Mülteci ya da Türkiyeli, kadınlar yoksulluğun pençesinde
Böyleydi işte Diyarbakır’ın emekçi kadınları. İki kadın, iki hayat.

Diyarbakır’ın merkezi sayılan, Vilayet denilen semtte; evimin kapısından sokağa çıktığımda bir yanında okul çantası bir yanında kağıt ve plastik topladığı çekçek olan kız çocuğu gözüme takılıyordu hep. Arada meraklı gözlerle onu izlerken annesi olduğunu düşündüğüm bir kadın da dikkatimi çekti kısa bir zaman sonra. Birkaç kez konuşma girişiminde bulunsam da kız çocuğu ürkek cevaplar veriyor, genç kadın ise çöp kamyonları gelmeden evvel kağıtları ve plastikleri toplamak için hummalı bir çalışma sergiliyordu. İşini bölmemek için konuşamıyordum ama sohbet edebileceğim anı kolluyordum hep.

YAZ KIŞ DEMEDEN ÇALIŞMAK ZORUNDA OLAN KARINCALAR

Bir öğle vakti çöp konteynerinin yanında kız çocuğu ve kadını dinlenirken bulup yanlarına yaklaştım. Gülümseyerek “Merhaba” dedikten sonra kendimi tanıtıp biraz sohbet etmek istediğimi söyledim. Kız çocuğu çok düzgün Türkçe konuşuyordu. Sorduklarımı ve söylediklerimi annesine çevirince Suriyeli olduklarını öğrendim. İsmine Meryem diyeceğim, gerçek adını kullanmamı istemedi güvenlik kaygısıyla. Kızı, Meryem’in söylediklerini bana, benim söylediklerimi Meryem’e tercüme etti sohbetimiz boyunca. 7 yıl önce Halep’ten gelmişler. Türkiye’ye geldiklerinde 3 yaşında olan kızı bugün 10 yaşında ve 5’inci sınıfa gidiyor, sabahçı. Öğleden sonra da annesiyle birlikte kağıt ve plastik toplamaya çıkıyorlar. Çöp kamyonlarının motor gücüne karşı onların tek şansı bilek güçleri. Yaz kış demeden çalışmak zorundalar bir karınca gibi. Ben soruyorum Meryem cevaplıyor:

- Kaç yaşındasın Meryem?

- 40 varım herhalde. (Gülüşüyoruz)

- Tam yaşını bilmiyor musun? 40 yoksundur bence, çok gençsin çünkü.

- Bilmiyorum.

- Sürekli olarak kağıt ve plastik mi topluyorsun?

- Evet.

- Kaç çocuğun var?

- Kızım dışında 4 de erkek çocuğum var.

- Eşin de çalışıyor mu?

- Yok, o ağır hasta, çalışamıyor.

- Eve bir tek sen mi bakıyorsun?

- Bir oğlum daha çalışıyor.

- Geçiminiz nasıl peki?

- İşte, geçim denirse…

- Nerede oturuyorsun?

- Bağlar’da, harabe bir evde.

- Kirası ne kadar?

 - İki bin lira ama yaşanacak gibi değil.

- Diyarbakır’da hiç ayrımcılığa maruz kaldığın, dışlandığın oldu mu?

- Yok hiç yaşamadım burada sorun, Diyarbakır’ı seviyorum.

- Başka bir kente gitmek istemez misin, daha büyük bir şehre örneğin?

- Yok gitmek istemem.

- Suriye’ye dönüyor artık insanlar, sen de dönmek istiyor musun?

- Burada iyi kötü bir düzenimiz var, oraya gitsek ne olacağımız belli değil, dönmek istemiyorum.

- Kendin ve ailen için istediğin bir şey var mı?

- Bir şey yok, iyi yaşayalım yeter.

- Hiç canınızın çektiği, istediği bir şey yok mu?

- Kahvaltılık yiyecekler olsa güzel olur, peynirdir, zeytindir, güzel yiyecek şeylerdir…

Tüm bunlara cevap verirken bir yandan da mahcup biçimde gülümsüyor Meryem. Hem utangaç hem güler yüzlü bir kadın, fotoğrafını çekmek istediğimi söylediğimde yüzünün görüneceği şekilde çekmemi istemiyor. Biz sohbet ederken yaşlı bir erkek yanımıza yaklaşıp bir miktar para veriyor Meryem’e. Bana da “Ne güzel bir şey yapıyorsun, bravo sana” deyip gidiyor. O günden sonra beni sokakta her görüşünde sıcacık gülümsemesiyle gözlerinin içi parlıyor Meryem’in…

GÜN BOYU TEZGAH BAŞINDA

Güneşli ama soğuk bir günde ise yine haber yapmak maksadıyla gittiğim Sur’da Ulu Cami’nin karşı kaldırımında açtığı küçük tezgahta boncuk ve çelik bileklikler satan bir kadın dikkatimi çekiyor. Güneş olsa da Diyarbakır havası üşütüyor insanı, o da üşümüş olacak ki hırkasını sıkı sıkı kapamış kollarıyla. Tezgahındaki bileklikleri inceliyorum biraz, kolundaki bilekliği gösterip “Bak çelik, hiçbir şey olmaz” diyor dili döndüğünce. Dili döndüğünce diyorum çünkü konuşma engeli var Elif’in.

O sırada, Noel Baba şapkaları diken bir kadın da yaptığı ürünleri gösteriyor Elif’e. O da terzi olduğunu, eve gelen işleri yaptığını, ek gelir olsun diye de artan kumaşlardan Noel Baba şapkaları yaptığını dile getiriyor. Elif’e dönüp devam ediyorum:

- Satışlar nasıl?

- Satış yok, kalabalık olmasına rağmen satış olmuyor. Dün kazandığım sadece yüz liraydı. Nerede olursa orada açıyorum tezgah. Sur’da oturuyorum.

- Geçimin nasıl?

- Geçim falan yok.

- Kaç çocuğun var?

- Bir oğlum var askere gidecek, onun için para biriktiriyorum bileklik satıp.

- Engelli maaşı ya da sosyal yardım alıyor musunuz?

- Yok almıyoruz.

- Nasıl geçiniyorsunuz?

- Benim adam var, işportacılık yapıyor o da. Sağlığımız olsun da... Yaşamak çok zor bugün ama bir şekilde yaşayabilelim yeter.

Böyleydi işte Diyarbakır’ın emekçi kadınları. İki kadın, iki hayat.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül