklerden biri Asiye:
“Evleninceye kadar çalışmak için girdim işe, ancak evlendikten sonra da çalışmaya devam ediyorum. Çünkü yaşam koşulları çok zor. Şimdi çocuk oluncaya kadar devam ederim diyorum ama o zaman da masraflar artacak, nasıl yapacağımızı bilmiyorum. Eşim metal sektöründe işçi. Çocuk istiyoruz, ancak ciddi ciddi düşünüyoruz nasıl geçineceğimizi. Çünkü doğum yaparsam çalışamayacağımı biliyorum. Burada böyle bir sürü hikaye var; doğum yapan kadınlar iş yaşantısına devam edemiyor ya da uzun süre ara veriyorlar. Bu kadar kadın çalışanın olduğu yerde kreş olsa ne kadar güzel olur... Dışardan kreşlere indirim anlaşmaları yapılıyor o da çok küçük rakamlar...”
ULUSLARARASI SİPARİŞ ALMAK İÇİN ‘PATRON ONAYLI SENDİKA’
Fabrikada uzun yıllardır sendika yoktu, son 1.5 yıldır Hak İş’e bağlı Öziplik-İş Sendikası var. Fabrikada 10 yılını tamamlamış olan Mehtap, sendikanın biraz “tepeden geldiğini” söylüyor; “Uluslararası firmalardan sipariş alabilmek için sendikaya yol verdi patron diye düşünüyoruz. Büyük umutlar veren sendika daha ilk sözleşme sürecinde hayal kırıklıkları üretmeye başladı. Sözleşme görüşmelerinden imzalanma sürecine kadar geçen ayların farklarını eksik aldık. Halen içerde baskı, kötü şartlar, kaba davranış devam ediyor. Gıda paketlerinin kalitesi düşük. Yemekler kötü. Üstelik maaşlar geç yatıyor. Patrondan önce sendikacılar bu kötü uygulamalara gerekçe bulmakla uğraşıyor. Çoğu zaman ortada gözükmüyorlar zaten. Şikayeti olan işçiyle ne temsilciler ne yöneticiler ilgileniyor...”‘SENİN AKLIN ERMEZ’ KAFASINDA HERKES...
Kadın olmanın “zor”, işçi kadın olmanın ise “ayrı zor” olduğunu düşünüyor Mehtap. Neden mi? “Bir kere baştan ‘Senin aklın ermez’ kafasında herkes... Evde öyle, işyerinde öyle, kadındır konuşur konuşur susar gibi bakıyorlar.”
Mehtap’ın sözünü Nesrin tamamlıyor; “Gerçekten de evde, işte kadın olarak herkes önce bana bağırıyor. Bazen susuyorsun, karşılık verince de kavga gürültü... İşe geliyorsun, burada hayat ayrı yoruyor. Bir yandan mecbursun, herkesin borcu var, yaşam mücadelesi var. Hayat zorlaştıkça gerginlik artıyor. En çok da kadınlar sıkıntının huzursuzluğun hedefi oluyor.”
Aynı fabrikadan Gülden, “işçi kadın” olmanın ne demek olduğunu yaklaşan Ramazan’daki koşuşturmayı örnek vererek anlatıyor: “Bak biz burada çoğu kadın, işçi olduğumuz için Ramazanda sabah 2 saat erken başlayıp, akşam 2 saat önce çıkıyoruz yıllardır. Neden? Çünkü iftarı sahuru kim hazırlayacak? Bir robot düşünün ki kendisi dışındaki bütün yaşamlar, koşullar için dizayn ediliyor. Hah işte onun adı kadın. Para olmaz, kadın bir düzen tutturur. Hasta olur, kadın bakmak için ya geç yatar ya erken kalkar. Çocuk olur ya işinden ya toplumdan kopar. Bence her bir kadın başkalarının hayatı için uğraşıyor, kendi hayatı için değil.”
KIDEM GASPI: ‘İŞÇİYİ DIMDIZLAK BIRAKMA HAMLESİ’
Gülden, bu geçim sıkıntısının içinde bir de kıdem tazminatına göz dikilmesinin “İşçiyi dımdızlak bırakma hamlesi” olduğunu söylüyor. “Bu geçim derdinde bir birikim yapma şansımız yok, bir güvence olarak kıdem tazminatımız var. Hem işçi çıkartılmasını kolaylaştıracak bir uygulama, hem de işçiyi ‘işten çıkarsam elimde para olur’ garantisinden kopartıyorlar. Zaten ancak yetişiyoruz masraflara, kredi kartlarına çalışıyoruz. İşten çıkınca da dımdızlak kalalım istiyorlar. Bunu hiçbir işçinin kabul etmemesi lazım. Sendikalarında engellemek için uğraşması lazım, ama ne bilgi veren var ne de engel olacak bir çalışmanın kırıntısı...” Nesrin Eskişehir’de metal, gıda, tekstil gibi farklı iş kollarında, başka büyük fabrikalarda da çalışmış. “İşçilik hayatımın en zor senelerini yaşıyorum. Sene başından beri çok ciddi geçim sıkıntısı... Nereye kadar bilmiyorum” diyor.MÜLTECİ MAİDE’NİN 50 LİRASI
Tekstil, Suriyeli mülteci kadınların da en çok çalıştığı sektör. Özellikle fason üretim yapan merdiven altı atölyelerle bu atölyelerin yoğunlaştığı yoksul mahalleler, aynı zamanda mülteci ailelerin de en çok yaşadığı yerler. İstanbul’da başta Küçükçekmece olmak üzere; Bağcılar, Sultangazi, Esenyurt ve Zeytinburnu gibi ilçelerdeki merdivenatlı atölyelerde, 10 yaşındaki çocuklardan 60 yaşındaki kadına kadar hemen her yaştan mülteci işçiye rastlamak mümkün. Zaten ağır çalışma koşulları, kötü muamele, düşük ücretlerle anılan işkolu, tümüyle haklardan yoksun görülen mülteci kadınlara bütünüyle “kölelik” dayatıyor. Bir yandan da Türkiyeli işçilerin ücret ve çalışma koşullarına ilişkin talepleri ucuz işgücünün artması nedeniyle baskılanıyor.Örneklerden biri Çağlayan’da bir tekstil atölyesi. Suriyeli Maide ile yarı Türkçe yarı Arapça anlaşıyoruz: “Bir evde 8 kişi yaşıyoruz. Üç kişi evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Kardeşlerim okuyor. Okusunlar istiyorum. Geldiğimizden beri hakaretten başka bir şey işitmedik. Pis Suriyeli lafını o kadar işitiyorum ki eve ağlamadan vardığım bir gün yok. En kötüsü de ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi aynı sokaklardan işe gitmek. Çok zor iş bu. 12 saat çalışıp eve varınca insan sadece yatağını arıyor. İlk başta 50 lira haftalık alıyordum. Sonra o para hiç yetmedi. Başka yerlere baktım daha çok para veren. Ama işte biraz daha yüksek oluyor, çok değil...”
Maide, anlattıklarının sadece kendi hikayesi değil, etrafındaki bütün Suriyeli kadınların hikayesi olduğunu biliyor. “Ama” diyor, “Biz Suriyeli olduğumuzdan, bu haksızlığa nasıl yok deriz, onu bilmiyorum. Herhalde yapacak bir şey yok..” Yapılabilecek şeyleri konuşuyoruz, yüzü gülüyor. “Doğru” diyor, “Bu dünyada kimse köle gibi yaşamamalı...”
‘DERİDE KADIN, KADIN KALMAZ...’
Çerkezköy’de bir deri atölyesinde 7 yıldır çalışıyor Saniye. İki kızı ile tek başına ayakta durma mücadelesi veriyor. “Evlenmeden önce tekstildeydim, evlendikten sonra çalışmadım, boşanmaya karar verdiğim an yeniden çalışmak istedim. Boşanırken bir güvencem olsun, kendime güvenim gelsin dedim. Dokumada iş bulamadım o dönem, kriz mriz... Deride de kriz vardı ama artık çalışma şartları o kadar kötüleşmişti ki herhalde kimse çalışmak istemiyordu, hemen aldılar beni. İşe girdim, ilk maaşımı aldığım gün boşanma davası açtım” diye anlatıyor yeniden işe başlama hikayesini.‘ÇOCUĞUMA KÖTÜ KOKUYORUM DİYE DÜŞÜNÜYORUM...’
Deride çalışmak sağlığını ama en çok da benliğiyle ilişkisini bozmuş Saniye’nin. “Ben kendimi kadın gibi hissetmiyorum. 38 yaşındayım, yüzüme bakan 55-60 sanır. Hep o kimyasallardan elim, yüzüm kırış kırış. Fabrikadaki o kokular, kimyasallar insanın boğazına ciğerine öyle yapışıyor ki, mesela ben bir kremin, bir parfümün, bir hoş kokunun ya onları bırak, yemek kokusunun ayırdında değilim. Kızım bana geçen sene anneler gününde parfüm almış, hoşuma gitti ama sonra düşündüm, herhalde çocuğa kötü kokuyorum. Anneliğim içimde öyle ezilmiş ki, öyle değilse bile öyleymiş gibi hissedip, içerliyorum. Deride kadın kadın kalmaz. Ben öyle diyorum...”KRİZLE AĞIRLAŞAN SORUNLAR:
ÖNCE KADINLAR İŞTEN ATILIYOR
Çorlu’da bir deri atölyesinde çalışan Selma’nın anlattıkları da Saniye’ninkinden farklı değil. Günde 12 saati bulan çalışmaya, kötü yemek, ağır hastalıklara neden olan kötü koşullar eşlik ediyor. “Akşama kadar kimyasal soluyorsun, çalışanların hepsi hasta, hepsi! Solunum, eklem, kas yırtılması... Hepsi var” diyor.
İşçi alımında en çok kadınların tercih edildiğini, ama kadınların sezonluk çalıştırıldığını, bunun da eşitsizliklere sebep olduğunu anlatıyor: “Altı ay ücretsiz çıkışları yapılıyor, sonraki altı ay işbaşı yaptırıyorlar. Erkeklerle aynı işi yapıyoruz ama kadınlara verilen ücretler daha düşük tutuluyor. Birçok defa bu sektörde iş değiştirdim. Kötünün iyisini bulmaya çalışıyoruz. Ama gördüm ki nereye gidersen git, değişen çok bir şey olmuyor. Şimdi kriz döneminde şartlar daha da kötüleşti. İşten çıkarmalar da başladı. Öncelikli olarak yine kadın işçiler çıkarıldı. Herkes çok kaygılı...”
Peki, kriz karşısında yapılması gerekenler konusunda ne düşünüyor işçiler? “Kriz bizim krizimiz değil diyorum, niye bedeli bize ödetiliyor? Ama bunu birçok arkadaşım böyle bilmiyor. Krizin diğer ülkelerin bize bir dayatması, dış güçlerin oyunu sonucu oluştuğunu düşünüyorlar. Nasıl mücadele ederiz kısmında hiç kimse konuşmuyor. Herkes içine kapanmayı tercih ediyor. Tüm fabrikalar böyle, ne yapalım ümitsizliği içerisindeler...” diye yanıtlıyor.
Bu çok kötü koşullara rağmen neden hala deride çalıştığını sorduğumuzda ise yanıtı, “13 yaşımda başladım bu sektörde çalışmaya, şimdi 40 yaşındayım, tek bildiğim iş deri. Sadece burda iş bulabilirim” oluyor.
Onu bu koşullarda çalışmaya “zorunlu” kılan bir başka etmen daha var: “Eşimden ayrıldım, 10 yaşında kızım var, bakımı da bana ait haliyle. Emeklilikte yaşa takıldım. Hani hiç olmazsa emekli olsam, kızım için daha iyi olur diye dişimi sıkıyorum aslında. Kimse emekliliği gelmiş birini çalıştırmak istemiyor. Ama düşünüyorum, emeklilik hakkımı almış olsam, maaşım bağlansa da sanki yine çalışmak zorunda kalırım. Emekli olup hala çalışmaya devam eden iş arkadaşlarım var. Maaşlarını sorduğumda 1600 dediler. Düşündüm, komik bir rakam, bu şartlarda, bu ücretle yaşamak imkansız. Haliyle emekliliğimi alamıyor olmama takılmıyorum bile. Ama zorlanıyorum, hem de çok zorlanıyorum. Eve geldiğimde kızımın yüzüne bakacak takat bulamıyorum.”
DOSYA| İşçi kadınlar anlatıyor: Nasıl çalışıyoruz, nasıl yaşıyoruz, ne istiyoruz?
1. GÜN| GIDA İŞÇİSİ KADINLAR: ‘Köleden bir farkımız yok!
Gıda sektöründe çalışanların yüzde 60’ı kadın... Çalışma koşulları, işçi sağlığına ilişkin sorunları, beklentileri ve talepleriyle gıda işçisi kadınlar anlatıyor..
2.GÜN| METAL İŞÇİSİ KADININ GÜNDEMİ: 8 saat çalışma, vardiya, kreş, kriz ve şiddet
Ağır iş koşulları ve sürekli değiştirilen vardiyalardan dertli olan, işçi sağlığı açısından ciddi sorunlar yaşayan, aşağılama ve mobbinge karşı sendikalarına güven duymak isteyen kadınlar anlatıyor...
İlgili haberler
GIDA İŞÇİSİ KADINLAR: ‘Köleden bir farkımız yok!
Gıda sektöründe çalışanların yüzde 60’ı kadın... Çalışma koşulları, işçi sağlığına ilişkin sorunları...
DOSYA| İşçi kadınlar anlatıyor: Nasıl çalışıyoruz,...
Farklı kentlerden kadınların anlatımları, işkollarına ilişkin veriler, araştırmalardan notlar, rapor...
METAL İŞÇİSİ KADININ GÜNDEMİ: 8 saat çalışma, var...
Ağır iş koşulları ve sürekli değiştirilen vardiyalardan dertli olan, işçi sağlığı açısından ciddi so...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.