Çocuk tecavüzleri: Münferit mi yoksa kolektif suç mu?
Çocuklar iki yüzlü bir ahlak anlayışının, eşitsiz bir aile düzeninin ve onları baştan sessiz kılmak isteyen bir kamu politikasının hedefindeler...

Çocuklar belki de hiç olmadıkları kadar tehdit altındalar Türkiye’de. Kadına karşı şiddetin yeni bir boyutu olarak ortaya çıkan,ayrılık sürecindeki çocuk cinayetlerini, son günlerde üst üste gelen çocuk taciz ve tecavüz haberleri takip etti. Bu konuyu birkaç soru eşliğinde birlikte düşünelim istiyorum. Zira bu toplumda ensest ve çocuk istismarı oldukça yüksek olmakla birlikte yeni dönemde ciddi bir artış söz konusu. Bununla birlikte zanlı profili, toplumun verdiği tepkiler, toplumsal değerler ve bunu teşvik eder nitelikteki politikalar birlikte değerlendirilmeyi gerekli kılıyor.

Üst üste çocuk tecavüz haberlerinin gelmesi toplumu yeniden bu konuda alarma geçirdi. Mağdurlar henüz 3-4 yaşındaki çocuklar. Toplum alabildiğine öfkeli. Bu tecavüz vakalarında yakalanan zanlılar linç edilmeye çalışıldı. Haberlerin ardından ise idam talebi tekrar ortaya çıktı. Toplumun adaletin sağlandığına inanması için suçlular öldürülmeliydi! İlk sorum toplumun tepkisine yönelik; linç edenler veya suçluyu cezaevinde infaz edenler hangi adaleti sağlıyorlar? Neden adalet sistemine güvenmiyorlar? Cezaevinde infaza neden göz yumuluyor? Soru genel; zira benzeri birçok örnekte süreç aynı şekilde gelişti. İkinci sorum ise idam talebine yönelik; bu konuda hassas ve kati bir cezayı arzu eden bu toplumda taciz, tecavüz, ensest, evlilik içi tecavüz nasıl bu kadar yaygın olabiliyor? Özetle idam isteyenler ne kadar samimi veya tutarlı?

Hatırlayacak olursak yine toplumda infial yaratan ve toplumda idam talebinin yükseldiği Özgecan cinayetinden sonra sosyal medyada başlayan #sendeanlat paylaşımları, ülkedeki hemen her kadının taciz mağduru olduğunu gösteriyordu. Paylaşımlar, taciz oranının, devletin zaten tutmadığı, kadın örgütlerinin ise tuttuğu verilerin bile üstünde olduğunu gösteriyordu. Paylaşımların çoğu ise çocuk yaşta maruz kalınan taciz hikayeleriydi. Bu yıl ise Hollywood oyuncularının başlattığı #metoo (#bende) paylaşımları bu konunun aslında sınır, hudut, meslek, konum tanımadığını tekrar hatırlatıyordu. Hatta bu listede ünlü yönetmenler, hak savunucuları, oyuncular, avukatlar kimler yoktu ki!

ARADIĞINIZ SAPIK BULUNAMADI!

Taciz ve tecavüz vakalarında toplum ya bir sapık ya da kaybetmiş, sorunlu bir karakter görmek istiyor. Oysa hem anlatılar ve paylaşımlar hem de bizzat kendi deneyimlerimiz bu faillerin ne sapık ne de ruh hastası olmadığını kanıtlıyor. Çok az vakada herkese yönelen, kontrol edilemeyen bir dürtü ile karşı karşıyayız. Suçlular hedefleri konusunda seçici ve planlı. Ortaya çıkmayacağını veya hasır altı edileceğini bildikleri durumlar yaratıyorlar. Bu sebeple mağdur kadınlar ve çocuklar onlara inanılmayacağını bildikleri için susuyorlar. Yahut Woody Allen ve diğer pek ünlü, saygın örnekte olduğu gibi parlak figürlere karşı bu istismar hikayeleri duyulmazdan geliniyor. Geldik mi yine bir samimiyet sorunsalına? Olay ya hep sessiz kalınacak sahalarda geçiyor ya da bilenler, istismar ayyuka çıkana ve makul bir karşı tepki oluşana kadar görmezden geliyor. Bu noktada aslında toplumsal bir uzlaşı ve suç ortaklığı var. Belki de linç ve idam talebini bu suç ortaklığıyla düşünmek gerekiyor. Ortaya çıkanı silmek ve ortadan kaldırmaya yönelik bir toplumsal güdü.

Olayın diğer bir boyutunu ise yargıya yansıyan tecavüz vakaları oluşturuyor. Bu vakaların birçoğunda mağdurların engelli, mülteci, yoksul çocuklar gibi korumasız veya konuşması daha zor kesimlerden seçildiğini görüyoruz. Mağdurun bu gruptan olmadığı durumlarda ise suçluların bu çocukları ailelerine söylemekle tehdit ettiği, bunun için görüntü kaydettiği ve bu yolla başkaları tarafından da istismar edilmelerine yol açtıkları ortaya çıkıyor. Üstelik bir iki vaka da değil birçok örnekte.

PEKİ YA KUTSAL AİLE?

Burada suçluların gayet bilinçli bir şekilde hareket ettikleri hatta yargının da bununla uyumlu karar verdiğini görebiliriz. Öte yandan tüm tecavüz vakalarını ortak kesen bu tehdit unsuru üstüne kafa yormayı gerekli kılıyor. Mağdur çocuklar, gençler veya yetişkinler tehdit aracılığı ile uzun süre, bazen yıllarca tecavüz ve istismarla maruz kalıyorlar. Bu tehditlerin başını neden "aileye söylemekle tehdit" çekiyor? Şu sıcak aile!

Bu aile; yıllardır yücelttiğimiz, zeval gelmesin diye politikalar yapılan, komisyonlar kurulan hatta adına bakanlık kurulan AİLE. Neden yıllarca süren tecavüze, şiddete katlanmak ailenin bu olayı bilmesinden daha dayanılır bir şeydir? Bir çocuk tecavüze uğradığında neden ailesinden destek alamaz, hatta ailenin bilmemesi tercih eder? Bu da üçüncü grup sorumuz olsun. Biz bu soruyu düşüneduralım zira suçluların bildiği bir şey var, bu tehdidin işe yarayacağını biliyorlar ve kullanıyorlar.

Aile kurulsun diye verilen kredileri, aman boşanılmasın politikalarını ve aile toplumun temelidir söylemini de bu sorular eşliğinde şuraya bırakalım.

DESTEĞİ GEÇTİK, İSTİSMAR AİLE İÇİNDE

Hepimiz dışarının tehlikeli olduğu mitiyle büyüdük. Oysa oranlar gösteriyor ki istismar vakalarının çoğunda suçlu yabancı değil, hane içinden; birinci veya ikinci derece akrabalar veya aile tarafından tanınan kişiler. TKDF’den Canan Güllü tarafından yürütülen ensest atlası çalışmasında dedelerin, babaların ve abilerin bunun başında geldiğini görüyoruz. Bu çalışma bize aynı zamanda bunun bilinen ve göz yumulan bir durum olduğunu gösteriyor. Yine geldik mi samimiyet meselesine... Burası “Abin evlenene kadar dayan” cümlesinin kız çocuklarına kurulduğu pek ahlaklı bir ülke. Bu anlatılarda annelerin sessizliği, benzeri bir geçmişe sahip olmaları ve destek alabilecekleri hiçbir mekanizmanın olmamasının da altını çizmek gerekiyor.

BİR ÇOCUK NASIL ARZU NESNESİ OLABİLİR?
Geldik en önemli soruya. Peki bir çocuk nasıl arzu nesnesi olabilir? Dördüncü ve temel soru bu. Bir çocuğa baktığında bir çocuk görmek yerine bir arzu nesnesi görmek neyin sonucu olarak ortaya çıkabilir? Bir nöro-psikolog, anne ve babaların çocuklarının resimlerini gördüklerinde beyin aktivitelerini görüntülemiş. Sonuca göre annelerin hemen doğum sonrasında edindikleri yüksek bir duyarlılık var. Anneye bağlı, muhtaç küçük bir canlının bakım sorumluluğu bunu alarma geçiriyor. Ancak görüntülemeler benzeri bir duyarlılığın birkaç ay içinde babada da oluştuğunu gösteriyor. Gözlemlerin ilginç tarafı baba çocukla ne kadar ilgiliyse ne kadar uyutuyor, altını değiştiriyor ve gazını çıkarıyorsa babanın beyinsel aktivitesi anneninkine o kadar yakın oluyor. Yani annelik doğumla geliyorsa da babalık bağı ancak bakımla kurulabiliyor.
Hatırlatmak niyetine:
Küçük Prens ve Tilki arasında bağ kurmak üstüne şu diyalog geçiyordu:
- “Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?” dedi Küçük Prens.
- “Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
- “Bağ kurmak mı?”
- “Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak. Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”
“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”
… 
Bazen sadece baktığınız bir çiçek sizi evcilleştirir. Peki hayatı boyunca çocuğunun altını değiştirmemiş babalar, çocuklarına emek vermemiş tüm o adamlar? Çocuklarını gördüklerinde aslında yabancı biriyle karşılaşıyor olabilirler mi? Bu da diğer bir sorumuz olsun. Çocuğuna emek vermeyen tüm babalar çocuklarını nasıl algılıyorlar?
Çocuğu sadece bir soy devamı olarak görenler ve malı zannedenler çocukla nasıl ilişki kurarlar? Malı; yani sizin üstünde her hakka sahip olduğunuz ama başkası bir şey yapınca dellendiğiniz ilişki türü. Gücün eşitsiz olduğu her yerde şiddet doğar. Babanın aileye ilişkin varlığı eşit bir şekilde tanımlanmadıkça Totem ve Tabu’daki babayla karşı karşıyayız. Ensest dahil tüm haklar ona ait.
PEKİ DİNİ SÖYLEMLER?

Son yıllarda ayyuka çıkan ama bu toplumda zaten olan çocuk yaşta evliliğin, dini referansların burada elbette etkisi var. Baba kız çocuğundan tahrik olabilir, 6 yaşında çocukla evlenilebilir  gibi birçok söylemle topluma dizginsiz bir arzu pompalanıyor. Eskiden var olan normlar yerini sınırsız, kontrolsüz ve her şeyden muaf bir cinsel arzuya bırakıyor. Alt metin bir yandan erkeklere 'Her şeyi arzu edebilirsin' derken, öte yandan yetişkin erkek dışındaki her tür var oluş talebini yok etmek ve güçsüzleştirmek için çalışıyor. Kadınların eşitlik mücadelesi ve kazanımları bu yüzden hedef tahtasında. Ne müftü nikahı düzenlemesi ne de boşanma komisyonu raporlarının bu pompalanan erkek arzusundan bağımsız değil. Devlet gitgide fallik bir objeye dönüşüyor.

Öte yandan bu topraklarda yükselişe geçen bir İslam yorumunun; cennet hayali huri olan bir anlayışın yer yüzünde eylediklerinin, bu yükselişte etkisinin olmadığını söylememek mümkün değil. Ancak bu tartışmayı bu konunun ehillerine bırakıyorum.

EN KORKULAN ŞEY: İRADE

Tüm bunlarla birlikte bu sistem en çok iradeden korkuyor. Mesela çocuk yaşta evlilik yasallaştırılmaya çalışılırken, 15-16 yaşındaki iki gencin arasında geçen, iradi olan ve sevgiye dayanan ilişkiden korkuyorlar. Bir şekilde eşit oluşabilecek ve tahakküme dayanmayan her şeyden korkuyorlar ve yasaklıyorlar. Sadece çocuk ve gençler değil, yetişkin iki kadın veya iki erkek arasındaki iradi ve rızaya/sevgiye dayanan ilişkiden de korkuyorlar. Yine bir samimiyetsiz nokta; bir çocuğun zorla maruz bırakıldığı evliliği, istismarı sorun olarak görmeyenler, yetişkinler arasında aslında kimseyi ilgilendirmeyen ilişki için kazan kaldırıyorlar.

Kadınların o pek sıcak aile ortamının yakıcılığından kurtulmasındaki iradeden korkuyor ve onu cezalandırmak istiyorlar. Cinayetlerin cezasız kalması, boşanma üstüne komisyon kurulması bu korkunun tezahürleri.

Çocukların bilimle tanışmasından, güçlenmesinden ve kendi hayatları üzerinde söz sahibi olmasından korkuyorlar. Hayata dair bilgisi olan çocuklar yerine dinsel öğelerle bezenmiş bir eğitim sisteminden çıkan çocuklar istiyorlar. Bu çocuklar henüz anlayamadıkları soyut kavramlar karşısında korksunlar ve boyun eğsinler istiyorlar.

Sonuç olarak; çocuklar iki yüzlü bir ahlak anlayışının, eşitsiz bir aile düzeninin ve onları baştan sessiz kılmak isteyen bir kamu politikasının hedefindeler. Ne aile ne devlet ne de toplum çocukları koruyup kollayabilecek bir algıya veya önceliğe sahip değil. Ortaya çıkan her vakaya münferit muamelesi yapmak ve suçlular için idam istemek hiçbir çocuk için koruma sağlamıyor.

İktidarından muhalefetine, entelinden sıradan insana kadar dile yerleşen çocuğu basitleştiren, kadını ikincilleştiren; çocuk oyuncağı, çocuk kandırmak, adam gibi benzeri birçok sözden 3 yaşındaki çocuğun tecavüzüne giden yolun aynı yol olduğunu görmemiz gerekiyor. Çocukların maruz kaldığı bu yıkıcı dünyanın kuruluşunda birtakım sapıklar değil hepimiz suçluyuz. Burada söz solcusu, sağcısı, liberali herkese. Zira çocukları kendi ideolojisinin bir aracı veya nesnesi olarak görmeyeni yok.

Bu yıkıcı dünyadan çıkışın bir reçetesi olmasa da çocukları dinlemek, onlara nezaketten önce kendilerini dinlemeyi öğretmek gerekiyor. Daha doğrusu kendilerini dinlemelerine, doğal güdülerine engel olmamak. Çocuğun ilk öğrendiği şeylerden biri beğenmediği istemediği şeye hayır demek değil midir? Elbette önleyici kamu politikaları, elbette toplumsal dönüşüm ve elbette algının değişmesi ama ilk önce, belki de çocukların bizi evcilleştirmelerine izin vermeliyiz. Onlara rol model olmadan önce onların öğrencisi olmalıyız. 




İlgili haberler
8 maddede çocuk istismarıyla ilgili doğru bildiğin...

Çocuk istismarı haberleri her geçen gün artıyor, ailelerin tedirginliği de öyle. Peki çocuk istismar...

Çocuklara tecavüz edilmesine karşı çıkayım derken...

Bebeklerin, çocukların tecavüze uğramasına karşı çıkıyorum zannederken yaptıklarınızla, söyledikleri...

Çocuk istismarının artışında mesele yasa değil, uy...

Evlilik yaşının 15’e düşürüldüğü tartışmaları yapılırken istismar olaylarında fiili cezasızlıkları h...