Gıda ürünleri ve içecek imalatı sektörü, hem üretim hem de istihdam bakımından ülkenin en büyük sektörlerinden. Türkiye bu sektörde dünyadaki ilk 15 ihracatçı ülke arasında yer alıyor.
SGK kayıtlarına göre gıda ürünleri imalatı yapan 45 bine yakın işletme var ve bu işletmelerde Ocak 2019 itibariyle 603 bin 795 kişi kayıtlı olarak çalışıyor.
Çoğunluğu özel sektör kuruluşu niteliğinde olan gıda işletmelerinin yüzde 95’ini KOBİ’ler oluşturuyor. Küçük ve orta boy işletmelerde sendikalaşmanın zor, çalışma koşullarının ağır, denetimin ise yetersiz olduğu biliniyor. Bu da özellikle kadınların istihdam edildiği bu işkolunda sorunları artırıyor.
Dosyamız için görüştüğümüz gıda işçisi kadınlar, ağır çalışma koşulları ve yetersiz iş güvenliği önlemlerinin yanı sıra “ucuz” ve “geçici” işçi olarak görülmenin zorluklarının yaşamlarına nasıl yansıdığını çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Bir gıda işçisi kadının sözleri durumu özetliyor: “Bazen köleden bir farkımız yok diye düşünüyorum.”
‘ÖMRÜMÜZÜ BİR ASGARİ ÜCRETE VERDİK’
Bandırma’da tavukçuluk sektöründe isim yapmış büyük bir fabrikada 14 yıldır çalışan bir kadın işçi, “22 yaşımdan bu yana burada çalışıyorum. Buraya ömrümü verdim diyebilirim. Fakat bunun karşılığında asgari ücretten sadece biraz daha fazla bir para elime geçiyor” diyor. Eşi de çalışmasına rağmen ay sonunu güç bela getirdiklerinden yakınarak, devam ediyor: “Çoğu zaman kredi kartlarına yükleniyoruz, borçlanıyoruz. En son fabrikayı Brezilyalılar satın aldığında durumumuz belki biraz düzelir diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Çarşıda pazarda her şeye zam gelmiş durumda. Çocuğumun bez parası neredeyse üç kat arttı. Ama maaşlara yüzde 8’lik bir zam yapıldı.”Aynı fabrikada 6 yıldır ileri işlem bölümünde çalışan başka bir kadın: “Bu fabrikada yaşadığımız sıkıntılar anlatmakla bitmez. Mesela geçtiğimiz 29 Ekim’de cenazem olmasına rağmen zorla işe getirilmeye çalışıldım. İşe gitmeyince de tutanağa savunma yazdırdılar. Hem cenazem var hem o gün aslında resmi tatil fakat işe gitmeyince uyarı yedim. Bazen köleden bir farkımız yok diye düşünüyorum.”
Ankara’da GERSAN Sanayi Sitesi’nde bir hazır yemek imalathanesinde 3 yıldır çalışan kadın işçi “kölelik koşullarını” şöyle anlatıyor: “Bizim mesai ücretimiz asgari ücretin altında. Gün geliyor 10-12 saat çalıştığımız oluyor, iş bitmeden hiçbir şekilde çıkamıyoruz. ‘Aile gibiyiz burada’ diyorlar, evet ama önce aileni dövmezsin. Fazla iş olunca zorunlu mesai yapıyoruz onu da kırpıyor, az iş olduğunda 1 saat erken bile çıksak onu maaştan kesiyor. Normalde servisle geliyoruz ama mesai olduğunda servis beklemiyor, hemen her gün de mesai oluyor. Yol parası vermesi gerekirken ‘senin evin yakın, yürüyerek git’ diye şaka yoluyla yine paramızı kesiyor.”
Hazır yemek, günübirlik ve part-time çalışmanın yaygın olduğu bir sektör. Bu biçimde çalışan kadınların işyerindeki konumu ise hem daha kırılgan hem de tümüyle haktan yoksun. GERSAN’da günübirlik çalışan bir kadın işçi bu durumu şöyle somutluyor: “Sigortasızım, günlük para alıyorum. İş bulamayınca bu işi yapmaya başladım. Gıda işinde hijyen çok önemli, böyle olunca üzerimize ekstra yük biniyor. Hem işimizi yapıp hem temizliği yapmak zorunda kalıyoruz. Eşimden ayrıldım, iki çocuğum benimle. Bu para yeterli değil. Oğlum sınava girecek, ortaokulda, onunla ilgilenmem lazım, bu yüzden tam zamanlı çalışma benim için uygun olmuyor. Oranın eğitimi daha iyi diye duydum ve çok fazla sanayi bölgesi var, bu yüzden İzmir’e taşınmayı, orada bir fabrikada çalışmayı düşünüyorum.”
Yedi aydır aynı işyerinde çalışan bir başka kadın işçi, “İşimiz çok ağır, bu tempoya göre maaşımız çok az, asgari ücret zaten yeterli değil. Normalde sabah dokuzda işbaşı yapıp, akşam yedi buçukta çıkmamız gerekiyor. Fakat mesai zorunlu olduğu için hiçbir zaman saatinde çıkamıyoruz. Bir ara vardiya sistemi varmış ama çalışanların yüzde 90’ı kadın olduğu için evde çoluk çocuk var, vardiya sisteminden vazgeçildi. Onun yerine part time eleman alınıyor” diyor.
‘BURADA EKMEK, KAŞAR KADAR DEĞERİMİZ YOK’
Gıda sektöründe hijyen, hem halk sağlığı hem işçi sağlığı için önemli. Ancak gıda işçisi kadınların anlatımları işyerinde hiçe sayılan hijyen ve iş güvenliği önlemlerinin, işçilerin canına mal olurken, halkın sağlığını da tehlikeye attığını ortaya seriyor.
Bandırma’da tavukçuluk sektöründe isim yapmış, Birleşik Arap Emirlikleri, Dubai, Körfez ülkelerine kadar satış yapan bir firmanın, çalışanlarıyla “bir aile kimliği içerisinde bütünleşme” ve “insan sağlığına duyarlı olma” iddialarına bir kadın işçinin yanıtı şöyle oluyor: “Bizimle resmen alay ediyorlar. Birçok kadın işçide bel fıtığı, boyun fıtığı sıradan bir durum haline gelmiş. Fabrikayı yabancılar satın aldıktan sonra üretim daha da hızlandı. Makinelerin hızını yükselttikçe yükseltiyorlar. Bazı durumlar oluyor ki üç kişinin çalışması gereken makineye tek kişi bakıyorum. İş güvenliği önlemleri yetersiz. Özellikle bizim kesimhane bölümünde büyük bıçaklarla çalıştığımız için el ve bilek kesilmeleri oluyor. Bir de formenlerin başımızda sürekli hadi daha hızlı, daha seri diyerek baskı yapması elimizi kolumuzu kesmemize yol açıyor.”
Aynı fabrikanın ileri işlem bölümünde çalışan kadın işçi ise firmanın “aile kimliği içinde bütünleşme” iddialarına karşılık şu örneği veriyor: “Geçen aylarda 8 senelik bir kadın işçiyi işten çıkardılar. Ameliyat geçirmişti ve devlet hastanesi 15 günlük bir rapor vermişti. Kadın zaten sağlığını fabrikada çalışırken kaybetti, bir de üstüne hastaneden rapor aldı diye işten çıkartıldı. İnsan kaynakları yanına çağırdı ve 8 senesini, gecesini gündüzünü fabrikaya veren işçiyi yarım saatte harcadılar.”
BU SEKTÖRÜN HAMALLIĞI KADINLARIN ÜZERİNDE
GERSAN Sanayi Sitesi’nde hazır yemek imalathanesinde 3 yıldır çalışan kadın işçi soruyor: “Çalışma şartlarımız çok kötü, 20 kadın tek tuvalet kullanıyoruz, bu sağlıklı mı? Geçen gün dedim, biz bu makinelerden daha sağlam çıktık. İş yerindeki makineler üç ayda bir bakıma giriyor, biz senelerdir hiçbir bakım görmedik. İşçinin canı Allah’a emanet, hiçbir güvenliğimiz yok. Hele bir de kadınsan daha zor, mobbing çok yaygın. İki kelime ses çıkarmamız mümkün olmuyor. Sağlık sorunu yaşıyorum, iki saat izin alsam maaşımdan kesiliyor. Buradaki ekmek, kaşar kadar değerimiz yok. Bu sektörün hamallığı kadınların üzerinde.”
AYRIMCILIK, HAKARET, EŞİTSİZLİK ÇOK YAYGIN
Gıda işçisi kadınların en çok dile getirdiği duygu “insan yerine konmamanın acısı...” GERSAN Sanayi Sitesi’nde hazır yemek imalathanesinde çalışan kadın işçi, “Bizi burada aynı makine gibi görüyorlar. Bir evimiz, ailemiz, şahsiyetimiz olduğunu görmüyorlar” diyor.Bandırma’da tavuk fabrikasında 14 yıldır çalışan kadın işçi de kadınlara dönük aşağılama, hakaret ve şiddetin düzeyini şöyle anlatıyor: “Kadın işçiler olarak en büyük problemimiz vardiya amirlerinin ve formenlerin hakaretleri. Amirler erkeklere gücünün yetmediği yerde gelip biz kadınlardan hıncını çıkartıyor. Üzerimizde iki kat fazla baskı var. Ama gücümüzün yetmediğini söylesek de yeri geliyor erkek işçilerden daha ağır işleri yapıyoruz.”
Aynı fabrikada 6 yıldır çalışan kadın işçi, hem evde hem işte çalışmanın yarattığı zorlukların, bir de zorunlu fazla mesailer ve yaşam koşullarının ağırlaşmasıyla nasıl içinden çıkılmaz bir hal aldığını şöyle anlatıyor: “Bizim işimiz fabrikada bitmiyor ki evde de bütün işler bize bakıyor. Mesaiye kalıyorsun, eve gidiyorsun hiç dinlenemeden yemek, çamaşır, ütü, çocukların işleri hep bizim üzerimizde. Fazla mesailer tüm düzenimi alt üst ediyor. Çeşitli bahaneler uydurarak fazla mesaiye kalmamaya uğraşıyorum. Bu sefer azar yiyorum. Hemen bölümümüz değiştirilerek daha zor işler veriliyor. Tüm bu baskılardan dolayı sinir hapı kullanmaya başlayan kadın arkadaşlar var. Hepimizin bankalara veya eşe dosta hep borcu var. Aldığım maaş yetmediği için geçen ay kredi kartından 1000 TL avans çekmek zorunda kaldım. Benim yine eşim çalışıyor, bir de boşanmış ve çocuğuna bakmak zorunda olan kadınlar var, onların durumu daha zor. Bu yüzden birçok haksızlığa ses çıkaramıyorlar. Şöyle çoluk çocuk hep birlikte izin günümüzde bile doğru düzgün gezmeye çıkamıyoruz. Ufak çocuğu olanlar çocukların bakımında sıkıntı yaşıyor. Fabrikada kreş var ama gerçekten yetersiz, kapasitesi küçük, her çocuğu almıyorlar ve saatleri çok kısıtlı. Bu kadar kar eden büyük bir şirkette çok daha güzel bir kreş olabilir...”
Fabrikada çalışan işçilerin çoğunluğunu oluşturan kadınlar, gördükleri ayrımcılığı öfkeyle anlatıyor: “Mola saati dışında tuvalete gitmeye genelde izin verilmiyor. Ama görüyoruz ki erkek işçiler çok daha rahat bir şekilde tuvalete gidip gelebiliyor. Hatta bazıları sigara içmeye bile çıkabiliyor. Fabrikamızda sendika olsa kadınlara daha çok faydası dokunur bence...”
KIDEM TAZMİNATI ‘GELECEK’ MESELESİ
Görüştüğümüz kadın işçiler, internet vb. yerlerde kıdem tazminatına ilişkin haberleri gördüklerini ama açıp bakmadıklarını, televizyonda da haberleri çok takip etmediklerini söylüyor. “Zaten sonunda her şey olacağına varır” diyerek haber dinleyip moral bozmak istemediklerini söyleyen kadınların bu tutumlarında, “günübirlik” bir işte çalışmaları ve “zaten hiçbir hakka sahip olmadıklarını” düşünmelerinin payı büyük.
Kendilerinden ziyade “gelecek nesiller için” endişeleniyorlar. GERSAN işçisi kadın, “Daha çocuğum var, torunlarım olacak, geleceği düşünüyorum. Bu paraya güvenip yaşanır mı” diye dile getiriyor endişesini. Aynı işyerinden başka bir kadın işçi de “Emekli olunca alacakmışız. Ben emekliliğimi göreceğimi düşünmüyorum ki... Bu iş koşullarında bu ülkede yarınımız meçhul. Bu uygulama yapılmamalı ama ‘hoca bildiğini okur’ derler ya ne desek bir işe yaramaz diye düşüyorum” sözleriyle umutsuzluğunu ifade ediyor.
Büyük fabrikalarda çalışan, sendikal deneyimi olan kadın işçiler ise kıdem tazminatı tartışmalarını daha yakından takip ediyor. Bu 1 Mayıs’ın en önemli gündeminin bu olması gerektiğini söylüyorlar.
‘SENDİKALILIĞI KOCAYA DA KABUL ETTİRMEK GEREKİYOR’
Gıda ve içecek sektörü, yüzde 60’a yaklaşan bir oranla kadın işçi sayısının en yüksek olduğu işkollarından biri. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Ocak ayında yayımladığı sendikal istatistiklere göre gıda işkolunda 9 sendikada örgütlü işçi sayısı ise toplam 74 bin 644. Bakanlık bir cinsiyet verisi sunmasa da gıda işkolunda yaklaşık 14 bine yakın kadın işçinin sendikalı olduğu biliniyor. Yani oran çok düşük. Görüştüğümüz işçi kadınların kimisi daha önce sendikalı işyerlerinde çalışmış, kimi ise şu an sendikalaşma mücadelesi verilen işyerlerinde çalışıyor. Daha önce hiç sendikalı işyerinde çalışmamış ya da şu an bir sendika ile bağı olmayan kadın işçiler bile sendikanın öneminin farkında, ama çok zor olduğunu düşünüyorlar.
GERSAN Sanayi Sitesi’ndeki hazır yemek imalathanesi küçük bir işletme. Kadınlar burada “sendikalı” olmayı “mimlenmek” ile eşdeğer görüyor. Emeklilikte yaşa takılan, bu nedenle bu imalathanede çalışmaya devam eden bir kadın işçi, “Örgütlenme, sendikalaşma korkulacak birşey gibi görünüyor işçilere, korkutuyorlar bizi, aslında korkulacak birşey yok. İnsanlar bilinçlendirilmeli, haklarımıza sahip çıkmak için buna ihtiyacımız var. İktidar partisi sağcı, solcu olmuş o hiç fark etmiyor, işçiyi önemseyen onu düşünen bir anlayış olmadıkça sadece emeğimizin sömürülmesine yararlar” diyor.
Bandırma’da büyük bir tavukçuluk fabrikasında çalışan kadın işçi kadınların sendika konusunda “çekingen” davranmasının nedenlerini şöyle özetliyor: “Kadın işçiler sendika iyi bir şey diye düşünse de üye olmaya gelince korkuyor. 40 yaşından büyük kadınlar işten atılırım bir daha başka bir yerde iş bulamam diye özellikle daha çok korkuyor. Bir de kadın sendikaya üye olsa bile evde kocasına bunu anlatması lazım. Mesela geçenlerde bir arkadaşım sendikaya üye oldu diye evde kocasıyla kavga etmiş ve sendikadan istifa etmek zorunda kaldı. Bizim fabrikada bazı kadınlar eşlerinden şiddet görüyor, bir de sendikaya üye olursak daha kötü olacak diye düşünüyorlar. Fabrikada amirlerin hakaretleri yetmiyor kadınlar evde de aynı hakaretlere ve hatta şiddete maruz kalabiliyor. Ben bu konuda biraz daha şanslıyım, eşim de işçi o yüzden sendikaya üye olmama kötü gözle bakmıyor hatta haklarımızı evde birlikte araştırıyoruz. Fabrikaya sendika gelirse isteğim çalışma koşullarının hafiflemesi, maaşımızın yükselmesi ve hakaretlerin son bulması. Bunun için de elimden geldiğince diğer arkadaşlarıma birlik olmamız gerektiğini anlatmaya devam edeceğim.”
Aynı fabrikada 6 senedir ileri işlem bölümünde çalışan kadın işçi kadınların tüm bu örgütlenme zorluklarına rağmen “bıçak kemiğe dayanınca” nasıl isyan ettiğini şöyle anlatıyor: “Geçen yaz neredeyse hafta tatili yapmadan mesailere bırakılıyorduk. Bizim bölümde yaklaşık 90-100 işçi bu duruma isyan etmiştik ve bir gün topluca mesaiye kalmadık. Bu isyanın başını da kadınlar çekti. Ondan sonra bir süre mesaiye zorlamadılar fakat şimdi yine eskisi gibi oldu. Aslında hep birlikte itiraz edince bazı şeylerin düzelebileceğini gördük fakat bunun devamını getiremedik. Çünkü bizleri şöylesi bir dönemde en çok işsizlik korkutuyor. Fabrikada ben ve bazı arkadaşlarım sendikalaşma çabası içindeyiz. Yakın gördüğüm kadınların kolundan tutup yemek saatlerinde filan sendikayı anlatıyorum. Fakat fabrikaya çalışmaya köylerden gelen kadınlar bu sendika fikrine daha soğuk bakıyorlar. Burada gerçekten emeğimizin değeri yok ama çalışmaya da mecburuz. Bu yüzden madem yasal olarak hakkımız sendikalaşarak daha iyi koşullarda onurumuz kırılmadan çalışabiliriz diye düşünüyorum. Fabrikada bir birlik olabilsek işte o zaman insan yerine konacağız.”
‘ÜRETTİĞİM PEYNİRİ EVİME ALAMIYORUM’
Antalya Organize Sanayii Bölgesinde görüştüğümüz, iki büyük gıda fabrikasında çalışan, yaşları 32 ile 42 yaşında değişen dört kadın işçiden biri engelli. Anlattıkları isimleri farklı de olsa fabrikalarında yaşadıklarının birebir aynı olduğunu gösteriyor.
Üç vardiyalı olarak sürekli ayakta çalışıyorlar, oturabildikleri tek zaman dilimi 45 dakikalık yemek molası. İki fabrikada da çay molası yok. “Daha bir yılı doldurmadan bütün kadınlarda varis oluşur, bel fıtığı, boyun fıtığı görülür. Hiçbiri de meslek hastalığı sayılmaz. Bu hastalıklar nedeniyle hastaneye gitmek zorunda olsan izin çıkmaz” diyor biri.
Bu fabrikalarda çalışan kadınların emekli olmanın hayalini bile kuramadığını anlatıyorlar: “Yeni işe giren de 5 yıllık işçi de asgari ücret alıyor. Zaten burada uzun süre çalışan pek görülmez. Küçük çocuğu olanları, bekar olanları işe almak istemiyorlar, açık açık da söylüyorlar. Küçük çocuğun olursa sık izin istersin diyorlar kadınlara başvuruda.”
“Hiçbir sosyal yaşantımız yok, sosyalleşmeye dermanımız da paramız da yok çünkü” diye devam ediyor kadınlardan biri. “İstiyorum ki çocuklar okusun, borç harç kursa gönderiyorum. Her ay eksideyim. Borcum her ay katlanıyor. Bu da aslında daha çok boyun eğmeyi getiriyor bence” diye içine itildikleri kısır döngüyü tarif ediyor iki çocuklu olan. “Bekar olsam, bakmakla yükümlü olduklarım olmasa daha kolay rest çekerdim sanki” diye tamamlıyor bu sözü, üç çocuğu olan...
İŞÇİNİN HAKKININ PEŞİNE DÜŞECEK SENDİKA LAZIM
“İşsiz kalma korkusuyla yutkunarak çalışmak çok kötü” diyor engelli kadrosundan çalışan. O, ayakta değil, oturarak etiketleme yapıyor; bel ve boyun ağrısına yakın zamanda kol ve bacak ağrıları da eklenmiş. “Etiketlediğim ürünleri, peynirleri eve alamıyorum mesela, marketten daha ucuzunu, markasızını ya da işte indirimde o an ne varsa onu alıyorum. Ürettiğimiz bolluğun kırıntısı bile verilmiyor bize” diye anlatıyor düzenin çelişkisini.
Peki, bu sömürü koşullarına karşı yapacak bir şey yok mu? Önce bir sessizlik oluyor, sonra biri “İşçinin birbirine güveni çok önemli” diyor. Güven olmazsa birlik olmaz! “Bantta birbirinin yüzüne bile bakamıyorsun, yemek molasında bile bir an önce yiyip kalkman lazım, bir merhabayı anca söylüyorsun. Güven nasıl oluşsun? Patronlar da bunu biliyor.” Biliyor evet, işçilerin de bir bildiği var: “Sendikalı olmanın iyi bir şey olduğunu bilmeyen yok. Ama işçinin hakkının peşine düşen sendika bulmak lazım.”
GIDADA DERECE DERECE ÇALIŞMA KOŞULLARI:
Kötü... Korkunç... Dayanılmaz...
Ürünlerini 30’dan fazla ülkeye ihraç eden ve 3000’den fazla kişinin çalıştığı bir gıda üretim tesisisin Manisa Turgutlu’daki fabrikasında çalışan bir kadın işçi “pazarda lider olmayı hedefleyen” patronun neye güvendiğini şöyle özetliyor: “Üç kişinin işini bir kişi yapıyor. İnsan olmamızı değil, makine olmamızı istiyorlar...” Kendi bölümündeki çalışma koşulları “kötü” olsa da diğer bölümlerdeki arkadaşlarının daha “korkunç” olduğunu, bazı bölümlerde ise “dayanılmaz” olduğunu söylüyor.“Örneğin parça-paket bölümü... Yemek molası haricinde lavaboya gidemeyecek kadar baskı görüyorlar. İşçiler yarıştırılıyor. Özellikle gece vardiyasında formenlerin baskısının daha da arttığını söylüyor arkadaşlarım ve bu durum ciddi tehlikelere yol açabiliyor. Çünkü gece vardiyasında çok daha dikkatli olmak gerekir.”
Fabrikada işçi sağlığı ile ilgili de ciddi sorunlar var: “İlk girdiğimizde uzmanlar bize eğitim veriyor, fakat fabrikada bunlar uygulanmıyor. Eti butu vesaire derken zemin kaygan hale geliyor, makineler çok gürültülü ama iyi bir kulaklık vermiyorlar ve iş kazalarında genelde işçilerin hatası olduğunu söylüyorlar. Bir arkadaş makineden sızan yağdan kaynaklı olarak kayıp düştüğünde ‘Neden önüne bakmıyorsun’ dediler.”
İş güvenliği konusunda sorumluluğu “işçinin dikkatine” atan patronlar, söz konusu sendikal örgütlenme olunca her türlü önlemi almış: “İşçilerin konuşmalarını, sendika temsilcilerinin işçilerle görüşmelerini engellemek için her bölümün geçitini (vardiya değişimleri, molalar vs.) ayırıyorlar. Sendikal örgütlenme olmasın diye geçtiğimiz koridorları ayırıyorlar.”
PATRONDAN İŞÇİYE: ‘DEDEKTİFİMİZ OLUR MUSUN?’
Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde şekerleme ve çikolata üreten, günlük 150 ton satışa hazır üretim yapan fabrikada 1.5 yıldır çalışan kadın işçi kulaklarında “Hadi hadi elleri hızlandıralım” sözünün çınladığını anlatıyor. “Tepemizde her daim dikilen, bizi azarlayan postabaşı, amir... Makinedeki arızadan bile işçi sorumlu tutuluyor. İşe giderken hep dua ediyorum, bugün güzel geçsin, kötü bir şey olmasın diye.”
Sendikalaşma mücadelesinden önce günde 12 saati bulan çalışma süreleri, halen uzun. “Yolla birlikte 10 saatimiz işle geçiyor. Hep ayakta çalışıyoruz” diyor. Fabrikada gün içinde 40 dakika yemek molası, 10 dakika da namaz ve tuvalet molası var. Dindarlığı ile bilinen patron “11. dakika haram olsun” diyormuş.
Kiloluk paketleri, tepsileri taşımak zorunda olan kadın işçilerin büyük kısmı bel ve boyun fıtığından muzdarip. Konuştuğumuz kadın işçi, bunda kadınların evdeki yüklerinin etkili olduğunu ekliyor.
Çözüm ise hem basit hem de etkili ona göre: “Birlik olursak değişir, onlar da en çok bundan korkuyorlar. Üretim kısmına girerken kapıda bir yazı var: ‘Gönüllü dedektifimiz olur musunuz?’ İşçiye muhbirlik teklif ediyorlar. Kimse yan yana gelmesin, birlik olmasın, konuşmasın diye bir dertleri var. Sendikaya üye olan arkadaşlarımızı işten attılar. Korkmasalar atarlar mı?”
DOSYA| İşçi kadınlar anlatıyor: Nasıl çalışıyoruz, nasıl yaşıyoruz, ne istiyoruz?
2.GÜN| METAL İŞÇİSİ KADININ GÜNDEMİ: 8 saat çalışma, vardiya, kreş, kriz ve şiddet
Ağır iş koşulları ve sürekli değiştirilen vardiyalardan dertli olan, işçi sağlığı açısından ciddi sorunlar yaşayan, aşağılama ve mobbinge karşı sendikalarına güven duymak isteyen kadınlar anlatıyor...
İlgili haberler
Gıda işçisi kadınlar anlatıyor: 1 Mayıs sesimizi d...
Kadın istihdamının en yoğun olduğu sektörlerden biri gıda sektörü. Esenyurt'ta gıda fabrikalarında ç...
Bornova Belediyesi’nin kadın işçileri: TİS’in kaza...
Bornova Belediyesinde imzalanan TİS sonrası ‘doğum yapan işçiye ek 8 hafta daha izin, ayda bir gün r...
Haklarımızı kullanmak ve çoğaltmak için 1 Mayıs’a
Genel-İş Sendikası İzmir 7 No’lu Şube’nin düzenlediği söyleşide “Haklarımızı kullanmak ve çoğaltmak...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.