İstanbul Sözleşmesi’nin feshiden sonra geçen dört yıl: İç hukuk yetmedi, şiddet sarmalı büyüdü
İstanbul Sözleşmesi'nden tek gecede Cumhurbaşkanı kararıyla çekilmenin dördüncü yılı bitmek üzere. Geçen dört yılda iktidarın, 'İç hukukumuz yeter' söylemleri lafta kaldı.

İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacı devletlerinden biri olan Türkiye, sözleşmeyi 24 Kasım 2011’de TBMM’de onaylayarak, parlamentosundan geçiren ilk ülke olmuştu.

Aradan yıllar geçti ve AKP iktidarının gurur duyduğu İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı cumhurbaşkanı kararnamesi ile çıkıldığı ilan edildi. Tarihlerden 20 Mart 2021 idi ve çekilme kararı 1 Temmuz 2021 günü resmileşti.

Fesih kararından 4 yıl geçti. AKP, “iç hukuk yeter” dedi, “şiddete sıfır tolerans” dedi, ama süreç yine AKP’nin dediği gibi gelişmedi.

İÇ HUKUK YETİYOR MU?

Sözleşmeden çıkma kararı açıkladığından bu yana, Erdoğan dahil çok sayıda “yetkili” açıklamalar yaptı. Her birinin en temel vurgusu “Bu ülkenin çok sağlam bir iç hukuku var, kimsede olmayan 6284 gibi bir yasamız var” biçiminde özetlenebilir.

İstanbul Sözleşmesi, kadınları şiddetten korumak için devletlerin yükümlülüklerini vurgulayan ve belirleyen bir sözleşme olarak sadece yasal düzenlemelerden söz etmez. Şiddet öncesinde alınması gereken önlemlerden sığınaklara, kolluk ve adliye personelinin eğitiminden, kadın erkek eşitliğine ilişkin hayatın her alanında yapılması gerekenleri sayar. Bu yükümlülükleri devletlerin yerine getirip getirmediğini denetleyen mekanizmalar da söz konusudur. Özetle İstanbul Sözleşmesi sadece yasalardan söz eden bir sözleşme değildir.

Bu nedenlerle, sözleşmeden çıkılması sadece “İç hukukla yetinebiliriz” denilerek açıklanamaz. Kaldı ki iç hukukta en temel hakların bile tartışamaya açılması hükümetin şiddetin önüne geçmeye yetmediğini gösteriyor.

Dört yıl boyunca 6284 sayılı Yasa özellikle AKP’nin son genel seçimlerdeki müttefikleri tarafından sürekli gündeme getirildi; aileyi yıktığı, erkeklere çok büyük zararlar verdiği iddia edilen yasanın kaldırılması için bazen gür, bazen kısık sesle dillendirilen bir kampanya daima gündemde oldu.

SÖZLEŞME SONRASI 6284 ETKİN UYGALNMADI

Sözleşmeden çıkılır çıkılmaz ilk etki 6284 sayılı Yasa’nın uygulamasında yaşandı. Zaten yasayı uygulamaya gönüllü olmayan polis merkezleri şiddete uğrayan kadınları bir işlem yapmadan evlerine göndermeye başladı. Adana ve İstanbul Pendik’te şiddet ve tehdit nedeniyle karakola başvuru yapan kadınlar, “Artık o işlere biz bakmıyoruz, savcılığa ya da aile mahkemesine gidin, kanıt getirin” yanıtları aldı. Dersim’de hakim, korucunun şiddetine ve tehdidine maruz kalan aile için “Delil yok” diyerek koruma kararı vermedi. En çok 6 aya kadar uzaklaştırma kararı verilmesini öngören yasadaki bu maddeye rağmen en yoğun şiddeti ve şiddet tehlikesini yaşayan kadınlara dahi 6 aydan az sürelerle uzaklaştırma kararı verildi.

6284 sayılı Yasa bu ülkenin en “ünlü” ve üzerine en çok konuşulan yasası olup kritik öneme sahip. Şiddet ortamında kadınların nefes almasını hedefleyen bu yasanın uygulamasındaki sorunlar, koruma kararlarının ihlalleri sırasında yaşananlarla birleştiğinde ceplerinde, çantalarında koruma kararları ile öldürülmüş kadınların ülkesi haline dönüşüyoruz. 2024 yılında 20 kadının öldürüldüğü anda koruma kararı vardı.

KADIN CİNAYETLERİNDE REKOR ARTIŞ

İç hukukun yeterli olmadığı ne yazık ki öldürülen kadınların sayısı ile kendisini gösteriyor. 2021’den bugüne kadın cinayetleri yaklaşık yüzde 162, şüpheli kadın ölümleriyse neredeyse yüzde 100 artmış durumda.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu verilerine göre, 2025 yılının ilk 5 ayında 168 kadın öldürüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu açıklamaları, 2024 yılının Türkiye’de kadın cinayetlerinin rekor seviyeye ulaştığı bir yıl olduğunu ortaya koyuyor. Platform; 2024 yılında yaşanan 394 kadın cinayeti, 258 şüpheli kadın ölümünün, veri tutmaya başladıkları 2010 yılından bu yana en yüksek kadın cinayeti sayısı olduğuna işaret ediyor.

Kadın cinayetlerinin azaldığı tek yılın İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2011 yılı olduğu bilgisi ise durumu çok net ortaya koyuyor. Özellikle imza çekildiği 2021 yılından bu yana sayılar endişe verici bir biçimde yükseliyor.

DÖRT YILIN TAHAKKÜM BİLANÇOSU

• Dikkat çektiğimiz gibi 6284 sayılı Yasa’nın aksayan kısımlarını dikkate almayan, artan kadın cinayetlerini gündem etmeyen iktidar, bu noktalarda ne bir yasal düzenleme yapma eğilimi içine girdi ne de konuyu oturup enine boyuna tartışmayı seçti.

• Neler konuşuldu peki? Yargı paketleri gündeme geldi, birçok yasal düzenlemeyi aynı torbaya dolduran paketlerle, kısmi af tartışması uzun süre yaşandı, kadınlar ve LGBTİ’ler genel ahlak torbasına konulmak istendi. Nafakanın süreye bağlanması ve hatta kaldırılması sürekli gündemde tutuldu, yasal bir düzenleme yapılmasa da yargı kararları süreli nafaka kararlarına dönüştü, boşanmalarda ara buluculuk en temel amaçlardan biri olarak sürekli kamuoyu önünde tutuldu.

• Ceza Kanunu’nda değişiklik yapıldı, iyi hal indirimini engelleyecek düzenleme eklendi. Kadına yönelik suçlar özel ve nitelikli suç olarak tanımlandı ancak haksız tahrik indirimine hiç girilmedi. Kadına ve çocuklara ilişkin şiddet ve cinayetler ne zaman gündeme gelse, cezaların azlığı konuşuldu, hatta idam gündem edildi. Ancak mevcut yasaların uygulanmadığı, özellikle haksız tahrik indirimleri ile cezaların adeta ödüle dönüştürüldüğüne ilişkin kadınların itirazları gündem edilmedi.

• Pınar Gültekin davası tam da bu noktada konuşulabilir. Muğla’da 2020 yılında katledilen Pınar Gültekin davasında Yargıtay 1. Ceza Dairesi, sanık Cemal Metin Avcı hakkında İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi tarafından verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararını bozdu. Yargıtay Avcı’nın, “Tasarlayarak ve canavarca hisle öldürme” suçundan değil, “Niteliksiz kasten öldürme” suçundan haksız tahrik indirimi uygulanarak yargılanmasını istedi.

• Kadınların nasıl doğum yapacağı iktidar tarafından belirlendi, yasal bir düzenleme olmamasına karşın sezaryen fiilen neredeyse olanaksız hale getirildi, anne ve bebek sağlığı açısından sağlıkçıların ciddi endişeleri görmezden gelindi, kürtaj çeşitli dönemlerde yapıldığı üzere yine hedef haline getirildi.

DEVLET BÜTÇESİ NEYE HARCANIYOR?

Her geçen yıl Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına ayrılan bütçe küçüldü. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi 2022 yılında merkezi bütçenin yüzde 3.77’sini oluştururken 2023 yılında merkezi bütçenin yüzde 3.35’ini, 2024 yılında merkezi bütçenin yüzde 2.8’ini oluşturdu; 2025 yılında bu oran yüzde 2.5’e düştü.

Bakanlık bütçesinde aile temel gündemken, kadına ve çocuklara ayrılan bütçe rakamsal olarak son sıralarda yer aldı. Örnek vermek gerekirse sığınak açma hedefi bile olmayan bir bakanlık var karşımızda. Kadına yönelik şiddete ilişkin çok acil, hızlı, etkili önlemler alması gereken Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 2025 yılı için 149 olan sığınak sayısını sadece iki artırarak 151 yapmayı hedeflemektedir. Üstelik 2024 yılı bütçesinde 2026 hedefi 174 iken 2025 bütçesinde 2026 hedefi 153 olarak yer almıştır.

2024 bütçe taslağında 2023 yılında mevcut sığınak sayısının 149 olduğu, 2024 yılına ilişkin verilen sayının da aynı olduğunu görmekteyiz. Karşımızda 2024 yılı boyunca tek bir sığınak bile açmayan, 2025 yılı için ise sadece iki yeni sığınak açmayı hedefleyen bir Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bulunmaktadır.

Bakanlığın istatistiklerine baktığımızda ise başka bir tablo karşımıza çıkıyor. Bakanlığa ait sığınak sayısının 2021 yılından bu yana 112 olduğu görünüyor. Aslında 2021 yılından bu yana tek bir sığınak dahi açmadıkları anlaşılıyor.

Ülkedeki mevcut 149 sığınaktan 121’i Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına ait sığınaklardır ve Bakanlık tarafından 2021 yılından bu yana yeni bir sığınak açılmamaktadır. Sığınak açmak yerine bütçe kalemlerinde rakamları birbiri ile karıştıran ve böylece gerçek durumu gizlemeye çalışan bir Aile Bakanlığı söz konusudur.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül