Geçen dönem okullar ödeneksiz bırakılmış, deneme sınavları ve “kermesler” okulların gelir kaynağına dönüşmüş, yoksul semtlerde velilerden destek az olduğundan “paran kadar hizmet” politikası hayata geçirilmişti!
Okulların giderlerini velilerin sırtına yıkma hikayesi, başlangıçta 1 TL ile başlamıştı. “1 TL destek nedir ki!” sözleri öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda okul idarelerinin velilerin eğitime parasal desteğini sağlamak için sarf ettiği sözlerdi. 1 TL ile başlayan destek bir süre sonra okullara ödenek verilmeyerek okulların temel ihtiyaçlarının velilerin üzerine yıkıldığı bir sürece dönüştü. Ödenek isteyen okul müdürlerine “Toplayamıyorsan neden orada oturuyorsun” cümleleri kuruldu. Ardından iktidarın kendine yakın okul müdürleri atamasıyla, okulların ödeneği, ihtiyacına göre değil, sembolik hale getirildi. Yeterince ödenek verilmeyen okullarda hizmet de velinin verdiği paraya göre yapılmaya başladı. Bu işlerin öğretmen üzerinden yürütülmesi ile de “öğretmenin değeri” bir banka personeli gibi “veliden topladığı paraya” göre ölçülmeye başlandı.
VELİ VE ÖĞRETMENİN SIRTINDAN EĞİTİM GİDERİ
Zorla ve tehditle ya da çeşitli ikna yöntemi kullanarak okulların ihtiyacı karşılanırken yaşanan problemler, zaman zaman mahkemelere taşındı, suç ve ceza devreye girse de genellikle para toplama meselesi okul idarecilerinin öğretmen üzerinde mobbingine dönüştü. Öğretmenlere, topladığı ya da toplamadığı para oranında değer biçilmeye başlandı. İlerleyen süreçlerde okul idarelerinin öğrenci ve velilerden para toplaması okul aile birlikleri üzerinden yürütülmeye çalışılsa da iş yine dönüp dolaşıp öğretmenin sırtına yüklendi. Bağış adı altında ve aidat olarak toplanan paralar, okulların Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen ödeneğinin yerini aldı! Pandemi döneminde bile, yeterince yardımcı personel ve ödenek verilmediği için okullara, sağlık tedbirlerini almak için okul idareleri veliler üzerinden kendi çözümlerini üretmeye devam ettiler. Özellikle ilkokul öğretmenleri, velileri ve sınıf anneleri üzerinden yetersiz temizlik sorununu velilerden para toplayarak çözmeye çalıştı. Bazı okullarda öğretmenler öğretmen odalarını kendi aralarında para toplayarak temizletmeye ve böylece sağlığa uygun ortam oluşturmaya çalıştı. Yıl sonu kermesleri, yıl boyunca yapılan deneme sınavları ve buradan elde edilen gelir ile okulların ihtiyaçları sağlanmaya, güçlü bir karşı tepki oluşmayınca da bu yöntem kalıcı hale getirilmeye başladı.
Okullarda her ay yapılan deneme sınavı parasını toplamak yine sınıf öğretmenlerinin üzerine yıkıldı. Sınava girmek istemeyen, para getirmeyen öğrenciler üzerinde tehditler de işe yaramayınca ders saatlerinde okullarda deneme sınavına giren ve girmeyen öğrenciler sorunu ortaya çıktı. Okul idareleri, kazanç kapısı olarak gördükleri deneme sınavında o kadar ısrarcı oldular ki işin pedagojik boyutunu bir kenara bıraktılar. Öğrencilere deneme sınavlarında, “3 ders saatinde ya sınava girecek ya da sessizce sınıfta, teneffüse çıkmadan sınavın bitmesini bekleyeceksin” gibi dayatmacı yöntemler sunuldu. Bütün bu sorunlar, okul idaresi-öğretmen-veli-öğrenci sarmalına sıkışıp kaldı.
OKULUN KAZANÇ KAPISI: KERMESLER
Okulların ödenek sorunları okul idareleri tarafından MEB’i işin içine katmadan sene başı kurullarda gündeme getirilip öğretmenler de dahil edilerek çözülmeye! başlandı.
Milli Eğitimden yeterince ödenek alamayan okul idareleri, öğretmenler ile birlikte kermes planı yaparak, bir işletme mantığı ile kolları sıvarlar. Öğrenci ve veliler artık müşteridir ve bir işletme mantığıyla planlamalar yapılır. Her sınıf öğretmenine, öğrencilerine satması için çekiliş biletleri imza karşılığında verilir. Okul girişine, çocukları heveslendirecek, çekilişte verileceği ilan edilen ve duyurulan birkaç bisiklet, tablet vb. sergilenir. Artık bisiklet ya da tabletler, ekonomik durumu iyi olmayan öğrencilerin hayallerini süslemeye başlar. Her teneffüs, bisikleti olmayanlar, okul girişine sıralanmış bisikletler ve tabletler önünde seyre dalarlar! Öğrencilerin, “Bunlardan birine sahip olmak, sadece sınıf öğretmeninden 20 TL değerindeki çekiliş biletini almaktan geçiyor ve daha fazla bilet alması şansını artırabiliyormuş” duyurusu kulaklarında, hayale dalarlar. İlk çekiliş biletini alanlar bu durumdaki öğrencilerdir.
PAZARLAMACILIĞI KABUL ETMEYEN ÖĞRETMENE CEZA
Okulun ihtiyaçlarını karşılamak için sadece bu satış yeterli olacak mı? Hayır! Okul işletme, veli ile öğrenci müşteri ise daha fazlası gerekir! Öğretmen ve okul idaresi buna da kafa yorar. Okula kermes için gelen öğrenciler çekiliş saatini beklerken acıkacaklardır; çözüm olarak ise her sınıftaki öğrencilerden bir yiyecek ya da parasını getirmesi istenir. Pastalar, börekler, sarmalar, içecekler liste halinde tutuşturulur öğretmenin ve öğrencilerin ellerine. Okulun öğretmenleri, idaresi seferber olur çekiliş bileti satmaya. Öğrenciler, öğretmenlere teneffüslerde “Kaç bilet sattınız öğretmenim?” diye sorar. Öğretmen artık pazarlamacı rolüne bürünmüştür, öğrenciler de bu durumun farkındadır! Pazarlamacı rolünü kabul etmeyen öğretmenler okul müdürünün odasına çağrılır, öğretmenler kurullarında bazen açıktan bazen de inceden inceye tehdit edilir, sınıf verilirken, ders programı yapılırken unutulmayacaktır bu öğretmenler. En sorunlu sınıflar bu öğretmene özellikle cezalandırmak için verilir!
YEL DEĞİRMENLERİNE SAVAŞ AÇAN DONKİŞOTLAR
Okulların ödeneksizliği, öğretmenlerin pazarlamacıya dönüştürülmesine itirazlar edilse de ülkenin baskıcı uygulamaları, sendikaların güçsüzleşmesi ve okul idarecilerinin atamasında iktidarın yandaşlık ilişkisinin de etkisiyle itiraz eden sayısı giderek azalmaktadır. Kendimi yel değirmenlerine savaş açmış Donkişot gibi hissediyorum böyle zamanlarda! Okullarda büyük çoğunluk öğrenci ve velinin müşteri olduğuna inanmış gibi görünüyor ya da sessiz kalarak bir nevi destek oluyor. Bisiklet ve tablet hayali kuran ve bunu gerçeğe dönüştürmek isteyen birkaç öğrencimin “Belki de birisinin kendine çıkacağını” dile getirmesiyle insanlığımdan, öğretmenliğimden utanıyorum! Sendikaların güçsüzlüğüne, dönemin baskıcı şartları da eklenince, değerler gittikçe aşınmış durumda! Bir öğretmen arkadaşımdan, “Şimdi sen görev almayarak bir tutum gösteriyorsun ama biz orada satış çadırlarında güneşin altında senin de görevlendirildiğin ama yapmadığın işi yapacağız” sözünü duymak işin ne kadar acınası bir hal aldığını gösteriyor.
ÖĞRETMENLER TEZGÂH BAŞINA, HAYDİ SATIŞA!
Geçtiğimiz haziran ayında kermesteki koşturmayı gözlemlemeye başlamıştım. Elinde çiğ köfte tepsisi ile geçen bir öğretmen arkadaşıma öğrencilerin, “Hocaaa kaç para çiğ köfte?” demesi içimi acıttı. Mikrofondan, “görevli (satıcı) öğretmenler tezgahlarının başına, birazdan satış başlayacaktır” anonsu! Beni bunlardan daha çok üzen ve etkileyen ise zaten ekonomik zorluklar içindeki bir öğrencimin poşet içinde 5-6 sigara böreğini öğretmenine teslim edişi, sonrasında ise yanımda oturan annesinden 5 lira alarak yiyecek almak için tekrar sıraya girmesi oldu.
Tek kişilik bir eylem yapmış ve kermes sürecine katılmamış veli ve öğrencilerimle o koşturmaca ve telaşa uzaktan bakıyordum. Neye kızsam? Neyi sorgulasam? Bana yabancılaşan ve mesleğe yabancılaşan bir sürecin seyircisi olarak kalmak ağrıma gidiyordu. Yiyecek satışı yapılan çadırlar önünde öğrencilerin sıraya girmesi, öğretmenlerin öğrencilerine yine öğrencilerinin getirdiği yiyeceği satma telaşı, bazı öğrencilerin birkaç parça daha fazla pasta, börek almak ya da daha ucuza almak için öğretmenlerle pazarlık yapması… Öğrenci için tezgâhın başındaki artık öğretmeni değildi, herhangi bir satıcıdan farkı yoktu. Hangisi daha can sıkıcı ve içler acısıydı? Ekonomik kriz etkisini 3 yıllık pandemi ile daha artırmıştı. Okullarda bu durum kantin önlerinde kısalan öğrenci kuyruklarından gözlemlenebiliyorken, öğretmenlerin bu ağır sürecin içine satıcı rolüyle çekilmesi ise acı vericiydi.
Haziranın sıcağında, bu satıştan bitkin düşen, migreni nükseden, tansiyonu çıkan öğretmenleri görünce ise işten kaytaran biriymişim hissine kapıldım. Büyük şirketlerin vergi borcu silinirken, cemaat ve vakıflara milyarlarca lira aktarılırken sorun olmayan bütçe, okullara ödenek verilmeye gelince, her şey ayaklar altına alınarak eğitimin bütün yükü veli ve öğrencilere yüklenirken yok oluyor.
Yeni eğitim öğretim yılına hazirandan kalan bu yükle mi devam edeceğiz? Yoksa sessizliğimizi, yalnızlığımızı bir kenara bırakarak daha yüksek perdeden sesimizi yükselterek, velisi, öğretmeni, öğrencisi, okul aile birliği yönetimleri, veli dernekleri ve sendikalar ile birleşik topyekûn bir tepki örerek bu böyle devam etmesin mi diyeceğiz?
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
‘Her okulda bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek’ tal...
Yerel yöneticilere, en alttan en üste sağlık ve eğitimden sorumlu devlet yetkililerine bu sesi duyur...
‘Okullarda 1 öğün, sağlıklı, ücretsiz yemek’ kampa...
Kocaeli Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneğinin mayıs ayında başlattığı kampanya boyunca stantlarla,...
‘Ekmek arası ekmek’ten beslenme mi olur?
Hayatımız hep bir şeylerden kısmakla geçti, artık çocuklarımızın beslenmesinden de kısmak zorunda ka...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.