Tütün işçisinin çadırı, depremde çatı oldu
Tütün işçisi Elif’in hayatı bu sefere deprem değişti. 15 yıldır her yaz başka bir yere işçiliğe gidilerek kazanılan emekle inşa edilen ev şimdi parça parça da olsa onarılmayı bekliyor.

-O banka iyi kredi veriyor aslında.

+Ödeyebilecek miyiz? Devletin vereceği hepi topu 10 bin lira o da kaba masrafa bile yetmez.

-Altın fiyatları sürekli artıyor. İşleyen faiz bile bu şekilde kapanacak. Ödeyemezsek bozarız altınları otururuz hasarlı evimizde…

İngiliz müzisyen John Lennon “Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” diyor. Bir Pazar gecesi hepimiz başımızı yastıklarımıza yeni bir haftaya uyanmak için koyduk. Ama gün ağarmadan güçlü bir ses uykularımızı böldü. Dehşetle uyandık ağır uykularımızdan ve o geçmek bilmez saniyelerde aklımızda yalnızca bizden daha güçsüz olanlar vardı. Abandık onların üzerlerine çünkü onların yaşamı bizimkinden daha kıymetliydi…

Çocukluğundan beri yazlarını tarım işçiliğiyle geçiren Adıyamanlı üniversite öğrencisi Elif’le geçtiğimiz Aralık ayında yine bu sayfalarda tanışmıştınız. Ekmek ve Gül, Elif’in hikayesine yer verdikten iki ay sonra tütün kokan çocuk elleri yetiştiren şehirde kıyametler koptu. Elif ise Adıyaman’ın büyük gürültülerle yerle bir olduğu gece Adıyaman’da değildi. Bu yüzden birkaç saat önce uyuduğu uykusundan onu uyandıran güçlü sarsıntılar yerine kafesteki muhabbet kuşunun viyaklaması oldu. Kuşun derdini saniyeler sonra gelen sarsıntıyla anladı ve yataktan fırlarken aklından, o an binlercesinin aklından geçen düşünce geçti: Umarım depremin merkez üssü şu an bulunduğumuz yerdir. Değilse bir yerler yerle bir oldu!

BİZ NE YAŞADIK?

Elif, ablası ve yeğenleriyle beraber kendini pijamalarla sokağa attığında kapıldığı dehşet duygusu geçmemişti. Yeğenlerinin ağlamaları daha da artmasın diye korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu ama aklı Adıyaman’dakilerdeydi. Evden kaçarken almayı unutmadığı telefonun rehberinden annesinin numarasını elleri titreyerek buldu ama arka arkaya yaptığı üç aramada hat düşmedi. Elif etraftan gelen seslere kulaklarını tıkamış sadece kendi içinden geçenleri duyuyordu. Dördüncü aramasından sonra korkusu sesinden anlaşılan annesi telefonu açtı. Ne şehre ne de evlerin durumuna dair en ufak fikirleri yoktu. Büyük korku ve panikle kendilerini önüne attıkları bahçeye açılan kapı, onları içerde esir bırakmıştı. O an soğuk kanlılığını korumaya çalışan Elif’in annesi, ne yapacaklarını bilmez halde oraya buraya kaçışan çocuklarını balkona yönlendirdi ve kendilerini dışarıya atmayı başardılar. Benzer korkuları yaşayan tüm komşuları soluğu sokakta almıştı ama onların da durumun ciddiyetine dair en ufak fikirleri yoktu. Kimse eve girmek istemiyordu. O yüzden arabası olanlar geceyi arabada geçirdi. Elif’in ailesinin arabasında ise benzin gittikçe azaldığı için soğukla nasıl başa çıkacaklarını kestiremiyorlardı. Uyku girmeyen gözler günün aydınlanmasıyla durumun ne kadar kötü olduğunun farkına vardı. Öğleden sonra gerçekleşen ikinci depremin ardından toz bulutu haline gelen binalarsa korkunun daha da katmerlenmesine sebep oldu. Bu arada sokakta bekleyenlerden bazıları hasarlı evlere gidip güçleri yettikçe mahsur kalanları çıkarmaya çalışıyorlardı. Çocuğu olanlarsa çocukları daha fazla korkmasın diye kendi korkularını çaresizlik içinde gizlemeye çalışıyordu. İçlerinden biri kendini herkesten önce toparlayıp evinin bahçesinde bulunan odunluğun yolunu tuttu. Odunluktan çıkarılan tütün çadırı birkaç saatliğine de olsa çaresizlik hissinin boyutunu küçültmüştü. Elif ve annesinin geçtiğimiz yaz gün aydınlanmadan toplayıp sonra dur durak bilmeden sapladığı tütünleri koruyan dev çadır şimdi çocuklarıyla beraber 15-20 aileyi koruyordu. Tütün çadırı yazın sıcağına alışıktı ama şimdi bu insanları soğuk bir gece bekliyordu. İlk gün barınma ve ısınma derdinden hiç kimse kendi guruldayan karnını bile duymadı. Yeniden hava karardığındaysa tanıdık olmayan bir ses karanlığı yararak çaresizce bekleyenlere yaklaşıyordu. “Sıcak çorba, Sıcak çorba. Var mı isteyen?” Bu ses odun sobasının aydınlattığı tütün çadırında çaresizce bekleyenlere açlığını hatırlattı ve önde erkekler arkada kadınlar ve çocuklar sese doğru yöneldiler. O gece Siverek’ten Adıyaman’a eski model bir arabanın arkasına sıcak çorba, süt ve eşinin yaptığı ekmekleri doldurup getiren yaşlı bir adam çadırdakilerin karnını doyurdu.

Ertesi günse Elif’in annesi tesadüfen bahçede tavuklarının yumurtalarını buldu ama yağsız ve yine odunluktan getirilen tavada kırılan bu üç beş yumurta ancak çocukların karnını doyurmaya yetti.

KARANLIĞI SİREN SESİ BÖLDÜ…

Günün boğuk aydınlığı yerini yeniden karanlığa bıraktığındaysa bu kez karanlığı siren sesleri böldü. O sesleri duyduktan sonra çadırdakiler ilk defa sevinçle yerlerinde duramaz oldular. Sanki savaşın ortasında esir kalmışlar da birileri onları kurtarmaya gelmiş gibi hissederek belki de iki gündür ilk kez birbirilerine güldüler. Ama bu sevinç kursaklarında kaldı ve o gece kimse onlara el uzatmak için yardım malzemeleriyle çıkıp gelmedi çünkü hala enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler vardı.

5. gün Elif’in annesi de baktı ki ne çadır ne de yiyecek ya da giyecek getiren var istemeyerek de olsa üç çocuğuyla beraber Elif’in olduğu şehre o da gitmek için yola düştü. Yolculuk sonrası onları karşılayanlarla yapılan kucaklaşmalar sevinç değil de özlem ve geride bırakılanlara karşı suçluluk duygusu barındırıyordu.

Günler ilerlerken resmi rakamlara yansıyan ölü sayısı artarken Elif’in haber alamadığı yakınlarının sayısı azaldı. Yakınlardan alınan haberler bazen yarım yamalak bir sevince bazen de gözyaşlarına neden olurken evdeki kimse o günlerde yaşadığı için sevinemedi. Elif de ailesi de Adıyaman’dan uzakta kaldıkları süre boyunca daha az konuştu çünkü hepsinin içinden geçen Adıyaman’a dönme istediğiydi. İçlerinden biri “Kalkın, gidelim!” dese hepsi tereddütsüz peşine düşecekti. En çok da annesi kendi evini arıyordu. Bunu hisseden Elif günlerdir Adıyaman’da yardıma ihtiyacı olanlara uzaktan sıvadığı kollarını bu kez de kendisi ve ailesi için sıvadı. Bu şehirde kiralık bir ev buldular çünkü ablasının yanında uzun süre kalamayacak kadar kalabalıktılar. Depremzede oldukları için öncelikleri kira bedeli ödemeyecekleri bir ev oldu ancak bunun hemen gerçekleşmesi mümkün değildi çünkü bazı ev sahipleri onların kiralık ev ihtiyacını lüks buldu ve önceliği devletin depremzedeler için tahsis ettiği yurtlara vermeleri gerektiğini söylüyordu. Elif bu cevaplara rağmen en temel ihtiyaçları olan barınma ihtiyacının peşini bırakmadı. Geriye birkaç parça temel eşya kalıyordu… Başlarını sokacakları bir ev bulmalarına rağmen hiçbiri o evi bir türlü evleriymiş gibi benimseyemedi. Hele erkek kardeşi günde birkaç defa “Adıyaman’a dönelim!” diye tutturuyordu. Onun bu ısrarlarına evdekiler on gün dayanabildi ve depremin 15. gününde erkek kardeşiyle beraber Elif evlerini ve gidişatı kontrol etmek için Adıyaman yoluna düştü. Yaklaşık 4 saatlik yolculuk sonrası Adıyaman’da durumun değişmediğini hatta mahallelinin günlük yaşamının daha da zorlaştığını gördüler ancak karşılaştıkları sahneler onları şaşırtmadı.

BİRİKEN EMEKLE YAPILAN EV ARTIK YOKTU

Erkek kardeşi bir ara cesaretini toplayıp evin durumuna daha yakından bakmak için tıpkı deprem gecesi kaçarken yaptıkları gibi balkon kapısından eve girdi. O dakikalarda bahçede bekleyen Elif’i deprem gecesi hissettiği korku gibi bir korku sarsa da evin ne halde olduğunu merak ediyordu. Kardeşinin de korku noktasında ondan kalır yanı yoktu ama yine de aceleyle tüm odaların fotoğraflarını çekmeye çalıştı. Fotoğraflarsa sanki yeşerecek umutları kökünden kazımışçasına görenleri daha büyük bir umutsuzluğun içine hapsediyordu. Elif bu fotoğraflara bakınca ne düşüneceğini kestiremedi. “Cana geleceğine mala geldi.” diyerek sevinmeli mi yoksa 12 yaşından beri bütün aile mevsimlik işlerde çalışarak kazandıklarıyla inşa ettikleri evlerinin oturulmaz hale gelmesine yanmalı mı?

Durumun oldukça zor olduğunu ve şimdilik elden bir şey gelmediğini görünce erkek kardeşi Elif’le beraber tekrar Adıyaman’dan ayrıldı. O arada depremin üzerinden geçen aylarda ise bütün ev halkının aklından geçen “Şimdi ne yapacağız?” sorusuydu. Kışın salçasını bile yazın topladıkları tütünle almışlardı. Elif de depremden sonra öğrencilerine özel ders verememişti. Depremzedelere dağıtılan 10 bin liralık yardım ise hiçbir işlerine yaramıyordu.

Depremden iki ay sonra ne Elif’in ne de ailesinin artık evinden uzakta kalacak hali kalmadı ve “Ne olacaksa memleketimizde olsun.” diyerek geri dönmemek üzere Adıyaman’a gittiler. Her gün Adıyaman’dan haber aldıkları komşuları da dönüp evlerine sahip çıkmazlarsa evin yağmalanabileceğini söylüyordu.

NE ZAMAN NORMALE DÖNECEĞİZ?

Elif, evin en net halini bu temelli geri dönüş sonrası gördü. Artçıların daha da yıprattığı evin kapısı aylar geçmesine rağmen açılmıyordu ve eve girmek için balkon kapısını kullanmaya devam ettiler. Bu sırada da vakit kaybetmemek için ustalar getirip evi nasıl onaracaklarının peşine düştüler. Evin onarımı için kullanılacak malzemelerin fiyatı haftalık olarak artarken bir de içlerine, evlerine yıllardır dişlerinden tırnaklarından artırarak yaptıkları emeğin bir gecede yok olmasının acısı çöktü.

15 yıldır her yaz başka bir yere işçiliğe gidilerek kazanılan emekle inşa edilen ev şimdi parça parça da olsa onarılmayı bekliyor. Ne olur ne olmaz denilerek bahçeye kurulan çadırın yüzüneyse yoğun yağışların ardından yaşanan selden sonra kimse bakmadı ve hasarlı evde kalmaya devam ediyorlar. Evin tadilatını işçi tutacak durumda olmadıkları için Elif’in dayısı tek başına yapıyor ve bu yüzden tadilat oldukça yavaş ilerliyor. Şimdi Elif’in ve ailesinin aklından belki de tüm Adıyaman’ın aklından geçen sorular geçiyor: Evimizde ne zaman güvenle oturmaya başlayacağız? Bu şehir ne zaman eski haline dönecek? Biz ne zaman eski normal günlerimize döneceğiz?

Fotoğraf: Canva Pro Kolaj

İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Kamelyalı Kadın

Birbirimize, topluma yabancılaştığımız, kendimizi kutsadığımız günümüzde bir ‘fahişe’nin acısını duy...

Asgari değil insanca bir yaşamı birlikte kuracağız...

Atalay ve onunla aynı anlayışa sahip sendikacılar ülkeyi ucuz işçi cennetine çevirmek için politikal...

İşçi ve emekçiler bayramda da kaygılı: Bayramda mi...

Pahalılık sebebiyle kısıtlı bayram alışverişi yaptıklarını emekçiler, ‘Misafir gelirse, önlerine doğ...