Tarikat, cemaat, AKP ve geleceğimiz
Çocuklarla evlenmenin meşrulaştırılması, taciz ve tecavüzün suç listesinden çıkarılması, kadınların açık pazarlarda meta olarak satıldığı karanlık bir çağ, bu yapılarca el oğuşturarak beklenmektedir.

Eğitim politikası uzmanı Prof. Dr. Esergül Balcı, 2018 yılında hazırladığı "Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği, 1 Milyon Öğrenci Tarikatların Elinde” başlıklı rapordaki verilere göre “bir milyon öğrencinin tarikatlara ait yurt, okul, medrese, Kuran kursu ve özel evlerde bulunduğunu…” ifade etti. Balcı, aileler ve çocuklar için bu yurtların nasıl bir çıkışsızlık olduğunu şöyle anlatıyor:  

“MEB verilerine göre, Türkiye’deki özel öğretim kurumu sayısı 2016-2017 eğitim öğretim yılında 10 bin 053’tü. 2017-2018 eğitim öğretim yılında 11 bin 694’e yükseldi… Bu okulların üçte biri tarikatlarla bağlantılı. Denetimi MEB’in yürütmesi gerekiyor… İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü bu okul ve yurtları usulüne uygun denetlese zaten kapatması gerekiyor. Örneğin Adana Aladağ’da bir tarikat yurdunda yangın çıktı. Kız çocukları diri diri yandı. Anlaşıldı ki, yurt binası kurallara uygun değil. O yaştaki çocukların o yurda gitmesi kanunla yasaklanmış. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yurdu kapatsa önce aileler tepki gösterecek. ‘Çocuklarımız nerede kalacak’ diyecekler. Çünkü başka kalacak yer yok. Sonra tarikat siyasi baskı uygulayacak. Belki müdür sürgün edilecek. Bu şartlarda denetim ne kadar mümkün? Bu hepimizin bildiği bir Türkiye gerçeğidir.” (1)

Tarikat, cemaat, kuran kursu, diyanet veya dini vakıf yurdu gibi yerlerde barındırılan çocukların, başka türlü eğitim ve öğretim yapma imkanı olmadığı için, kendilerine parasız ya da başka karşılıklarla sağlanan bu “okuma” ve “dini eğitim alma” ‘imkanı’nı kullananların hiç geliri olmayan ya da çok düşük gelirle yaşamını sürdüren ailelerin çocukları olduğu, çocuklarını eğitimden yoksun bırakmama kaygısıyla buralarda barınmalarını tercih etmek zorunda kaldıklarını biliyoruz.

Çocuğun cinsel istismarına ilişkin haberlerden, her on haberin beş altısının ya bir Kuran kursunda, ya bir dini vakıf yurdunda ya da bir tarikat veya cemaat yurdunda, dini lider, öğretici veya imam gibi din görevlisi figürler tarafından gerçekleştirildiği de bilinen bir gerçek. Ayrıca, buralardaki istismarın, sadece cinsel istismarla sınırlı kalmadığını da…

Aynı şekilde, maddi imkansızlıklar, yoksunluklar içinde yaşayan genç kız ve kadınların da eğitimden dışlanmasının bir sonucu olarak, sosyal çevre edinme, dini eğitim ve aydınlanma amacıyla bağlandıkları tarikat, cemaat gibi ilişkiler ağı tarafından kuşatılarak, taciz, tecavüz ve cinsel istismara maruz kaldıkları, bazı olaylar gün yüzüne çıksa da buzdağının su altında kısmının kaç misli daha fazla olduğu tahmin edilen bir durum.

Hatırlatalım, Uşşaki Tarikatı Şeyhinin 12 yaşındaki kız çocuğuna yönelik cinsel istismarının duyulmasını önlemek için çocuğun ailesine yüklü miktarlarda para teklif ettiği, basına yansıdı. (2)

Elbette, genelleştirerek aynı alanda çalışan her kişi ve kurumu aynı kategoriye dahil edemeyiz. Ancak, çocuğa yönelik istismar suçu bakımından bu aynı türden mekan ve fail yoğunluğunun bize söylediği bir şeyler olduğu kesin.

12 EYLÜL: BUGÜNLERİN FİTİLİNİ YAKAN ATEŞ

Bilindiği gibi Türkiye hiçbir zaman tam laik bir ülke olmadı. Bir kamu kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) ülkede din işlerini her yönüyle düzenlemesi laikliğin tam olarak gerçekleşmesine imkan vermeyen bir durum yaratıyor.

Ancak esas kırılma 12 Eylül Askeri Darbesi ile gerçekleşmiş, darbeci generaller, başta “şeriat düzeni getirmeye yönelik tertipler”e esip gürlese de, arka planda dinsel oluşum, örgüt ve yapılanmalara ciddi bir destek sağlamışlardı. Rivayete göre darbeciler “Dinin toplumsal ve siyasal yaşamdaki kutuplaşmaya karşı bir panzehir olabileceğini düşünmüşler”di. (3)

12 Eylül Darbesi 24 Ocak 1980’de alınan “serbest piyasa ekonomisine geçiş” kararlarının uygulanmasına silahların gölgesinde zemin oluşturmayı hedeflemişti. Bu kararların işçi ve emekçilerin direnişi olmadan uygulanabilmesi 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sayesinde mümkün olmuştu.

Darbeciler, bir yandan cemaat ve tarikatları kollayıp “beslerken”, diğer yandan neoliberal ekonomi politikalarının uygulanması eş zamanlı olarak yürümüştü. Kenan Evren’in her konuşmasında bir ayet, bir hadisten bahsetmesi boşuna değildi. Halka verdiği “Rahat olun; biz de Müslümanız, korkmayın!” mesajı ile “bizden” görünmeye çalışıyordu darbe lideri. Yani dindarlık, çeşitli dini faaliyet ve ibadetlerde bulunmak olarak algılanan tarikat ve cemaate yakın olmak, içinde olmak –üstü kapalı onayla- suç değildi. Öyleyse, korkmaya gerek yoktu.

Nitekim, 12 Eylül sonrasında yapılan ilk seçimin galibi, 24 Ocak kararlarının mimarı ve uygulayıcısı Turgut Özal, bir Nakşibendi müridi olduğunu pek de gizlemeden yürütmenin başına geçti.

Hayatın her alanının tarikat-cemaat örgütlenmesine açılmasının önünde fazlaca fiili ve siyasi bir engel kalmadı.


AKP, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE TARİKAT-CEMAAT ÖRGÜTLENMESİ
Prof. Dr. Esergül Balcı’nın raporuna göre, Türkiye’de aktif 30 tarikat ve cemaat bulunuyor; 2,6 milyon vatandaşın, bunlarla organik bağı var. (4) Organik bağı olmayıp inanç düzeyinde gönül bağı veya sempatizan olanların bu rakamın çok çok üstünde olduğu tahmin edilebilir.
Diyanet İşleri Başkanlığının cemaat ve tarikatların açıkça örgütlenebilmesinde kritik bir rolü var. Diyanet İşleri Başkanlığı; kadroları için tarikat ve cemaatlerin yarıştığı, Diyanetin–eski Diyanet İşleri Başkanlarından birinin söylediği gibi- “ülkenin kılcal damarlarına kadar uzanıp örgütlenebilmesi” sebebiyle, tarikat ve cemaatlerin de bu vasıta ile ülke çapında kamu gücü eliyle örgütlenebilmesine, dahası, ekonomik güç odakları haline gelebilmesine imkan sağlayan bir nevi meşruiyet kapısı oldu.
AKP iktidarı cemaat ve tarikatlara yaygın örgütlenme serbestisini değişik kanallar açarak sağladı. Şöyle ki, DİB, doğrudan birçok bakanlıkla iç içe ortak projelerin yürütücüsü durumunda olup, adı “bakanlık” değilse de yürütme içinde bütün bakanlıklardan daha donanımlı, bütçesi 8 bakanlıktan daha fazla ve daha etkin bir rol üstlenmiş durumda. En başta Milli Eğitim ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıkları’nın işlevlerinin önemli bir kısmı, çeşitli adlar altında yürütülen projelerle DİB tarafından gerçekleştiriliyor.
Bu konumuyla DİB, (ve DİB kadrosu olan cemaat ve tarikatçılar) birden çok bakanlıktaki işlevsel konumuyla, vatandaşla en fazla yüz yüze iletişim içinde olan ve doğrudan etki eden bir rol edinmiş durumda.
DİB’in bakanlıklarla gerçekleştirdiği projelerin hedef kitlesi aile, kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler. Dolayısıyla, DİB kadrolarındaki tarikat ve cemaatlerin toplumun dezavantajlı bütün grupları ile kadınlara ve eğitim sürecindeki çocuklara doğrudan ulaşıp ve doğrudan etkileyip eğitmesi, kazanması son derece ‘doğal’ bir süreç içinde gerçekleşiyor.
Elbette, bir kamu hizmeti aracılığıyla, yani güvenilir kanallardan gelen bu doğrudan, yüz yüze iletişim kurma imkanının tarikat ve cemaate mürid kazandırmakta ne kadar etkili olduğunu izaha gerek yok! İlişkinin böyle kamusal ve doğal yollardan kurulması kısa sürede bağlanmayı da kolaylaştıran bir etken.
Bunun dışında cemaat ve tarikatlar şirketler kurarak, ekonomik faaliyetlere girerek ekonomik sistem içinde güç odakları oluşturuyor. Çeşitli kamu kurumlarının açtığı ihalelerin paylaşılmasında da etkili oldukları biliniyor.
ARTIK BİR SINIR KALMADI

Bu gelişmelerin sonucunda AKP iktidarı, tarikat ve cemaatlerin devlet yönetiminde pay ve söz sahibi olduğu bir sürece evrildi. Bugün artık bakanlıkların tarikatlar tarafından parsellendiği bir bürokratik yapı oluşmuş durumda.

Hatta durum bundan daha ileride bir mevziye ulaştı. Tarikatlar ve cemaatler, AKP’nin politikalarını belirler duruma geldi. Bunun son örneğini, İsmailağa Tarikatı’ndan, Ensar Vakfına kadar basına açıklama yaparak İstanbul Sözleşmesi’ne karşı barikat oluşturan tarikatlar olayında gördük. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkışın “psiko-sosyal” raporunu hazırlayan Türkiye Düşünce Platformu’nun da “tarikatçı” olduğunun basında yer alması, AKP iktidarı üzerindeki etki ve baskılarının gücünü ortaya koyuyor. Menzil Tarikatı’nın Sağlık Bakanlığı’nda kadrolaştığı, bir başka tarikatın başka bir bakanlığı kontrol ettiği gibi haberlerin çokluğu, bir bakıma artık AKP ile tarikat ve cemaatler arasında artık bir sınır kalmadığının da göstergesi…


AKP’NİN TARİKAT VE CEMAATLERLE ZORUNLU YOL ARKADAŞLIĞI
AKP, kuruluş yıllarında bir “eğilimler” toplamı gibi kapsayıcı bir profille yola çıkmış iken, gelişmelerin getirdiği bu aşamada, bütün diğer “renk ve çeşitlerinden” arınmış ve adeta aslına rücu etmiş bir yapı olarak cemaat ve tarikatlarla koalisyon içinde yürümek mecburiyetinde kalmıştır.
Bir yandan, iktidarı hukuk sınırları içinde sürdürmenin imkansız hale gelmesi, öte yandan kendisinin oy ve destek ihtiyacının karşılığında tarikat ve cemaatlere adeta iktidarın politikalarını belirleme imkanı vermek zorunda kalması, AKP’yi öngörülemez politikaların ve kararların hükümeti haline getirmiştir.
Bu durumun doğal sonucu olarak, yasallığını her gün mevcut yeni duruma uyarlama zorunda olduğu kararnameler, yasalar ve torba yasalar üretimine hız veriyor.
Bütün bunlar, AKP’yi hukukun en temel ilkelerini bir yana bırakıp, siyasi tablonun kendisini zorladığı hukuk dışılığa daha çok yönelmesine yol açıyor. Kurulu ordu ve polis teşkilatı dururken alternatif bekçiler ordusu kurmak, 15 Temmuz gibi olağanüstü durumlarda bütün yönleriyle iç içe olduğu tarikat ve cemaatlerin tabanından icabında paralel kolluk gücü olarak yararlanmak gibi arayışlara ve hazırlıklara yöneliyor. Bu adımların her biri AKP’nin cemaat ve tarikatlara daha çok ihtiyaç duyduğu, onların da AKP’den her türlü yararlandığı - ekonomik ve siyasi kararlarda etkili olmak, hukuk düzeninin kendi yararlarına dizaynını sağlamak vb. - bir döngüyü hızlandırıyor.
Bu işleyişin sosyal-toplumsal hayattaki karşılığı; falanca tarikat şeyhinin, bilmem hangi cemaat liderinin medeni ve ceza yasalarından muaf, adeta her biri kendi derebeyliğinde mutlak otorite olarak, hiçbir yasa ve kuralla bağlı olmaksızın, kendi ilke ve usullerince varlıklarını sürdürürken, nice çocuk ve kadının hayatını kararttıkları iğrenç bir cinsellik sapkınlığının olağanlaştığı bir yaşam biçimini dayatmaları oluyor.
Eğer AKP içinde, dışında, yanında, arkasında destek, köstek, hangi duruşta olursa olsun, tarikat-cemaatler arasında bir çelişki, çatışkı varmış gibi görünüyorsa, bu görüntü, biliniz ki, siyasi veya ekonomik bir çıkar rekabetinin gün yüzüne çıkmasıdır.
AKP, kendi geleceğini olduğu gibi ülkenin geleceğini de tarikat ve cemaatlerin dar çıkar ufkuna, keyfi isteklerine, saldırgan, tarih dışı vahşetlerine hapsetmek istiyor. Küçük kız çocuklarıyla evlenmenin meşrulaştırılması, çocuk ve kadınlara taciz ve tecavüzün suç listesinden çıkarılması, evrensel hukuktan uzak, bütün çağdaş gelişme ve düzenlemelerin ihanet damgasıyla itibarsızlaştırıldığı, kadınların açık pazarlarda meta olarak satıldığı karanlık bir çağ, bu yapılarca el oğuşturarak beklenmektedir.
Oysa, insanlık, bu yobaz gerici tarikat-cemaat güruhunun vahşi, saldırgan ve katliamcı bir gelenek olduğunu unutmamıştır. ‘68 Kanlı Pazardan, Madımak’a, Suruç’tan 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’na kadar bütün insanlık ve barış karşıtı eylemlerde bu gerici-yobaz güruhun imzası vardır.
AKP’nin tuttuğu yol yol değildir.


(1) https://www.birgun.net/haber/ulkede-egitim-tarikat-kiskacinda-273226 

(2) https://tr.sputniknews.com/turkiye/202009091042807049-cinsel-istismardan-tutuklanan-ussaki-tarikati-lideri-nurullah-aileyi-sucladi-bana-nikhlamami-teklif/

(3) İştar Gözaydın, Diyanet, Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi, İletişim Yyn.,2016, s.50

(4) https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-%C5%9Firketle%C5%9Fen-tarikat-ve-cemaatler/a-49885320

(5) https://haber.sol.org.tr/toplum/turkiyeyi-akp-eliyle-kusatan-karanlik-ag-naksibendi-iktidari-203910)


İlgili haberler
‘Tarikat şeyhi kızımı istismar eden erkeği affetme...

Esenyalı’dan iki kız çocuğunun yaşadığı örnek tarikat eliyle çocukların hayatlarının nasıl da karart...

Yurtlar gerçeği: Devletin çocuk bakımının dönüşümü

Bakıma muhtaç çocukların devlet korumasında olduğu yurtlar ve kurumlar yeniden gündemde. Bu kurumlar...

Yurtta yetişen Lale’yi ölüme mahkûm eden bir düzen...

Yurtta yetişen, devlete emanet edilen çocukların kaderi hep mi aynı olur? Lale de Aleyna da ölmeyebi...