Kapitalizm neden cinsel yönelimimize bile karışır?
Faşizme doğru yol alınan dönemlerde LGBTİ’lere karşı aile mefhumu argümanı da sıfırdan yeni görüşler şeklinde üretilmez, var olan sağ burjuva argümanları en uç noktalarına götürülür.

“Aile kurumunu kurtaracağız, dinlere saygılı olacağız. Dini geleneğimizi savunurken ve geleneksel değerlerimizi koruma altına alırken, cinsiyet eksenli ideolojiyle de savaşacağız” diyordu Brezilya’nın sabık başkanı Katolik Bolsonaro.

Hatta biraz daha geriye gidelim. Nazi Almanya’sında eş cinsel organizasyonlar, barlar, kulüpler, yayınlar kapatılıp yasaklandı. Naziler kendilerinden önce yürürlükte olan eş cinselliği suç sayan ceza kanununun 175. maddesini çok daha ağırlaştırdılar. 1933-45 yılları arasında 100 binden fazla eş cinsel olduğu iddia edilen kişi tutuklanmış, bunların arasından 15 bin kadarı da toplama kamplarına gönderilip orada katledilmişti. Naziler, Almanların üreme potansiyelini azaltan her şeyi bir tehdit olarak görüyordu. Bundan yola çıkarak 1936’da polis kurumu bünyesinde “Kürtaj ve Eşcinsellikle Mücadele” bürosu kurulmuştu: “Polis, Almanya’nın ahlâki yapısı için tehlikeli görünen herkesi önleyici gözaltına alma ve duruşmasız hapsetme yetkisine sahipti. Buna ek olarak, eğer polis eşcinsel davranışlara devam edeceklerini düşünüyorsa tahliye edilen eşcinsel mahpuslar tekrar tutuklanıp toplama kamplarına gönderiliyordu.” Aynı dönemlerde “Beşikleri boş duran halklar İmparatorluk kuramazlar” diyordu faşizmin beşiği İtalya’da Mussolini.

Yıllardır “kutsal aile” mefhumu tarihte köşe bucak yayılmış, kadınların bastırılması ve heteroseksüelliğin “aile” kavramı içinde esas norm olarak kabul edilmesi de bir yönüyle bu noktaya bağlanmıştır.

BİR ‘KUTSAL AİLE’ MESELESİ

Sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla birlikte çocukların bakımı ve ev içi işler toplumsal bir iş olmaktan çıkarak ailenin içinde de kadının vazifesi haline geldi. İlk sınıflı toplum olan köleci toplumdan bu yana bütün sınıflı toplumlarda kadının, ezilen bir cinsiyet olması, toplum ve aile içerisindeki ikincil ve eşitsiz konumu devam etti ve diğer önemli noktalardan biri ise ailenin anne (kadın), baba (erkek) ve çocuklardan oluşmasını da norm ve “gerekli” kıldı.

Ta ki günümüz kapitalizm düzene gelene kadar. Kapitalizm çağında bu eşitsizlik daha da derinleşti. “Kapitalizm ile ataerki arasındaki kritik ilişki, ‘yeniden üretim’ üzerinden kurulmaktadır. “Yeniden üretimin ‘locus’u hâlâ ve büyük ölçüde ailedir” diyor Engels.

İçinde bulunduğumuz kapitalist üretim biçimine sahip toplumda bu üretimin kendini yenilemesi için üretici güçlerin de kendini yeniden üretebilmesine ihtiyaç duyar. Kapitalistlerin üretimlerini sürdürmeleri için emek gücüne sürekli ihtiyaçları vardır. Emek gücünün de ertesi gün üretime katılması için kendini yeniden üretmesi gerekir.

Sermayenin yeniden üretimi süreci emek gücünün yeniden üretimini zorunlu kılacağından ve üretim ile yeniden üretimin birbirinden ayrılamaz şeyler olduğundan dolayı ataerkil normlar da kapitalizmin bir özelliği olarak ortaya çıkar. Kapitalizmi etkileyen ayrı bir sistematik yapı olarak değil. Yani kısacası kapitalizm ataerkil karaktere sahiptir. Öte yandan sermaye ve devletler gelecekteki emekçi nesillerin üretimine ihtiyaç duyar, sömürülmeye uygun emek gücünün de ortaya çıkması için “aile” kavramına bel bağlar.

‘VAR OLMA’ MÜCADELESİ

Bu tablonun özü sistemin içindeki üretim ilişkileri ve dinamikleri gereği değişkenlik göstermez. Hatta ekonomik krizler, siyasi krizler döneminde sermayenin kendini korumak için baş koyduğu faşizm dönemlerinde kapitalistlerin ilk sarıldığı tablo olur. LGBTİ’ler de yıllardır bu sistemde bir “var olma” mücadelesi veriyorlar. Neden mi? Çünkü kapitalist üretim ilişkilerinin içinde birbirine bağlı olan üretim ve yeniden üretim sürecinin içinde sermaye norm saydığı “heteroseksüel aile” yapısına ihtiyaç duyar.

Faşizme doğru yol alınan dönemlerde ise siyasi ve ideolojik söylemler gibi, LGBTİ’lere karşı aile mefhumu argümanı da sıfırdan yeni görüşler şeklinde üretilmez, var olan sağ burjuva argümanları en uç noktalarına götürülür. Örneğin; din, toplumun devlete karşı örgütlenmesine karşı kutuplaşma ve düşmanlık yaratma, kapitalist üretimin devamı için “kutsal aile” argümanına sarılma.

Aslında kitlelerin aldatılmasında çok rahatlıkla suistimal edilebilecek bir konudur aile. Bu yüzden bunun üzerinden kutuplaşma politikası üretmek kapitalistlerin işine gelir. Kapitalistler bu argümanı da tıpkı göçmen karşıtlığı gibi kullanarak ezilen kitlelere yaşadıkları sorunların kaynağı olarak yanlış hedefler gösterir. Amaç kitlelerin yaşadıkları sorunların kapitalizmden kaynaklandığını görmesini engellemektir. Aile, din, milliyetçilik, muhafazakârlık ve bunların topunun oluşturduğu bütün ögeler üzerinden toplum yapay şekilde kutuplaştırılır, birbirine düşman edilir. Böylece toplumun sınıflara bölünmüşlüğünün, sınıf karşıtlıklarının, derinleşen sınıfsal çelişkilerin üzeri örtülmüş olur. Yani aslında kitle tabanı örgütlenir, seferber edilir, ona öfkesini üzerine boşaltacağı bir hedef sunulur.

KAPİTALİSTLERİN HEDEFİ, TOPLUMDA KUTUPLAŞMA YARATMA

Evet aslında “LGBT’yle birlikte aile yapımızı dejenere ediyorlar” diyen Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile “cinsiyet eksenli ideolojiyle de savaşacağız” diyen Brezilya’nın sabık başkanı Katolik Bolsonaro aynı dilden konuşuyor. Onlara Ortodoks Putin de Hindu Modi de eşlik ediyor. Orban’dan Duterte’ye, Trump’tan İtalya Başbakanı Meloni’ye kadar yükselişte olan tüm sağ liderler “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne karşı savaş açıyorlar.

Göçmen karşıtlığı, kürtaj karşıtlığı gibi yaygınlaşan argümanların yanı sıra LGBTİ düşmanlığının da fazlasıyla öne çıktığını görüyoruz. Heteroseksüellik dışındaki tüm yönelimler toplumun yapısına dönük ciddi bir tehdit olarak sunuluyor. Aslında tipik bir kapitalist demagoji kullanılarak, insanların kendilerini kuşatılmış hissetmeleri, büyük bir “komplo” varmış gibi görmeleri sağlanıyor. Toplumu yanıltmak, sahte düşmanlar yaratmak, öfkeli yığınlara tepkisini boşaltacağı savunmasız hedefler göstermek, kapitalizmin her zaman başvurduğu temel yöntemlerden biri. Bu yüzden bu sistemin içerisinde kimi sevip kimi sevmeyeceğimize, cinsel yönelimimizin ne olması gerektiğine bile sistem karar vermeye çalışır.

Tam da bu nedenle kapitalizme karşı mücadele sadece kimlikler mücadelesiyle sınırlanmış bir temelde yürütülemez. Burjuvazinin kurduğu tuzağı bozmanın yolu tüm ezilen toplum kesimlerinin sorunlarını işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin bir parçası haline getirmektir.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Aile nasıl kutsal oldu?

Kadınlık, annelik, aile… Hep mi böyleydi? Anneler gününe özel bir sorumuz olsun bu soru. Cevabını da...

Hypatia’dan bugüne kadınların değişmeyeni: Yok say...

Bilim alanında kadınların başarılarını küçümseme ve erkek meslektaşlarına atfetme durumunun altında...

Faşizme karşı direnişin mimoza çiçekleri

Kimisi partizan olan, kimisi şehir ve köylerde yaşamını sürdüren İtalyan kadınlar, savaş sona erene...