4 ülkede mültecilik: Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum
Mahnaz İranlı bir Kürt. 5 yaşında ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Irak, Türkiye, Danimarka, İngiltere’de geçen mültecilik ona koca bir “yurtsuzluk” hissi bıraktı. İşte kendi kaleminden o hikaye...

Merhaba Ekmek ve Gül okuyucuları. Ben Mahnaz.
Son zamanlarda takip ettiğim Türkiye ile ilgili bazı haberler beni kendi hikayemi sizlerle paylaşmaya sevk etti. İran doğumluyum. Beş yaşına kadar İran’da yaşadım. Sonrasında, babamın ve kardeşlerimin Kürtlerin demokratik hakları için verdikleri mücadeleye katılması ile karşılaştığımız siyasi baskı ortamı bize yaşam olanağı vermedi. Çünkü İran’da Kürt olmak, hele muhalif olmak çok zordu. İran devletinin askerleri, babamın Kürt hareketinin içinde olduğunu öğrenince evimizi basıp babamı gözlerimizin önünde alıp götürdüler. Babam 2 ay tutuklu kaldı. Bu sürede kendisine her türlü işkence yapıldı. Bu iki ayda her gün cezaevine gidip babamı göremeden dönüyorduk. Babamın cezaevinden çıktığı günün gecesinde sabaha karşı, idam edilme kararından önce Irak’a kaçtık. Yalnızca babam değil abim de aynı durumdaydı. Abime kendi kardeşi de Kürt hareketinin içinde olan bir asker yardım etti ve abim kaçarak idam edilmekten kurtuldu.
Irak’ta Kürdistan özerk bölgesindeydik. Yaşam daha kolaydı. Güzel bir arkadaş çevrem vardı. Edebiyatla ilgileniyordum. Gençlik dergisi için şiir ve öyküler yazıyordum. Babam ve kardeşlerim ise mücadelenin içinde aktif olarak yer almaya devam ediyorlardı. Burada doğrudan Kürt olmakla ilgili bir sorun yaşamadım, ancak Birleşmiş Milletlere bağlı mülteciler olmamıza ve çıkış hakkımız olmasına rağmen Saddam çıkışımıza izin vermedi. Aslında biz Irak Kürdistanındaydık. Mesut Barzani ve Talabani ise bizleri korumuyordu. Kafesle gelip İranlı Kürtleri toplayarak İran devletine vermek istediklerini hatırlıyorum. Irak’ta bizimle aynı durumda olan pek çok İranlı mülteci çeşitli suikastlarla öldürüldü. Bir gün sıranın bize geldiğini öğrendik. BM görevlileri İran hükümetinin hakkımızda arama başlattığını söyledi. Bazı tanıdıklar ise evimize bomba atılacağı bilgisini bize ulaştırdı, bizi öldürecekleri bilgisi gelince, hiç hesapta yokken apar topar Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldık.

TÜRKİYE’DE İLK DURAK: VAN
“Hayat sadece bizim için değil, Türkiyeliler için de zordu.”
Türkiye’ye geldiğimde on sekiz yaşındaydım. Her şeyimizi, on üç yıldır kurduğumuz hayatı bu sefer de Irak’ta bırakıp kaçmıştık. Bu sürede dört aya yakın ablamızı görmedik çünkü BM görevlileri onu Koya şehrinden Erbil’e götürdü. Biz, annem-babam ve altı kardeş Türkiye’ye geçmek zorunda kaldık ancak babamın ilk eşinden olan iki kardeşim bizimle değillerdi. Biri Kürt hareketinin içindeydi. Kardeşimi afişleme yaparken İran’da yakalayıp ona birçok işkenceler yaptılar. Tırnak ve dişlerini çıkardılar, sırtına ütü bastılar. Şimdi Norveç’te tekerlekli sandalye ile yaşıyor. Yine aynı şekilde büyük ablamın kocasının arabasına bomba koymuşlardı. Kendisi şu an yaşıyor ama elleri tutmuyor. Yaralarının iyileşmesi için BM ailesiyle birlikte Norveç’e taşınması için özel bir izin verdi.
Türkiye’ye 2002 Mart’ında geldik. On üç gün aç susuz yolları geçtik, kah araçla, kah sudan, kah yaya... Kırk saat yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Önce Şemzinan, ardından Gever, son olarak da Van’a geçtik. Van’a giderken Kürt elbiseleri giyip eşarp taktık yüzümüzü göremesinler diye, çünkü bize başkalarının kimliklerini vermişlerdi. Van’a vardığımızda
Newroz zamanıydı. İnsanlar toplanıyor, askerler ise onları dağıtmak istiyordu. Orada hemen BM bürosuna gittik. Altı saat sorgudan sonra elimize verilen belgelerle artık yasal mülteci durumuna geçmiştik.
Van’a vardığımızda ben ve kardeşlerim zaten Türkçe konuşuyorduk. Çünkü Irak’ta uydu yayınını izleyerek Türkçeyi anlayacak kadar öğrenmiştik. Bu sayede hemen gönüllü olarak hastanelerde mültecilere tercüman olarak yardımcı olmaya başladım. Mülteciler çok zorluk çekiyordu. Türkçemi geliştirmek için dil okuluna gittim. Çünkü Van’da Kırmançi konuştukları için Kürtleri anlamıyorduk. Hayat sadece bizim için değil, Türkiyeliler için de zordu. Kadının değeri yoktu. Kız çocuklarını başlık parası vererek evlendiriyorlardı. Bu bizim İran’da tanıklık ettiğimiz bir şey değildi. 


Suriyeli bir taş ustası olan Nizar Ali Badr, taş üstünde taş kalmayan Suriye'nin yaşadığı acı savaş dönemini ve halkın üzerindeki etkisini, yine en iyi bildiği yöntem olan taşlarla anlatmış...

TÜRKİYE’DE İKİNCİ DURAK: NEVŞEHİR
“Halimiz Van’dakinden beter”
Bir yıl Van’da kaldıktan sonra BM bizi Nevşehir’e yolladı. Van’da da, Nevşehir’de de başımızın açık olması, elimizde telefon olması, aile büyüklerinin bizlere para vermesi komşularımız tarafından eleştiriliyordu. Babam bu sebeple bir kaç kere komşularla tartışma yaşadı. Nevşehir’de beş sene kaldık. Gerçekten güzel bir şehirdi, çok güzel insanlarla da tanıştım. Bazı komşularımızla çok iyi ilişkilerimiz oldu. Ancak burada polisin tavrı Van’dakinden daha sertti. Mülteci olduğumuz için karakola imza vermeye gittiğimizde polisler bizimle hep bağırarak konuşuyorlardı. Daha zor olanı ise her ay kişi başına bin lira para veriyor oluşumuzdu. Biz oradayken böyle bir uygulama vardı. Arkadaşlarımla konuştuğumda onların da kaldıkları yıla, aile nüfusuna ve şehre göre değişik paralar verdiklerini öğrendim. Eğer paramız yoksa, ki bu para bizim için çok büyük bir paraydı, ödemenin sonraki aylara ertelenmesini talep ediyorduk. Çalışma hakkımız yoktu, o yüzden böyle bir parayı ödemek bizim için çok zordu. Ne zaman itiraz etsek Avrupa’daki aile üyelerimizin zengin olduğunu varsayıyor ‘onlar göndersin’ diyorlardı. Babam kaçak da olsa ceviz topluyor, onları pazarlarda satmaya çalışıyordu. Bazen sokakta gezerken bunlar Kürt mülteci deyip arkamızdan bağırırlardı. Yolda sözlü tacize uğruyorduk.
Mülteci olduğumuzu anlayan dükkan sahipleri bazen ücretleri artırıyordu. Nevşehir’de Kürt mahallesi olduğunu öğrenene kadar uzun süre ev bulamadık. İlk iki ay bir tanıdığımızın evinde kaldık. Yaklaşık altı ay sonra Kürt mahallesine taşındık. Okulda Türk çevrem vardı, çok iyi arkadaşlıklar kurduk.
Bir gün kırmızı ışıkta geçen biri motoru ile giden kardeşime arabasıyla çarparak ölümüne sebep oldu. Bu ölüm karşısında, karşı taraf haksız olmasına rağmen hiçbir şey yapamadık. Çarpan kişi, “Ben Ankara’da akademisyenim, siz ise Kürt ve mültecisiniz, bana hiçbir şey olmaz” dedi. Mahkeme olduğunda bize hiçbir bilgi verilmedi. Anneme babama hiçbir mektup gitmedi. O sırada ben evlenmiş, Danimarka’ya taşınmıştım. Bir sene sonra gittiğimde davayı tekrar açtırdım. Tanıdığımız bir avukat bize ücretsiz yardım etti. Ancak ilk duruşmaya geleceğiz diyen şahitler gelmediği için hiçbir şey yapılamadı. Oysa bir insanın canı o kadar ucuz olmamalıydı.


İşte bu resim de Nizar Ali Badr savaştan kaçıp bilinmeze yol alan Suriyeli mültecileri betimlediği çalışmalarından biri...

ÜÇÜNCÜ DURAK: DANİMARKA
"Ailem Avrupa’nın dört bir yanına dağıldı" 
Aslında BM kapsamında mülteciler olduğumuz için Avrupa’ya kolaylıkla gitmemiz gerekti ancak o dönemde Türkiye çıkışımızı vermiyordu. Nihayet Danimarka’ya taşındığımda, ailem Avrupa’nın dört bir yanına dağılmış durumdaydı. Ailecek aynı ülkede yaşayamadık çünkü BM her dosyaya bakarak bizi çeşitli ülkelere gönderiyordu. Türkiye annem ve babama yasal çıkış vermeyince Yunanistan’dan kaçak olarak çıktılar. Almanya’ya vardıklarında, kaçak geldikleri için üç ay hapishanede, ardından mülteci kampında kaldılar. Babamı Almanya’da bir tren kazasında kaybettik. Benim Danimarka’ya taşındığım dönemde ailem bunları yaşıyordu, ancak ben de iyi değildim. Kardeşimi yeni kaybetmiştim ve psikolojim bozuktu. Eşim yardım etmek istiyordu ama çok edemiyordu. Çok fazla çalışıyordu. Tek başımaydım, henüz Danimarkaca dilini bilmiyordum. Dil eğitimi alınca, altı ay içinde bir ana okulunda çalışacak seviyeye geldim.
Üç yıl sonra iş ve dil sorunumu tamamen çözdükten sonra anne olmak istedim. Bir yıl ücretli izin alıp işe devam ettim, altı ay daha çalıştıktan sonra psikolojik danışman olmak için başka bir okula kayıt oldum. Ancak bu okulda çok fazla ırkçılığa maruz kaldım. Örneğin okulda sınavdayken, sınav kağıdım bana verilmeden, soruları görmeden sınavdan başarısız olduğum söylendi. Şikayet etmek durumunda kaldım. Sınıfımızda bazı Türkler vardı. Onlar için Kürt, Danimarkalılar için mülteciydim. Bu yüzden bazı grup çalışmalarında yalnız bırakıldım. Bu ırkçılık biçimi benim için yeni bir şeydi. Çünkü daha önce karşılaştığım ırkçılıklar Ortadoğu coğrafyasındaydı ve daha açıktandı. Danimarka’da ırkçılık büyük bir suç olduğu için açıktan ırkçılık yapamıyorlar, sana iyi davranıyorlar, ama seni yalnız bırakıyorlar, konuşmuyorlardı. Bu okul sürecinde kardeşimin kaybı ile başlayan psikolojik durumum daha da kötü gitti. Tedavi gördüm. Eşim için de benim için de zor günler oldu.
Eşim okulun en başarılı öğrencilerindendi. Ancak yine de ötekileştirilmekten, yalnız bırakılmaktan kurtulamadı. Ancak hiçbir halkı genelleyemeyeceğim gibi Danimarkalıları da genellemek doğru olmaz, çünkü şu ana kadar en yakın dostlarım da yine Danimarkalılar oldu. Ama her şey zaman alıyor elbette.

DÖRDÜNCÜ DURAK: İNGİLTERE
“Suriyelilere yapılanları gördüm, bu mektubu yazdım”
On bir yıllık Danimarka yaşamımızın ardından şu anda eğitim için İngiltere’de yaşıyoruz. Burada henüz çalışmıyorum. İş yaşamına dahil olmak yabancı bir ülkede en zor alanı oluşturuyor. Ben henüz burada bunu deneyimlemedim.
Şu anda kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. Danimarka vatandaşlığım olmasına rağmen her an bir yerlere gönderilecekmişim gibi hissediyorum. Suriyelilere karşı yapılan bazı davranışları haberlerde gördükten sonra bu mektubu yazmaya karar verdim. Çünkü bence dünyanın neresinde, kime karşı yapılırsa yapılsın ırkçılık kabul edilemez. Hele savaştan kaçmış bir insanı yargılamak çok insafsızca olur. Kimse ülkesinin yarın neyle karşılaşacağını bilemez. Ve kimse gerçekten başka bir ülkede mülteci olarak yaşamak istemez. Suriyelileri suçlamak halkları sadece birbirine düşürür. İnsanlar bir şekilde hayata tutunmak istediği için ülkesini terk ediyor. Kadın mülteci olmak ise bu zorluğu ikiye katlıyor. Kadının hor görülmediği, eşit koşullarda yaşadığı, erkeklere boyun eğmediği, savaşsız bir yaşam dileğiyle... 


İlgili haberler
Siz mi bize alıştınız yoksa biz mi size alıştık bi...

Suriye'den Türkiye'ye savaş nedeniyle gelen mülteci bir kadın Hedil. Çocuklarını arkasında bırakmış....

15 yaşında mülteci bir işçi: Emine

Çocuk o daha. Çağlayan’da taş dizimi yaptığı atölyede onun kadar uzun saatler çalışmaya büyük bir in...

Türkiye'den Amerika'ya işçilikten sendika başkanlı...

Alice Peurala, Türkiye’den Amerika’ya göçe mecbur bırakılmış Ermeni bir ailenin kızı. 14 yaşında çal...