Dünyada göçmen karşıtlığı yükselişte, kadınlar hedefte
Topluca saldırganlığın arttığı ve şiddetin özendirilmeye başlandığı bir süreçte kadınlar topluca, gittikçe vahşileşen şiddetin hedefi haline geliyor.

Son yıllarda bağımlı kapitalist ülkeler başta olmak üzere artan ekonomik kriz ve emekçi halkların günden güne yoksullaşması, emperyalist savaşlarının Ortadoğu’da ve hatta Avrupa’da sürmesi halkları “yaşanabilir” bir hayat için göç yollarına sürüklüyor. Böylece günden güne ülkelerini terk edenlerin sayısı artıyor. Tüm bu sorunların yanı sıra tüm dünyada sağın yükselmesi ve göçmen karşıtı propaganda körükleniyor, politikacıların söylemleri halk arasında karşılık buluyor.

Dünyanın dört bir yanında yükselen sağ popülist akımların temsilcileri ve iktidarları, farklı kültürlerden göçmenlerin ülkelerin kültürel yapısını bozuşturacağına, ekonomik sorunların göçmenlerden kaynaklandığına, özellikle de Orta Doğu’dan gelen göç ile birlikte gerici düşüncenin kendi ülkelerinde örgütleneceğine dair çeşitli “tehlikeler” olarak tarif ediyorlar. Göç sorununun genişlemesinde birincil aktör halini alan emperyalistler sanki hem kendi ülkelerinde hem de Orta Doğu’da gericiliği kendi elleriyle örgütlememiş, sermayenin çıkarları doğrultusunda savaşları körüklememiş gibi mağduru oynamaya ve tehlikeyi yaratan kendileri değilmiş gibi göçmenleri günah keçisi olarak işaret etmeye devam ediyor.

Göçmen sorunun çözülmesi için birlikte yaşamın önünü açan politikaların üretilmesi ve emperyalistlerin bölgeden çekilerek göçmenler için barış ve yaşam alanının sağlanması vb. politikalar ortaya konulmaktan ziyade göçmen karşıtlığı, milliyetçilik ve şovenizm ile birleştiriliyor. Bu sayede toplum içinde göçmenlere karşı kitlesel linç eylemlerine kadar varan bir şiddetin örgütlenebilmesinin zemini hazırlıyor.

KAYITSIZ GÖÇÜN SEBEBİ MÜLTECİLER DEĞİL, DEVLETLER!

Türkiye’de ve birçok ülkede göçmenler aynı zamanda kadınların güvenliği açısından da tartışma konusu oldu. Devletlerin sermaye ihtiyacı doğrultusunda pozisyon alarak göçmen ve yerli halkın ihtiyaçlarını temel almayan göç politikaları üretmesi sorun yumağını derinleştiren yerde duruyor. Öte yandan patronların ucuz emek gücü olarak çalıştırdığı göçmen ve mültecileri kayıtsızlığa itiyor, her türlü temel ve sosyal haktan mahrum bırakıyor. Ancak kayıtsız mülteci sayısının artması yerli ve mülteci-göçmen kadınlar için şiddetin önlenmesi ve cezalandırılması için gerekli olan yasaların devlet tarafından uygulanmaması kadınların hayatını tehdit eden sorunların başında geliyor. Nasıl oluyorsa, kadınların hayatlarını tehdit eden birçok uygulama ve söylem, aynı zamanda “vatanseverlik” kisvesiyle göçmenlerin insanca yaşam hakkını doğrudan ya da örtülü bir şekilde hedef alan siyasetlerden geliyor.

KADINLARI GERÇEKTE KİM TEHDİT EDİYOR?

Bunun yakın örneklerinden birini, İtalya’da iktidarda olan İtalya’nın Kardeşleri partisini ele alalım. Partinin başındaki Giorgia Meloni, İtalya’nın ilk kadın başbakanı aynı zamanda. Partinin ve Meloni’nin seçim sürecinde ortaya koyduğu hedefleri ve propagandayı incelediğimizde, göçmen karşıtlığı ve “kutsal aile” söylemi adı altında kadınların kazanılmış haklarına yönelik söylemler göze çarpıyor. Meloni hükümeti yaklaşık bir sene içinde göçmen teknelerini geri itecek bir deniz ablukasını önermekten, göçmenleri boğulmaktan kurtarmış bir sivil toplum kuruluşu gemisinin karaya çıkmasına izin vermemeye kadar çeşitli uygulamalar ve politikalar geliştirdi.

Meloni’nin kadınlara yönelik tutumu ise aileyi ön planda tutan, kadınların özellikle üreme haklarını karşısına alır nitelikte. Seçim kampanyası sırasında kürtaj karşıtı beyanlar, doğum oranının arttırılması gerektiğine dair yürütülen propaganda ve daha önce partinin iktidar olduğu yerel yönetimlerde kadınların kürtaj hakkına erişimini zorlaştırması İtalya’nın Kardeşleri’nin kadınlara yönelik tutumlarından yalnızca birkaçı. Keza geçtiğimiz haftalarda İtalya’da “on saniyenin altında bir temas taciz sayılmaz” kararı, İtalya’da yükselen, kadınların hayatını hedef alan siyasetin göstergelerinden biri. Buradan anladığımız faşist bir niteliğe sahip bir parti ve Avrupa’da yükselen diğer sağ iktidarlar da yalnızca göç meselesi üzerinden değil hayatın her alanında gericiliği örgütlemenin peşine düşüyor.

‘ŞİDDET UYGULAYANA ÖDÜL’ POLİTİKASI KADINLARI TEHDİT EDİYOR

Türkiye açısından ise özellikle seçimlere giderken ve sonrasında göçmen karşıtlığının ve göçmenlere yönelik şiddetin iktidar ve burjuva muhalefet tarafından bazen üstü kapalı bazen daha görünür bir şekilde örgütlendiğini görüyoruz. Yerli halk açısından özellikle kadına yönelik şiddetin ön plana çıktığı, göçmenlere yönelik topyekûn bir öfkenin özel olarak biriktiğini söylemek mümkün. Kadına yönelik şiddet sanki sadece Orta Doğu’ya özgün bir durummuşçasına ülkede yükselen şiddet durumunun tüm sorumluluğu göçmenlere ve onların kültürlerine atfediliyor. Türkiye açısından tek adam yönetimi tarafından şiddet, taciz, tecavüz suçları işleyenler için sürdürülen cezalandırmama ve hatta neredeyse ödüllendirme politikası kadına yönelik şiddetin artması açısından baş sorumluluğu taşıyor. Bu politikaların karşısında sadece söylem olarak reddetmeyi benimsemiş, karşısında kadınların mücadelesini beslemekten uzak duran burjuva muhalefeti ise bu sorumluluğun bir kısmını paylaşıyor.

GÖÇMEN KAIDN ŞİDDETE KARŞI SAVUNMASIZ BIRAKILMAYA ÇALIŞILIYOR

Örneğin son dönemde gündeme gelen Azerbaycanlı Sona’nın yaşadıkları bu tablonun en önemli örneklerinden biri. Sona İstanbul’da, Türkiye vatandaşı bir erkek tarafından “Türk erkeğinin gücünü göstereceğim” sözüyle şiddete maruz bırakılabiliyor ve bu olay erkeğin cezalandırılmasıyla değil, Sona’nın geri gönderme merkezine gönderilmesiyle sonuçlanıyor.

Göçmenlere yönelik örgütlenen şiddet ve nefret dönüp dolaşıp, gerçekleştirdiği şiddetin sonucunda cezasız bırakılan ve bunun özgüveniyle göçmen ya da yerli kadınları şiddetin bir nesnesi haline dönüştüren bir anlayışa dönüşüyor. “Türk erkeğinin gücü” terimi istisna bir şey gibi görünse de aslında tam olarak iktidarın kadınlara yönelik yaklaşımının ve göç politikasının bir sonucu ve bir özeti haline geliyor. Çünkü “Türk erkeğinin gücü” toplumsal olarak kendisinden geri bir pozisyonda olan birine karşı giriştiği şiddet eylemiyle kanıtlanıyor ve şiddete uğrayan birçok örnekte de gördüğümüz üzere yalnızca göçmenler değil. Yani toplumda özel bir gruba yönelik örgütlenen nefret asla orayla sınırlı kalmıyor, özellikle topluca saldırganlığın arttığı ve şiddetin özendirilmeye başlandığı bir süreçte kadınlar topluca, gittikçe vahşileşen şiddetin hedefi haline geliyor. Bu yüzden kadın mücadelesinin göçmen karşıtlığının tam karşısında toplumsal bir barış ve eşitlik çerçevesinde yürütülmesi büyük önem taşıyor.  

Fotoğraf: Evrensel

İlgili haberler
Siyasette ayrımcı söylemler göçmen kadınları korku...

‘Bizim gidecek yerimiz yok. CHP gelse bizi gönderecek. Ayrıca sokakta en çok CHP’ye oy veren kesimle...

Mülteci kadın işçiler: Türkiye’nin Taliban’ı muhat...

Bir metal fabrikasında asgari ücretin altında, sigortasız çalıştırılan Suriyeli, Afgan, Özbek, Kırgı...

Afganistanlı Devrimci Kadınlar Derneği RAWA: Burad...

RAWA: ‘Düşmanımız ortak. Afgan kadınlar ve dünyanın geri kalanındaki diğer kadınlar, Afganistan’da k...