Sığınmacılar ve sağlık çalışanları: Derde derman olmak neden bu kadar zor?
‘Bu insani kriz, Türkiye’deki sağlık sisteminin tamamen piyasa koşullarına terk edildiği, sağlığın kendisinin para haline getirildiği bir döneme denk geldi.’

Suriye’de 2010 yılından beri yaşanan savaş, milyonlarca insanı yerinden ederek ciddi bir nüfus hareketine neden oldu. Savaştan kaçanların önemli bir kısmı, en yakın ülke olan Türkiye’ye sığındı. Yaşamları alt üst olan, tüm varlıklarını geride bırakarak yollara düşen, yol boyunca kötü muamelelere maruz kalan, kayıplar veren bu insanlar için sığınma hakkı en temel insan hakkı. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 14.madde “Herkesin zulüm karşısında sığınma hakkı vardır” der. Ve elbette ki sığındıkları ülkelerde temel ihtiyaçları olan can güvenliği, barınma, beslenme, sağlık, şiddet ve istismardan korunma, çocukların eğitimi ve çalışabilecekleri iş olanaklarının sağlanması zaruridir.
Resmi kaynaklara göre Türkiye’de 10 ilde 25 kamp var. Kamplarda 260.000, kamp dışında ise 2 milyon Suriyeli yaşıyor. Toplam nüfusun 300 bini 0-4 yaş arası çocuk, 60 bini 0-11 aylık bebek, 100 binin üzerindeki kısmı 65 yaş üstü, 150 bini fiziksel-mental engelli durumundaki insanlardan oluşuyor. Sığınmacıların yalnızca küçük bir grubunun kamplarda kayıt altında temel ihtiyaçları karşılanabiliyor. Büyük bir kesimi ise Türkiye’nin bir çok ilinde zor koşullar altında yaşamak zorunda kaldılar. Yine rakamlardan anlaşılacağı üzere sığınmacı grubun büyük bir kısmını kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler oluşturuyor. Ki normal bir sağlık sisteminde bile bu grupları “riskli grup” olarak değerlendirerek hizmet planlaması yapılmalıdır. Özetle savaştan kaçarak ülkemize sığınan bu insanlar ciddi sağlık gereksinimleriyle karşımıza çıkıyorlar.
Ancak bu beklenmedik durum karşısında yaşanan dramlara belki de en fazla sağlık çalışanları tanıklık ediyor. Her gün onlarca sığınmacı ile karşılaşan sağlıkçılar her biriyle ayrı bir travma yaşıyor. Aşı kampanyaları ile sahaya inen sağlıkçılar sığınmacıların yaşadıkları kömürlükten bozma yada yıkımı beklenen binalarda nasıl barındıklarına, soğukta üstlerine giyecek giysileri olmayan yada battaniyeleri olmayan çocukların hastalıklarına ve ailelerinin çaresizliklerine, aynı evde 20 kişi yaşadıklarına, küçücük çocukların apartman altlarındaki küçük atölyelerde çalıştıklarına, gebe kadınların takipsiz, sağlık çalışanlarının desteği olmadan evde doğum yaptıklarına, istenmeyen gebelikler karşısındaki çaresizliklerine, bebeklerinin ölümünde yaşadıkları hüzne ve daha nicesine kısacası yaşadıkları zulme tanıklık ediyorlar.

HER ŞEY BU KADAR KÖTÜ OLMAK ZORUNDA MIYDI?
Ya da en azından sağlık hizmetleri açısından daha iyi bir tablo mümkün değil miydi? Bu insani kriz, Türkiye’deki sağlık sisteminin tamamen piyasa koşullarına terk edildiği, sağlığın kendisinin para haline getirildiği bir döneme denk geldi. Dolayısıyla böylesine bir toplumsal olayı çözebilecek ne bir kurum ne de anlayış kalmıştı. Bu durum hizmetin planlanmasında sürecin yönetiminde ciddi sıkıntılar yaşattı. Sağlık çalışanları sığınmacı sağlığı konusunda ne tıbbi ne de prosedürler açısından bilgilendirilmediler. Kamplarda çalıştırılan sağlık personeli süresi belirsiz geçici görevlendirmelerle çalışmak zorunda bırakıldılar. Kamp dışında ise çok sayıdaki sığınmacıya aile hekimleri ve toplum sağlığı merkezleri ile hizmet verilmeye çalışıldı. Ancak toplum sağlığı merkezlerinin hem nitelik hem nicelik olarak yetersiz kalması, aile hekimlerinin ise “gönüllük” temelinde konuya yaklaşımı iş yükünde adaletsiz dağılımı da beraberinde getirdi. Hastanelerde gerek poliklinik gerek ameliyet özellikle sezaryen ve doğum sayılarında artışlar oldu. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de ameliyat edilen sığınmacı hasta sayısı 200 bini aşmış. 35 bin Suriyeli doğumu gerçekleşmiş (Mülteci kampları ve kampların bulunduğu iller dışındaki doğumlarla, bu sayının şu anda 60 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor.) Sınır illerindeki devlet hastaneleri Suriyelilere verilen toplam hizmetin yüzde 30 ile yüzde 40’ı arasında bir oranda hizmet verdi. Sonuçta hastanelerin ve birinci basamak sağlık kurumlarının, dolayısıyla sağlık çalışanlarının iş yükü çok arttı. Sağlık çalışanları uzun sürelerde ve çok yoğun hizmet vermek zorunda kaldılar. Bütün bu özverili çalışmalara rağmen bugün bile sığınmacıların en fazla ihtiyaç duydukları kadın, çocuk ve yaşlılara dönük hizmetler halen çok yetersiz.
Yine hizmet sunumundaki yetersizliğin ve güçlüğün en önemli nedenlerinden biri dil sorunu ve kültür farkı nedeniyle hastalarla anlaşamamak oldu. Hemen hiçbir sağlık kuruluşunda tercümen olmaması işleri oldukça zorlaştırıyor. Sağlık çalışanları vücut dilini kullanarak, “dili” bilen birini bulmaya çalışarak ya da akıllı telefonlar üzerinden sorunu çözmeye çalışıyorlar.
Sağlık çalışanları yaşanılan bütün zorluklara sağlık sisteminin bütün olumsuzluklarına karşın sığınmacıların çaresizliklere çare, umutsuzluklarına umut olmaya çalışıyorlar. Ve bütün “ötekileştirici” politikalara karşı herkese ihtiyacı olan sağlık hizmetini sunmayı kendilerine görev ediniyorlar.

İlgili haberler
15 yaşında mülteci bir işçi: Emine

Çocuk o daha. Çağlayan’da taş dizimi yaptığı atölyede onun kadar uzun saatler çalışmaya büyük bir in...

4 ülkede mültecilik: Kendimi hiçbir yere ait hisse...

Mahnaz İranlı bir Kürt. 5 yaşında ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Irak, Türkiye, Danimarka, İngil...

Türkiye'de mülteci kadın olmak

Ülkelerindeki savaş başta olmak üzere insanlık dışı yaşam koşulları yüzünden göç yollarına düşen mül...