Uzun süredir üstünde durduğumuz ve iktidarın işçi ve emekçilere dayatmak istediği Orta Vadeli Plan’ı (OVP) farklı yönleriyle inceledik. Orta Vadeli Plan açısından iki maddeye daha dikkat çekmekte yarar var:
1-“Geçici veya uluslararası koruma statüsündeki mültecilerin, kayıtlı olduğu ilde ikameti başta olmak üzere Türkiye’de bulunma şartlarına riayet etmeleri gözetilerek, iş gücü temininde güçlük çekilen alanlar öncelikli olmak üzere kayıtlı bir biçimde çalışmaları tesis edilecektir.”
2- “Yurt içinden temininde zorluk yaşanan hallerde iş gücü piyasasının farklı vasıflarda ihtiyaçlarını karşılamak üzere göç ve istihdam politikalarının dengeli bir şekilde uyumlaştırılması sağlanacaktır.”
SAVAŞ CENDERESİ VE BÜYÜYEN GÖÇ DALGASI
Bu maddelerden süzülen neticeyi sunmadan önce dünyada ve Türkiye’deki göç ve iltica sürecine ilişkin iki şeyi ortaya koymaya ihtiyacımız var. Birincisi, dünyada ve Türkiye’de göçmen ve mültecilere yönelik siyasi partilerin, devlet başkanlarının nefret söylemi ve yükselen şoven, milliyetçi akımın işçi ve emekçi mültecilerin, özellikle mülteci kadınların üzerindeki etkisi. İkincisi ise ayrımcı ve hatta nefret içeren söylemlere rağmen bugün sermayenin mülteci işçi ve emekçilere biçtiği gelecek.Bu ikisini birbirinden ayrıştırarak ele almak zor, bugün göçmenlerin yaşadıkları bu iç içe geçmiş süreçlerin bir sonucu. Emperyalistlerin uzun bir süredir Ortadoğu ve hatta Avrupa’da Rusya- Ukrayna savaşının emperyalist devletler ve onların işbirlikçileri tarafından ilerletilmesi gibi dünyadan daha fazla pay alma uğruna sürdürdüğü savaşların sonucu; halklar için kan, ölüm, yokluk, kıtlık ve nihayetinde göç oldu, oluyor.
‘KULLAN-AT’ İŞÇİ DÜZENİ
Dünyada pandemi sonrası sıkışmış ekonomi (tedarik zincirlerinin temininde yaşanan sorunlar, artan faizler), beraberinde sermayenin daha da ucuza, olabildiğince güvencesiz ve esnek çalışabilen işçilere ihtiyaç duymasını kaçınılmaz kıldı. Bu ihtiyacı da karşılayabilen en uygun kesim mültecilerdi. Örneğin, Avrupa’da özellikle bakım emeğinin mülteci kadınlar üzerinden yürütülmesi, gerçekliğin kadınların hayalini kurduğu yaşantıdan çok uzak olduğunun bir kanıtı. Göçmen bakım işçileri, bakım firmalarında işe giriyorlar. Onların yönlendirmesiyle evlere gidip, ücretlerini bakım firmalarından alıyorlar. Bakım firmalarının bütçesini devletler karşılıyor. Yani devlet kendi yükümlülüklerini, göçmenleri ucuz emek olarak çalıştıran özel firmalara yaptırıyor. Bakım yapan göçmen işçilerin, işlerini yapmak için genelde bir veya iki saatlik süresi oluyor ve günde en az 5-6 eve gidiyorlar. Bu arada evler arasında mesafeler var. Ücretler çok düşük olduğu için metroya, otobüse binemiyorlar. Aradaki mesafeleri yürüyerek katetmek zorunda kalıyorlar ve bunu en hızlı şekilde yapmak zorundalar. Kira fiyatlarının göçmenler için çok pahalı olması ve önceden mesleği ve diploması olan işçilerin diplomasının akreditasyonu yapılmaması göçmenlerin tabir edebileceğimiz “en kirli işler”de en güvencesiz ve en ucuz şekilde çalıştırılmasına neden oluyor. Özellikle önümüzdeki süreçte AB’nin yeni mali protokolleri, kadınların üslendiği bakım emeği alanında daha fazla esnek çalışmayı hedefliyor.NEFRET ÖRGÜTLENMENİN DÜŞMANI
Öte yandan dünyada ekonomik sıkışmışlığın ve işsizliğin halklar üzerinde öfke etkisi yaratması, devletler açısından durumu “kontrole alma ihtiyacını” uyandırdı. Farklı kesimleri hedef tahtasına oturtan devletler ve burjuva partiler bu sıkışmışlığın müsebbibinin mülteciler olduğunu vurgulayıp, durdular. Artan nefret ve tepkinin bir yüzü, mültecilerin daha fazla güvencesiz biçimde çalışmasına yol açıyor.Şimdi Türkiye’ye bakalım. Hemen hemen Türkiye ekonomisi için önemli alanlar olan tarım, inşaat ve tekstilde mülteci ve göçmen işçiler çalıştırılıyor. Özellikle tekstil iş kollarında çalışan mülteci kadınların güvencesiz çalışma koşulları daha katmerleniyor.
Tekstil taşeron firmaların kadınlara evde yapabilecekleri dikim, kesim, temizleme işlerini en ucuz fiyata yaptırmasının yanı sıra, artan nefret dili ve devletin “mülteci avı”na çıktığı koşullar da işçi göçmen ve mültecilerin yalnızlığa sürüklüyor. Kadınların hakları için örgütlenemediği, kaderine razı gelmek zorunda kaldığı bir tablo oluşturuyor. Özellikle yerel seçimler sürecinde yine artan nefret söylemleriyle, devletin “gönderiyoruz” gösterisinin artmasıyla şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: “Gündüz evde kal, gece git çalış.”
Yazının başında bahsettiğimiz Orta Vadeli Plan’ın Türkiye’de, özellikle kadınlar için ballandıra ballandıra anlattığı esnek çalışma modeli bugün mülteci kadınların bire bir yaşadığı hayatın kendisi. Öte yandan OVP’de bahsettiğimiz iki madde, sermayenin ve devletin ne Türkiye’de ne dünyada ucuz emek, yani mülteci işçi emeğinden vazgeçmeyeceğini gösteriyor.
HEP BERABER 1 MAYIS’A
Bugün emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bizlere biçmek istediği karanlık, yarın bize de elimizde bavulla yollara düşmeyeceğimizin garantisini vermiyor. Öte yandan yaşadığımız her yerde sermaye için tüm işçi ve emekçilere, tıpkı mültecilere reva görülen güvencesiz çalışma dayatması gibi bir çalışma modeli hayali güçleniyor, gerçekleşiyor. O yüzden işçilerin ve emekçilerin hedefi birbiri değil, onları bu koşullarda çalışmaya ve yaşamaya mahkum edenler olmalı. Ya birlikte kazanacağız ya birlikte insani olmayan çalışma koşullarına mahkum kalacağız.Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.