Yanan sadece ormanlar değil, insanlık ve devlet kayıp
Köylerde ve mahallelerde denk geldiğimiz kadınların neredeyse hepsi aynı şeyi söylüyor, “Göz göre göre yaktılar bizi.”

Sabahın erken saatinde Milas merkezden yanan bölgelere doğru yola çıktık. Ören’e girdiğimizde sanki bütün bölgede kocaman bir odun ateşi yakılmış gibi koku geldi burnumuza. Biraz hava almak için camı indirdiğimizde kül olmuş ağaçlardan, topraktan yüzümüze alev vuruyordu, sönmüş olmalarına rağmen.

Filmlerde izlediğimiz felaket sonrası, terk edilmiş hayalet şehirler gibi yol boyu etrafımızdaki dağların, tepelerin siyahla grinin birleşimi olan karanlığını gördük. İçinden kül olan yerleri öpesi geliyor insanın ki iyileşsin o ağaçlar. Tıpkı sevdiklerimizin canı acıdığında teselli etmeye çalıştığımız gibi.

KÖYLÜLER YORGUN, ÜZGÜN, ÖFKELİ

İlk durağımız Bozalan Köyü. Vardığımızda, muhtarlık binasının önüne topluca oturmuş birkaç köylüyü görüyoruz. Bu sıcakta, güneşte bir arada oturuyorlar. Çünkü elektrik yok ve ellerindeki tek jeneratör buraya kurulmuş. Soğuk su vs. gibi ihtiyaçlarını buradan karşılıyorlar. Hem yorgun hem üzgün hem de öfkeli bir sesleri vardı çünkü felaket büyümesin diye her türlü şeyi istemişler en başından. Öfkeleri tam da buna, yalnız bırakılmalarına. Gözden çıkarılmak duygusu sanırım.
Benzer bir diğer köy ise Gökbel’di. Yine muhtarlık binası önünde toplanmış oturan daha kalabalık bir köylü erkanı vardı. Gökbel, Bozalan’dan biraz daha farklıydı. Çünkü dağlar köyün etrafını sarmış, köy yerleşimi de ortada kalmış denebilir. Ve şimdi çam ve zeytin ağaçlarıyla kaplı dağlar küllerle dolmuş çıplak bir tepe haline gelmiş. Önce kimse çok konuşmak istemiyor ister istemez. Ama dert çok olunca susmak da zordur.

AKILLARDA TEK SORU: BUNDAN SONRA NE OLACAK?

Köyün büyüklerinden bir amca, gözleri dolu dolu anlatıyor kaybettiklerini. Onun için yanıp kül olan “üç-beş ağaç” değil sadece. Bunca yıllık emeği, çocuğu, geçmişi, geleceği bir bakıma… Belki yaşama şekli. Her gün bakıp suladığı toprağı, mevsimi geldi mi aşılamasını yaptığı ağacı… Akıllarında bundan sonrası nasıl olacak sorusu var. Çünkü bu yaşananların sonucunu onlardan daha iyi bilecek yok. Bu ormanlarla büyümüş bu insanlar. Ve tıpkı Bozalanlılar gibi “Bu yangın daha küçükken hava müdahalesi olsaydı bugün o dağlar hâlâ yeşil kalabilirdi” diye sitem ediyorlar.

YAŞAM ALANLARINA SIKI SIKIYA BAĞLILAR

Akçakaya köyüne adım attığımızda henüz yeni yeni başlamıştı yangın. Şans eseri Rafiye Abla’yla karşılaştık. Yaşadıkları felakete rağmen karşıdan gülerek geldi. Yürüye yürüye karşıdaki tepeye gidip ailesiyle birlikte ateşleri engellemeye çalışacakmış. İnsanı en çok etkileyense gerçekten umutlu, yaşam alanına sıkı sıkıya bağlanmış ve kimsenin onları kandıramayacağını söyleyen direngen duruşuydu.

Hani denir ya köylü kadını cevvaldir. Kendine su veren toprağın kıymetini ve ona verdiği emeğin değerini öyle iyi biliyor ki herkesin karşısında dimdik duruyorlar. Tıpkı Rafiye Abla gibi, Akbelen Ormanı’nı koruyan İkizköylü kadınlar da yangınları anlatırken öyle içten öyle hüzünlü bakıyorlar ki, aralarındaki bağ çok başka.

Öyle bir “Yazık oncağızlara, böceklere…”  diyor ki hakikaten insanın boğazı düğümleniyor. Bu sevgi ve ilişkiden kaynaklı ellerinde kalan bu ormanı linyit madenine teslim etmemek için mücadele ediyorlar. Çünkü her yeri alan santralden geriye ellerinde bir burası kalmış, bu yüzden de evlerine sımsıkı sarılıyorlar. Köylerde ve mahallelerde denk geldiğimiz kadınların neredeyse hepsi aynı şeyi söylüyor, “Göz göre göre yaktılar bizi.”

EMEKÇİSİNDEN KÖYLÜSÜNE DAYANIŞMAYLA YANGIN SÖNDÜRME

Yine Ören merkezde bulunan koordinasyon merkezinde itfaiye emekçileriyle karşılaşıyoruz. Gerçekten herkesin dilinde iyi bir dayanışma sağlandığı var. Bu yüzden yüzler gülüyor. Bu sadece maddi bir dayanışma değil. Manevi anlamda bütün o ağırlığı paylaşmadan kaynaklıyor. Orta yaşlı bir itfaiye emekçisi vaziyeti anlatırken insan kendini kıpkırmızı olmuş gözlerinden alamıyor. Dumana o kadar maruz kalmış ki bu hale gelmiş. Arabaları bozulmasa aslında bir dakika durmayacak orada. Yine de o dinlenememiş gözleriyle arkadaşlarını arazi kontrolüne yolluyor. Buradaki işleri biterse başka bir yangın alanına geçeceklerini öğreniyoruz.

Yani anlayacağınız köylüsünden, emekçisine herkes birleşmiş bu felaketi aşmaya çalışıyor. Ama biri eksik; devlet… Herkesin kafasında aynı şey var, bir termik santral kadar değeri yok gibi kalan ormanların, insanların, hayvanların.
Kıyıkışlacık’taki yangına havadan müdahale edilmediği için belediye görevlisi “Ben, arkadaşlarım, oradaki tüm destek ekibi ve halk oturduk yangının ilerleyişini izledik. Çünkü karadan müdahale için hiç olanak yoktu” diyerek yangının müdahale edebilecekleri bir noktaya gelmesini beklediklerini anlatıyor.

İnsan o yüzden düşünemeden edemiyor; bir termik santral kadar etmiyoruz bu ülkede.  Velhasıl, her felakette olduğu gibi hükümet yetkililerin ne yaptığını, nerede olduğunu sorguluyor insanlar…

Fotoğraf: DHA

İlgili haberler
Bu bir yangın yazısı değil, ‘seçim’ yazısı

Doğayı yağmalayan, emeğimizi sömüren, bedenimizi yok edip varlığımızı hiçe sayan türümüzün sömürgenl...

İkizköylüler hem yangına hem santrale karşı direni...

Akbelen Ormanı’nın linyit ocağına dönüşmesini istemeyen İkizköylüler, hem yangına hem de santrale ka...

Antalyalı kadınlar: Yaşam alanlarımız kül oluyor!

Manavgat’ta başlayan yangın yaşam alanlarını kül etmeye devam ediyor. Antalyalı kadınlar yaşadıkları...