Sabretmeyeceğiz, acıyı bal eylemeyeceğiz!
Sabredecek takat, acıyı eyleyecek bal kalmadı artık! Bize düşen kendileri saraylarda lüks içinde yaşarken bize acıyı layık görmelerine razı gelmemek!

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, kürsülere çıkıp, mikrofonlara konuşurken, çıkmaza giren ekonomiye dair aynı kelamların etrafında dolanıyor. Halka sabretmeyi öğütleyen, ekonomi için bir kurtuluş savaşı içerisinde olduğumuzu dile getirirken, evine ekmek götüremeyenlere ise “Keyif çayı için” diyor.  

Yoklukta sabretmeyi öğütleyen, müminin görevinin varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmek olduğunu söyleyen Erdoğan “Acıyı bal eyleyin” öğütlerine devam ediyor. Krizin akabinde, pandemi döneminde iyice yoksullaşan halka, işsizlikle kıvranan vatandaşa küfür gibi sarf edilen bu sözler söylendiğinde, İzmir’de yaşanan depremin ardından acılarıyla, kayıplarıyla halkın gösterdiği dayanışmayla baş etmeye çalışanlar, bundan sonra ne yapacaklarını düşünüyor. Kıt kanaat geçimle büyüttükleri çocukları, ilmek ilmek var ettikleri hayatları, başlarını sokabilecekleri çatıları yitip gitmişken neye, daha ne kadar sabredecekler?

Her gün işe giderken, çocuklarını evde tek başına bırakmak zorunda kalan işçi kadınlar, işsizlikle sınanan, akşam eve ne götüreceğini kara kara düşünen, boş buzdolaplarının karşısında neyi ne kadar yettireceğini hesap etmeye çalışan, çocukları eğitiminden geri kalmasın diye tablet arayışına, bilgisayar arayışına giren, borca batan, zorla mesailerle çocuklarının yüzüne hasret kalan, “En azından bir kıdemim var” deyip yıllarca kötü çalışma koşullarına katlanıp sonra bu hakkı torba yasalarla elinden alınmaya çalışan, emekliliğin mezarda dahi hayal olduğu bir geleceksizlikle imtihana tutulan işçiler, işçi kadınlar… Daha neye, ne kadar sabredecek!

Nereye gittiğini bilmediğimiz vergiler, örtülü ödeneklerle neye ne kadar harcandığını bilmediğimiz paralar, halka değil sermayeye, diyanete, ranta ayrılan bütçeler… Şahlanan ekonomiden nasibine kırıntı düşen halk yokluğa daha ne kadar sabredecek!

Sayfalarımızda sabır taşları artık çatlayan o “Keyif çayı içsin” denilen sınıfın keyfe hasret yaşamlarından kesitler sunuyoruz…

 “Çalışıyoruz çalışıyoruz hiçbir şey yok ortada. Hep borç ödedik. Borçları ödeyebilmek için sürekli mesailere kaldık. Çocuklarımızı ne sevebildik ne onları istediğimiz gibi büyütebildik” diyen depo işçisi bir kadının yorgunluğunun artık sabır noktası kalmadı!

3 aile aynı evde yaşamak zorunda kalan, yine de ceplerinde beş kuruş kalmayan, metal işçisi kadının “Artık biliyorum, bize açlığı, yoksulluğu, işten atılma korkusu yaşatanların kimler olduğunu” sözleriyle işaret fişeğini görün: Sabrımız kalmadı artık!

İşyerinde sendikalaştıkları için işten atılan, iffetsizlikle suçlanan Gündüz Nakış işçisinin sözleri bu sabrın kalmadığının göstergesidir ve çağrısıdır artık susmamamız gerektiğinin: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Buradan haksızlığa, baskıya, tacize, tehditlere ve benzeri durumlara maruz kalıp susan arkadaşlara sesleniyorum; sustukça ezilen taraf olursunuz, susmayın, hakkınızı savunun.”

Sabredecek takat, acıyı eyleyecek bal kalmadı artık! Bize düşen kırıntılara tamah etmekten, yıllarca mücadele vererek elde ettiğimiz kazanımların yasalarla, ellerindeki güçle gıdım gıdım gasbedilmesine, kendileri saraylarda lüks içinde yaşarken bize acıyı layık görmelerine razı gelmemek! Bu sözler, sayfalarımızla yaşadıklarını duyuran kadınların öfkelerinin özüdür! Bu öze sarılıp, yalnız olmadığımızı bilerek; evlerimizde ‘Çatı başımıza mı çökecek’, ‘Yarın ekmek girecek mi bu çatı altına’ kaygısı gütmeden yaşamak bizim elimizde!

Ne şiddete, ne bize çizilen sınırlara, ne baskılara ne de yoksulluğa artık sabretmeyelim…

Belleğimiz acıları bal eylemeyen, bu acılara karşı seslerini duyuran, mücadele eden kadınların varlığıyla dolu. Şiddete ve bize çizilen sınırlara karşı mücadelede bize hâlâ güç olan Mirabel Kardeşlerin bu bellekteki var oluşları karşımızda ve bize bir şey tekrar tekrar hatırlatıyor: Bu güç bizim elimizde!

Hatırlayalım bize hâlâ güç veren o mücadeleyi; 1930’dan 1961’e kadar Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veren Mirabel kız kardeşler; Patria, Minerva ve Maria Teresa, 25 Kasım 1960’ta diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edilerek vahşice öldürüldüler. Kurdukları Clandestine Hareketi, öldürülmelerinden bir yıl sonra diktatörlüğün yıkılmasında önemli rol oynadı. Mirabel kız kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek” olmasından da esinlenerek; üç kız kardeş, tüm dünyada “Kelebekler” adıyla anıldılar.

Sembol haline geldikleri diktatörlük karşıtı mücadelede ağır baskılara maruz kalan, hapis cezalarına çarptırılan Mirabel kardeşlerin öldürülmeleri Dominik’te büyük bir tepki uyandırdı. Direniş güçlendi ve bir yılın sonunda diktatörlük devrildi.

1981’de Kolombiya’nın Bogoto şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar Kongresi, Mirabel Kardeşlerin anısına 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan etti.

1981’den beri 25 Kasım, kadına yönelik şiddetin devlet şiddetiyle nasıl iç içe geçtiğini gösteren ve kadın dayanışmasının şiddetle mücadelede en önemli dayanak olduğunu ifade eden bir gün olarak tüm dünya kadınlarının sokaklara çıktığı bir gün. 1999’da ise Birleşmiş Milletler bugünü resmi olarak “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” ilan etti.

Bu bellekte yeni mücadele örneklerine daha çok yer vermek, sabır çekin diyenlere “Artık sabreden taraf biz olmayacağız” diyebilmek için bu 25 Kasım’da öfkemizi örgütlü güce dönüştürmek için hareket edelim…

İlgili haberler
Hayatlarımız bize ait!

Hayatın hiçbir noktasında kurtarılmayı bekleyen kadınlar olmamalıyız. Güçlü olmak zorundayız… Sistem...

Bize layık görülene değil, layık olduğumuz eşit ya...

Bir domino taşı tarihten beri gelen, sıra sıra birbirini yıkan, yoksulluğu nesilden nesile taşıyan o...

Bize çizilen sınırları aşmak o kadar da zor değil....

Hayatı hakkında kararlar verilirken sadece dinleyici olan bir kız çocuğundan; kendi hayatını şekille...